- 871 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
BİR GÖL HİKAYESİ
BİR GÖL HİKAYESİ
Doğu Karadeniz Bölgesine mevsimin ilk karı geçen yıl olduğu gibi bu yıl da 16 Ekim’de yağdı. Bu yıl biraz daha sert yağan kar, dağları etkisi altına almış tesirini Trabzon’da da hissettirmişti. Son birkaç gündür Zigana’dan gelen dağ rüzgârları şehirde kışlık kıyafetleri aratır olmuştu. Yaylalarda ise, dönme hazırlığında olan yaylacılar mahsur kalmış, karayollarının çalışmasıyla açılan yollardan köylerine inmişti.
Havanın mevsim normallerine dönmesiyle yağan kar eriyerek dağların tepelerine çekilmiş şimdiyse, doğada bir renk cümbüşü hâkim olmaya başlamıştı.
Böyle bir günde -21 Ekim 2007- Zigana dağının güney eteklerinde, etrafı çam ormanlarıyla kaplı küçük bir göl olan “Limni gölü”ne doğru hareket ediyoruz. Yol göle kadar devam ettiği halde aracımızı zirvede bulunan kayak merkezinde bıraktık. Amacımız oradan göle kadar beş kilometrelik yolu yaya yürümekti. Nitekim öyle yaptık. Zirvede sezonun ilk karına ayak bastık. Kar tuttuk. Kartopu oynadık. Ardından 2100 rakımlı zirvenin güney kısmından 1700 rakımda bulunan göle doğru inmeye başladık.
Kubitay’ın önerisiyle yol üzerinde bulunan hâkim bir tepenin sırtında mola verip “Gâvur dağları” diye adlandırılan karlı “Artabel Dağları”nı seyre daldık. Ciğerlerimize bol miktarda oksijen depolayınca bir hamlede göle vardık.
Gölü şöyle tarif edebilirim: Koyu yeşil bir ormanın içinde parlayan koca bir zümrüt taşına benziyordu. “Zigana köyü”nün “Saranoy Yaylası”nda 1700 rakımda bulunan zengin florasıyla, oluşturduğu doğal güzellikleriyle adeta büyülü bir izlenim oluşturuyor misafirlerinde.
Gümüşhane’nin Torul ilçesine bağlı Zigana köyü’ne olan ulaşımın rahatlığı göle olan ilgiyi artırıyor. Tekrar gelinmek üzere ajandaya not aldırıyor ziyaretçilerine. Kışın buz tutan zemininde yürürken yazın yemyeşil doğası, şimdi ise yağlıboya tablolarını andıran görünümüyle doğaseverlere eşsiz bir zaman yaşatıyor.
Yanınızda yiyeceğiniz nevale ya da sıcak içeceğiniz yoksa dert etmeyin. Orda bulunan tesiste gerekli ihtiyaçlar gideriliyor. Ayrıca yakın zamanda yapılacak olan restoran ve bungalov evlerle uzaktan gelen misafirlere konaklama imkânı sağlanacağı da söylendi bize.
Kubitay sağ olsun! Gezide mangal varsa o, bir ziyafete dönüştürür yemek işini. Grup sorumlusu Serkan ise böyle bir geziyi üstlendiğinden içimizde hayranlık oluşturdu kendisine. İkisi ihtiyaçları eksiksiz tamamladılar. Pişirmekse Ragıp beye kaldı. Ellerinize sağlık dostlar. Köftelerin leziz olduğunu söyleyip nereden alındığını sorduğumda Ragıp Bey: “Alınan yere değil pişiren ele bak. Marifet bendedir” deyince; aman dikkat et yenge duymasın, sonra mutfaktan çıkamazsın dedim.
Bu arada biz köftelerin Şana’da Özdemir kasabından alındığını belirtelim.
Her zaman olduğu gibi Tradost kulübü’nün gezileri sürprizlerle doludur.
Bu kez Dr. Ali Özkan sürpriz yaptı. Beraberinde gelen KTÜ Eğitim Fakültesi Müzik Bölümü’nde okuyan öğrenciler keman, kanun ve darbuka eşliğinde yemekten sonra göl kenarında müzik ziyafeti verdiler. Çaldılar, dinledik. Çaldılar, söyledik. Söylenmeyen bir o kadar şarkının da hatırı kaldı dilimizde. Ayrıca Ali Bey’in yaptığı tirsi ızgara parmak yalattı bana…
Her şey hoştu!
Hava güzeldi…
Tabiat keza öyle…
Bu güzelliğin iyiden iyiye tadını çıkarmalıydık…
Ragıp, Süleyman ve Ben
Güneşli bir hafta sonu sonbaharın doğada oluşturduğu muhteşem farklı tabloları görmek istiyorduk.
Bu niyetle gruptan önce yola koyulduk.
Zigana köyüne varıp orada bulunan sanat evini ziyaret ettikten sonra rotamız Torul-Trabzon yoluna inmekti. Tam yedi kilometrelik yoldu bu. Zigana dağından göle kadar da beş kilometre yürümüştük.
İniş aşağı toprak satıhlı yolda ilerlerken hala yeşil renkte direnen çam ormanlarını artık geride bırakmıştık. Her iki yanımızda sararmaya başlayan yapraklarıyla kavak, dişbudak ve kestane ağaçlarının arasında yürüdük. Kâh toprak yolda yürürken, kâh kestirme yollara girip çimlerle bezeli arazide fotoğraflar çektik. Sarı, kırmızı ve kiremit rengiyle ormanlara güzellik katan ağaçların yerini, köye vardığımızda aynı renkteki yapraklarıyla armut, elma, ayva ve ceviz ağaçları almaya başladı. Zigana köyü fazla kalabalık değildi. Birçok insan kente göç etmişti. Köyde bulunanlar bahçede meyve ağaçlarında kalan meyveleri topluyordu. Yaz yorgunu insanların artık yapacakları başka marifetleri yoktu. Bizse yol boyunca her çeşme başında durup yediğimiz köftelerin verdiği harareti giderdik. Kâh çoban köpeklerinden kaçtık kâh onlara taş attık.
Derede akan pamuk pamuk su şekilden şekle giriyor taşlarla oynaşıyordu. Cilveli bir raks edişti bu. Yol boyunca akan suyun müziğini dinledik. Derenin üstünü örten ağaçların yaprakları birbirini okşuyor, sarıyor, sallanıyordu. Öyle ki her taraf romantik bir fanteziye açıktı. Ama biz sadece fotoğraf çektik.
Gümüşhane-Trabzon servis yoluna vardığımızda her yanda derin bir sükûnet vardı.
Veda vaktiydi.
Güneş onca ışığına rağmen artık vadiyi aydınlatmakta zorlanıyordu. Böğürtlenler, kavaklar, dişbudaklar, elmalar, cevizler, ayvalar kestaneler, bütün bu bitkiler artık geceye emanettiler