Varlık Elbisesi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Evliya diyarı Bursa’da Kadı Mahmud isimli bir zat yaşardı.Hali vakti yerinde olan bu kadı,adaletin temsil noktasında mesleğini yürütmekteydi.Her türlü esnaf ekolünün sıkıntısı giderilmekteydi.Ahilik teşkilatı kurulduğundan itibaren ticaretin yüzünü güldürmüştü.İnsanlar iç ve dış ortamda huzurluydular.Çarşı içindeki ve dışındaki her insana kethüda nazarıyla bakabilirdiniz.Tam bir güven toplumunun egemen olduğu bu sahada,birlik-beraberliğin günlük gülbankı izlenmekteydi.Her gün bir önceki günü aratsa da insanlar gündelik yaşamda zikzak çizmemeyi gaye edinmişlerdi.
Bir yetimin gece boyu süren hıçkırıkları,devletin en üst makamını uykusundan edebilirdi.Yetimin karnı aç bir şekilde yatağa girmek istememesi,kapının az sonra tıklatılmasıyla son bulurdu.Kapı eşiğine bırakılan hediyede yetimin istedikleri olurdu.Yetim ağlamalarına tesellinin verildiği en güzide toplumdan birisiydi bu.
Kadı Mahmud adli işlerini yürütürken alabildiğine hassas davranır,hata yapma korkusunu içinde taşırdı.Huzurun esasında da bu vardı.Hoşlanmadığı bir şeyi görmek istememek,kaybolmasından korkulan hiçbir şeyi edinmemekle aynıdır.Bir yerde adalet rafa kalkarsa,bundan sonra istenilen her şeyin gün yüzüne çıkması bile fayda sağlamaz.
Bekir Efendi o beldenin fakir sakinlerinden.Gönlü toktur bu yörenin insanlarının ya,istemeyi de dışa vurmazlar.Fakirliklerinde bile tadı yerinde bir huzur hakim.Fakat içini yiyip bitiren bir hal var ki sıkıntısı da bunun cabası.Hanımı derdini anlamış gibi görünmekte:
-“Yine mi aynı dertten muzdaripsin ay efendi?”
-“Evet hanım,fakat bu yıl da hacca gidemezsem durum daha da kötü olacak.İçim içimi yiyor adeta.Oranın aşkı ve kendi derdim birleşince sıkıntıdan patlayacak gibi oluyorum.Bu sene de hacca gidemezsem boşsun!”
Nihayet hac mevsimi gelir.Bekir Efendi yine aynıdır,mal varlığında bir değişiklik olmaz.Hanımına söylediği bir çift söz vardır ki bu yuvayı yıkacak cinstendir.Çaresizliğin koynunda gözyaşları içerisinde bekler.Kapı eşiğinin sokağa bakan taşlık uzantısına oturup kara kara düşünmeye başlar.Saatlerini verir bu düşünmeye.Huzurlu bir yaşantı içerisine tekrar kavuşabilmek için adeta bir tılsım bekler.Ağzındaki bir söz insanı kündeye getirebilir.
Gönül insanları da hiç eksik olmamıştır bu devlet-i âliyeden.Asıl huzur kurnalarına koşmak isteyenler rotalarını buralara çevirmişlerdir.Selsebil halinde üzerlerine hep lütuf damlacıkları yağmış ve evleri gül bahçeleriyle bezenmiştir.Gül,onların sevgi adına medeniyet toprağı olmuş.Dikeni düşman bilenlere,düşmanla beraber yaşamasını öğretmişlerdir.Güle ise hiç zarar gelmemiştir.
Zamanın gönül sultanı ise Üftade idi.Fakir fukarayı gözetleyen,huzur sohbetlerinde katı nefis granitlerini eriten bir insan.Gündüz halkla beraber gece ise gözyaşları içerisinde Rabbisine arzuhal eden bir ruh insanı.Geceleri fakir yuvalara giden patika yollarından geçer ve halkın ne tür ihtiyaçları varsa onları anlamaya çalışırdı.İnsanlığa adanmış bir hayattı bu.
Kapı eşiğinde gözyaşları içerisinde oturan gönlü kırığın yanına gelir Üftade.Derin bakışlarını fakirin üzerine çevirir.Selam verir ve bir sıkıntısının olup olmadığını sorar.Bekir Efendi başını kaldırıp da bakmadığı için gelenin kim olduğunu anlayamaz.”Git başımdan be adam!” der isteksizce.Fakat bir anda kendisinin huzur hâlesinde olduğunu hisseder.Kimseye kızmayan,gücenmeyen bu bakışlar altında ezilir.Özür diler ve elini öpmek ister.Yokluk kapısının mimarı elini öptürtmez.Sorar çaresizliğin boyunduruğundaki bu insana:
-“Anlat bakalım halini!”
-“Efendim,bizler fakir insanlarız.Fakir olduğumdan dolayı da bir türlü hacca gidemiyorum.”
-“Şuan hacca gitmek ister misin?”
-“Ama efendi hazretleri,hacılar yarın Arafat’ta olacaklar.”
-“Şuan hacca gitmek ister misin?”
-“Bana öyle bir gitme arzusu geldi ki,bu sene de hacca gidemezsem hanımımı…”
-“Tamam,sözünün devamını getirme!”
Hâl anlaşılmıştı.Gönül yaralayan bir kepçe kâl bir kaşık hâle talebe olmuştu.Fakirin talebi son raddeye varmıştı.Üftade derhal eskici Mehmed Dede’ye gitmesini istedi.”O senin derdine derman olur!”
Eskicinin evine vardığında lahuti bir havaya şahit oldu.Evinden dışarı süzülen latif sesi dinledi.Eskici aslında yepyeni bir kalbin yolcusuydu.Kalp,kalp ile yolculuk yapacaktı.Üftade eskiciye göndermekle ne de iyi etmişti.Birden kapı açıldı.Aşk bakracıyla nur dağıtan ev sahibi tebessümüyle yolculuğa hazır olduğunu belli ediyordu.Narin bir edayla gözlerini kapatmasını söyledi..ve gözlerini açtığında bambaşka bir yerde olduğunu hemen fark etti.İnsanın ayakları yerden kesilirdi,ama bu kadarını anlayamazdı.Dert ile başlayan yolculuk derman ile noktalanmak üzereydi.Dert küfesini üzerinden atmıştı.Emanet bıraktıktan sonra da tekrar eskici Mehmed Dede ile eve geri dönmüşlerdi.
Peki nasıl anlatacaklardı bu olup biteni…
Bekir Efendi hac farizasını yerine getirmişti.Vakur bir edayla evinin kapısına tıkladı.Hanımı kapıyı açmasına açtı ama yüzündeki ifadeler ters istikametteydi.Tam altı gündür kaybolan(!) kocasını arayıp durmuştu.Tam ümidini kesmek üzereyken şimdi karşısında kocasını bulmuştu.Evdeki mahkeme şimdiden başlamıştı:
“Nerelerdeydin efendim?Aramaktan gözlerim başta olmak üzere tüm vücudum yoruldu.Sendeki şu bayram havasını aratmayan sevinç ise bana çok dokundu.Haksız mıyım yani aramaktan?”
-“Haklısın haklı olmasına ama sana diyeceklerim bunların da üzerinde bir mesele.Ben hacca gittim ve o mübarek beldeyi ziyaret etme şerefine nail oldum.”
-“Demek hacca gidip geldin!Yalan da buraya kadar söylenir.Söz sınırında artık bana diyecek bir şey bırakmadın.Seni hemen kadıya şikayet edeceğim ve diyeceğim ki:”Artık bu yalancı adamla yaşamak istemiyorum!”
-“Hanım,eğer hacca gittiğim yalansa,sen de serbestsin..”
Evdeki bu söz halkaları mahkemeye taşınır.Kadın konuşmaya başlar:
-“Kadı Efendi,bizler fakir insanlarız.Her yıl hac mevsimi gelince kocam üzüntüden yemek yemez olur,iştahı kaçar.Kendince haklıdır tabiî ki.Fakat bu sene garip bir durum oldu.Hac mevsimi geldiğinde yine aynı şekilde dert yumağına bürünen kocam,bana:”Bu sene de hacca gidemezsem artık boşsun!” dedi.Ben buna üzülürken kocam bir anda etraftan kayboldu.Altı gün sonra evin kapısını tıklayarak çıka geldi.Bana hacca gidip geldiğini söyledi.Yanında da eskici Mehmed Dede’yi götürmüş.İçimdeki bütün arzu inanmama tarafında.İnanmadım yani.Artık bu yalancı adamla da yaşamak istemiyorum ve boşanmayı ben istiyorum.”
Kadı Mahmud kadını pür dikkat dinlemiş ve bakışlarını Bekir Efendi’ye doğrultarak:
-“Hanımının anlattıkları doğru mudur?”
-“Evet doğrudur kadı efendi.”
-“Şahit olarak eskiciyi de dinlemem gerekir,ama önce sana soracak olduğum soru çok önemli.Nasıl olur bu yolculuk,altı günde nasıl gidip geldin?”
-“Ben bir şey yapmadım.Sadece Üftade himmet eyledi ve beni eskiciye gönderdi.Eskici elimden tuttu ve gözlerimi kapatmamı istedi.Gözlerimi açtığımda Mekke’deydim.Kendimden geçmiş bir halde olanları izledim.Bunlar doğrudur.”
Kadı şaşkınlık içerisinde eskiciye dönerek sordu:
-“Siz de mi Bekir Efendi ile Mekke’deydiniz?Peki nasıl yaptınız bunu?”
-“Biz bir şey yapmadık.Allahu Teala izin verdi ve Üftade hazretleri himmet etti.”
-“Akıl almıyor..”
-“Beni mazur görün.Şeytan Allah’ın düşmanı olduğu halde bir anda dünyanın bir ucundan bir ucuna gittiğini akıl alıyor da,bir Allah dostunun bir anda Mekke’ye gidebileceğini niçin almıyor?”
-“Cevabın düşündürücü,ama hukuken bir karara varmak için iki şahit dinlememiz gerek.”
Bekir Efendi söz isteyerek:
-“Efendim,diğer Bursalı hacılarla da tavaf ettim.Hatta bir tanesine buraya getirmesi için emanetler dahi verdim.”
-“Celseyi Bursalı hacıların avdet edeceği güne taalluk ediyorum.”
..ve şimdi arayış başlamıştı.Gönül kubbelerinin en üst yerindeki kurnaları yağmur tanecikleri ıslatmıştı.Tozlu çakıl taşları sular altında kalmış,bahar çimenleri toprak altından yeni bir yüzle endam etmişlerdi.Hüdayi,atını son süratle mahmuzlayarak aramak istediği yola doğru ilerlemiş ve gözden kaybolmuştu.Çınar ağaçlarının gölgesinde derin tefekkür eden yolcu bu olsa gerekti.Ayağının ağırlığı ile içindeki sönmeyen ateş bir varlık haline gelmişlerdi.Durduramadığı pişmanlık kıvılcımlarıyla bütün bu olayların simgesi haline gelen Üftade’nin huzuruna çıkmaya rıza gösteremiyordu.Eline almış olduğu ıslak toprağın yumuşaklığı ona tarifsiz bir serinlik vermişti.Hızlı bir hamleyle taze ağaç yapraklarının arasından ayrılmak istedi.İstedikleri bir cüzdan içerisine girebilecek kadar kalender sorumluluğundaydı,fakat,atı hareket etmiyor veya edemiyordu.Çünkü kayalıklara saplanmıştı.En yakın duyguları ile en yakın dostundan birisi olan atının aynı kaderi paylaşıyor olması boşuna değildi.Derin bir tavsiyeyi ve uyarıyı da buraya çivilemişti.
Yalnız başına ve gururunu kıra kıra Üftade’nin dergahına kadar ilerlemişti.Bu kapıdan sarhoş bile geri çevrilmemiş ve aradığı huzuru yakalamıştı.Merak salkımlarından birisini kopararak kapıdan içeriye girmişti.Baharın da getirisi olarak tarlada çalışan bir kalabalığa rastlayacağını aklının ucundan bile geçirmemişti.Her bir can, karınca hassasiyetiyle vazifesini yerine getirmeye çalışıyordu.Kendisinin sadece farklı bir konumda olduğunu hisseden Hüdayi,elbisesi tarlada çalışmaktan toz-toprak olmuş bir ihtiyara seslendi:
-“Üftade burda mıdır?”
Sorusuna cevabının verilmediğini anlayan Kadı Mahmud,daha baskın bir edayla tekrar sorusunu yeniledi:
-“Sana soruyorum ey ihtiyar,Üftade burda mıdır?Koskoca Bursa kadısı ayağınıza kadar geliyor ama sizin kılınız bile kıpırdamıyor!”
İhtiyar ,varlığın izzetini korumak için sırtını döndüğünde nur dağıtan mübarek yüzü,Hüdayi’nin günlerce süren yolculuğuna sükun veriyor..ve sormadan edemiyor masum bir cesaretle:
-“Bir hata mı işledik ki ayağımıza kadar geldiniz..?”
Sessizlik..pişmanlık..boşalan gözyaşları...
Elini öpmek istiyor Üftade’nin..kabul görmüyor başlangıçta..emellerin çıtası yükselmiyor bu demde.Hıçkırıklar bir ses oluyor parça parça:
-“Size talebe olmak istiyorum efendim.Neyim varsa feda edip bu kapının bendesi olmak..”
Beklediği cevap gelmiyor heybetli ağızdan:
-“Gidiniz kadı efendi..atınız dahi gelmek istemediğinden kayalıklara saplanmadı mı?Sizin anlı şanlı dünyanız var,sırmalı kaftanınızla bu kapıdan içeriye girmekle nerden düşünebilirdiniz ki Üftade’nin de böyle olabileceğini?Burası yokluk kapısı..bizim Rabbimizden başka hiçbirşeyimiz yoktur..!”
Bu cevap Hüdayi’nin daha da içini yakar..ateş körüklenir,gözyaşları ceyhun olur,akar da akar..ısrarının devamlılığını istemektir muradı.Muradı istemek olanların anıdır bu an.Kırık bir testi olduğunu anlar belki de.Sunacağı sadece pişmanlık ve gözyaşlarıdır.Nasuh tövbesi ediyor gibi çehresi ve hayat mevsimi değişmiş olan yolcuya bir mektup sunulur:
-“Peki..biz kabul etmesine ettik kadı efendi..Fakat yol uzundur,menzil çoktur,fedakarlık ister,pişmek ister,aşk ister.Olmak için ölmek gerek.Bundan sonra kadılığı bırakıp Bursa sokaklarında ahalinin hiçbir sataşma ve laflarına aldırmadan ciğer satacaksın!..”
Kayalıklardan azad olur atı.Nefsinin ve gururunun esareti altında kalmayı ise hiç düşünmez.Söz vermiş ve kabul etmiştir.Bu mektubu çok aziz bilip kalbinde saklamış ve hayatı boyunca da geriye adım atmamıştır.
Varlık elbisesi içerisindeki kadılığı bırakıp gönlün sultanları arasında yerini alan zirve bir insan haline gelmiştir..
Gürsel ÇOPUR
YORUMLAR
gurselc
Saygılarımla...
Bu kalemi okumayı seviyorum...Anlatım dili çok zengin...Ruha rahatlık veriyor...
Kutlarım değerli yazar...
gurselc
Manevi dokunun içine verdiği mesajın da özgünlüğünü katan değerli bir çalışmaydı...
kutlaıdm...
gurselc
Yazılarıma verdiğiniz önemi inkar edemem tabiki...
İyi ki siz edebiyat dostları varsınız..
Saygılarımla...