Kavga
KAVGA
Kadını ayağıyla dürtükledi. Kapının önünde çuval gibi yığılmış olan kadının kalkacak hali yoktu. Başının üzerinde ışıl ışıl parıldayan avizeye baktı. “Kalksana! Hadi, her defasında aynı şeyi yapıyorsun.” Faruk kızgındı. Yüreğinde kadına karşı sunacağı sevgiden bir nebze olsun kalmamıştı. Tükenen ilişkilerini sürüyerek ilerletmeye çalışıyordu.
Büyük bir aşk ve tutkuyla geçirilen onlarca yıldan sonra geriye kalan bir anı yumağıydı. Sahra’nın bitmez bilmez istekleri ve kaprisleri hala devam ediyordu. İşte yine kavga etmişler, ardından her zamanki gibi kasılmış ve yığılmıştı. Donuk gözleriyle bir süre orada yatacak arkasından sarsılarak ağlamaya başlayacaktı. Faruk artık bunları kanıksamış bir robot gibi ilişkilerini sürdürüyordu. Savunmasız bir kadının yaptığı ufak numaralardı. Artık sıkılmış yeni arayışlara girişmişti. İşyerinde yeni işe başlayan kız çok hoşuna gidiyordu. Onunda gönlü vardı bu işe ama şimdi boşanmak için uygun zaman değildi. Arda lise giriş sınavlarına hazırlanıyordu. Gerçi geçen gün toplantıda öğretmeni çocuğun aralarındaki sorunlardan etkilendiğini söylemişti. Ah bu çocuk evdeki kavgalarımızı öğretmenine anlatmıştı.
“Sahra! Kalk kanepeye yat.”
Faruk mutfağa gidip ısıtıcıya su koyup çalıştırdı. Isınan makinenin kulakları tırmalayan sesi bütün evi sardı. Fincana kahve doldururken iş yerindeki kız gözlerinin önüne geldi. Onun vücudunu düşününce içi titredi. Onunla bir yolunu bulup buluşmalıyım, dedi. Yüksek sesle konuştuğunu fark edip sustu. Umarım duymamıştır diye içinden geçirdi. Fincanı burnuna götürüp gözlerini kapattı. Kahve kokusunu içine çekti. Gözlerini araladığında başı dönüyordu. Koridora çıkıp Sahra’ya baktı. Kadın kımıldamadan yatmaya devam ediyordu.
Ayağının ucuyla dokunup dürtükledi. “Hadi amma uzattın ha! Kalksana!” dedi. Sahra tepki vermiyordu. Kahvesini masaya bırakıp geri geldi. Kadını tutup sarstı. Kucağına alıp koltuğa yatırdı. Kavga ederlerken onu iteklemişti. Kapının oraya yığılan kadın bir süre ağlamış, sonra da susmuştu.
Kapı çalınca Sahra’yı öylece bırakıp kapıyı açmaya gitti. Arda okuldan izin alıp gelmişti. Faruk şaşkınlığını gizleyemedi. “Senin ne işin var bu saate?” diye sordu. Çantasını yere atıp üzerinden atlayan çocuk “ Bugün annem hastaydı. Onu merak ettiğim için erken geldim.” dedi.
“Annen hasta mıydı?” sesindeki huzursuz ton çocuğu durdurdu.
“Baba, annemin hasta olduğundan haberin bile yok. Dün başı çok ağrıyordu. Bu sabahta bana kahvaltı hazırlamadı.”
Faruk sabah kalktığında kahvaltı hazır değildi. Kadına kızmış, hakaret etmişti. Sahra, hastayım bile dememişti. Ona bağırdığında verdiği tepkileri düşündü. Aralarında sevgi kırıntısı kalmadığını gösteren sözler beyninde çınladı. Oğlunun söylediklerini duyacak halde değildi. Hızla odaya gitti. Krem rengi koltukta kolu aşağı sarkmış bir halde yatan karısına baktı. Bacak arasından sızan kan, beynine de sızmıştı. İş yerindeki kız gözünün önüne geldi.
“Baba!” diye panikleyen oğlunu durdurup karısını kucakladı. Koltukta kızıl bir leke kalırken Faruk “Arabanın anahtarını al!” diye seslendi.
Kırgınlıkları, hüzünleri, tartışmaları ikisini aşmış yüreklerindeki merhameti yok etmişti. Faruk karısına kızgındı. Her zaman bir şeyleri gizler, ona her şeyi anlatmazdı. Hamileydi. Bir kızları olabilirdi. En çok istediği bir kızı olmasıydı. Derin bir nefes alıp karısını arabaya yatırıp kapıyı kapattı. İş yerindeki kızı düşündü. Başka bahara kaldı diye mırıldanıp arabaya bindi.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.