- 493 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Çok Önce
Köse kalfa kahvenin hazır olduğunu bildirdiğinde şaşkınlıkla yüzüne baktım. O kadar olmuş muydu? Gece uykum kaçınca kandili yakıp, cildin başına çökmüştüm. Günün doğduğunu farkedince kandili söndürmüş, okumaya ve not almaya devam etmiştim. Şimdi ise kalfa bana kahve vaktinin geldiğini söylüyordu.
Avludaki sedire yerleştim. Bozaran ayının bu vakitlerinde avlu pek bir serin olur. İkindiye doğru güneş düşer, oturulmaz. Ama şimdi kıvamlı bir limonata tadındadır. Köse kalfa kahvemi getirdiğinde:
“Kahveye altlık almadınız beyim. Önce onları yemek ister miydiniz?” diye sordu.
“Aç değilim kalfa. Kahveyle kendime gelirim.”
İtaatkar bir şekilde ses etmedi ama kararımı onaylamadığını biliyordum. Önemsemedim. Aklım ciltteydi. İflas etmiş bir tüccarın mezatından, diğer üç ciltle beraber almıştım. Daha sonra tüccara bunları nereden bulduğunu sorduğumda zamanında bir müşterisinin borçları karşılığında eline geçtiğini söylemişti. Diğerleri o kadar önemli değildi ama Takiyeddin Ibn el-Maruf’un Kitab Tastih el-Ukar’ının kopyası başlı başına bir hazineydi. Kürelerin düz zeminlere kaydedilmesi ile ilgili olan bu kitabın adı bilinirdi ama ondan bahsedilirken fısıldanması tercih edilirdi. Sultan Murad Han’ın sakıncalı bulup, rasathanesini yıktırdığı birine aitti. Kendi gibi kaleme aldıkları da lanetlenmişti.
Böyle bir cevhere sahip olmanın sevinciyle uykum da kaçmıştı. Kitabın başına oturunca benim de bir elimin kalem tutması gerektiğini anladım ve önüme gelen paçavraların üzerine not tutmaya başladım. Kendimi çok kaptırmış olmalıyım ki sabah ezanını duyunca irkildim; kamış elimden kaydı, paçavraya uzun bir çizgi çekti, kolum cilde çarptı, cilt yere düştü ve ortaların arası ayrıldı. Evime girişinin üzerinden gün geçmeden cilt zedelenmişti.
O sinirle epey süre söylendim. Yatışınca cildi düştüğü yerden aldım. Ayrılan sayfaların arasından cildin iç yüzeyini görebiliyordum. Dıştaki derinin altında kağıttan bir kaplama vardı. Genelde masraf etmemek için bu içteki kağıt eskimiş, parçalanmış başka bir cildin sayfalarından alınırdı. Takiyeddin’in yazmasında da durum farklı değildi. Kaplama kağıdının üzerindeki satırları okuyabiliyordum: “Eğer bir kürenin yüzeyine çizilmiş bir çember, diğer bir çemberi dik açıyla kesiyorsa onu ikiye böler ve onun kutuplarından geçer.” Metnin tamamını görebilmek için Takiyeddin’in sayfaları özenle ciltten ayırdım.
Metin Eski Rumca ile yazılmıştı. Sebebi bende saklı, Rumca bana yabancı bir lisan değildi. Yine de konuşma dilinden çok uzak olan bu metnin ne söylediğini anlamam kolay olmadı. Anlamadığım kelimeleri bir kenara not etmeye başladım. Bunlar için Vaftizci Yahya’nın manastırındaki kütüphaneciye danışacaktım. Okumaya çalışırken metnin bir yerinde şöyle bir cümle gözüme çarptı: “Tanrının taşıyıcısının selamı üzerine olsun, ben Trabluslu Theodosios...” Bu sayfa Theodosios’un Küreler Üzerine’sinin bir parçası mıydı? Böyle bir şey olabilir miydi?
Şaşkınlık ve heyecan içinde cümleyi tekrar tekrar okurken Köse Kalfa kahve vaktinin geldiğini bildirmişti. İtiraz edecek gibi olmuştum ama bunun kendimi toparlamam için bir fırsat olduğunu düşünüp avluya çıktım.
Hay koca Theodosios! Böyle mi karşıma çıkacaktın? Senin kadar büyük bir alimin arkasına saklanmaya ne kadar devam edecektin? Peki şimdi ortaya çıkınca ne diyeceksin? “Takiyeddin’in sözleri benimkileri aksinden ibaret” mi?
Fincanı zarfına bırakıp gözlerimi göğe diktim. Bir kuzgun geçti, havada bir tur attı, sonra batı yönünde kayboldu.
Sokağa bakan kapının vurulması da bu anda oldu. Kapıyı açan kalfayı kenara iten yeniçeriler avluya doluştular. Başlarındaki konaktan çağrıldığımı söyledi. Üzerime kaftanımı alamadan, iki kolumdan beni sürükleyen yeniçerilerle paşanın konağının yolunu tuttuk.
O günden sonra bir daha ne çekik gözlü Köse kalfayı, ne avlusuna doyamadığım evimi, ne de Takiyeddin’in cildini gördüm.
YORUMLAR
Sebebi bende saklı, Rumca bana yabancı bir lisan değildi...zekice yazılmış bir cümle,tebrik ettim.Sürükleyici ve de acaba sonra ne oldu dedirten bir öykü olmuş.Selamlar.
İlhan Kemal
Teşekkür ederim güzel yorumunuz için. Saygılarımla.
Öykünüzü okuduktan sonra bir an pencereden dışarı baktım. "Keşke hiç kimsenin daha önce okumadığı bir kitabının yapraklarını çevirsem, her bir sayfada kalbim çarpsa, tarihe ışık tutacak bilgiler öğrensem" diye hayal ettim. O kadar güzel anlatmışsınız ki hala etkisi altındayım. Bir de yazılara, yazarlara ve okuyucuya kilit vurmak ne kadar korkunç bir şey. Tebrik ederim. "İyi ki okumuşum yoksa bir şeyler kaybedecektim" diyebileceğim yazılarınızdan birini daha okumuş oldum. Hep başarılısınız. Saygılarımla.
Aysel AKSÜMER tarafından 9/6/2011 7:39:36 AM zamanında düzenlenmiştir.
Aysel AKSÜMER tarafından 9/6/2011 9:39:00 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
diye başlayan bir kitabın sayfalarını yüzyıllar, hatta binyıllar sonra ilk çeviren olmak arkeologların mezar odasına girdikleri zaman hissettikleri duyguya benzer olmalı. Ben ikisini de tatmadım. Ama ümidimi de yitirmedim.
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Bir dönem insanlarının anlamsız yere yaşadıgı, ortak acıları hissettim satırlarınızda. Yüregınıze saglık, saygılarımla...
nuray telli tarafından 9/6/2011 1:36:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
lacivertiğnedenlik
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
köse kalfa ,büyük astronot ,zorla tahta geçirilen Theodosios
başını kaldırdın ve bir kuzgun geçti havadan
veba mevsimindeyiz beynimiz allak bullak
.
İlhan Kemal
Bu öyküyle Osmanlı devrine gitmiş oldum. Cildi okumak uğruna yaşadığı sıkıntılar...
Kürelerin düz zeminlere kaydedilmesi ile ilgili olan bu kitabın adı bilinirdi ama ondan bahsedilirken fısıldanması tercih edilirdi. Sultan Murad Han’ın sakıncalı bulup, rasathanesini yıktırdığı birine aitti. Kendi gibi kaleme aldıkları da lanetlenmişti.
Ama fazla merak sanırım başa bela olmuş...
İlgiyle , severek okudum. Devamının bekliyorum. Tebrikler, sevgilerimle...