- 1116 Okunma
- 13 Yorum
- 0 Beğeni
-Başlıksız-
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Kendi yalanlarımıza inandığımız an, hayat daha bir zorlaşmaya başlamıştı. Kederin inciteceği kirpiklerin var olduğunu bilmek zordu. Ertelenmiş ümitler, harflerin şeytansı ojeli parmak uçlarından bekleyişler, beyaz silinişlerde simsiyah karışık üşüyüşler... Her şeye rağmen beyaz kalmaya gayret gösteriyorduk. Bir ’of’ çekip derinden hem de!
Başımız dönüyor, durdursun biri dünyayı...
-Belki de ara vermen şart, sen daha iyi bilirsin.
-Ama Eylül, sen, ben seni yazmak istiyorum.
-Bu mu senin benden isteğin?
-Asla! Sadece seni sevgimi göstermek için. Olamaz mı sanki?
-Bilmiyorum, bilemiyorum, anlamıyorum, bilmek de istemiyorum. Sen bilirsin. Ben de bir şey bilmiyorum artık!
Yazmak için bekliyorum. Duygularımın yoğunluğundan dolayı mıdır nedir, yoğunlaşamıyorum. Duygularımı bir kenara fırlatıp yazmak da zor, yazmayı bir kenara bırakıp duygulara yoğunlaşmamda! Aslında iki türlüde yolun sonunda çıkmaz sokak varken, beklide delik deşik delişmenliğimde ikisini de üzmemem gerekiyor. Hem harfleri ısıtmalıyım yüreğimde, hem de duygularımı. Zorlanıyorum. İki türlüde çıkmaz sokak ve uzaklaşıp gitmek istiyorum kimselerin bilmediği mağaralara. Soğuk taşların üzerine kafamı yaslayıp uyuyasım var ashablar gibi. Farkındayım, gitgide uzaklaşıyorum insanlığımdan ve bu yabanilik hayret edilmeye dahi kayıtsız bırakıyor kendini.
Ağlamasını bilmeyen gözlerim soruları seviyor yeniden. Ruhumun uçurumlarından her saniye bir taş düşüyor ilham nehrine. Ölümün beklediği kadar bekliyorum sevmeyi, zaman el vermiyor. Aldanmanın en taze halini seçiyorum aşk pazarından. Koyulduğum yol, sefil duygularımın en siyah rengi. Islak çamaşırlar gibi dokunuyor hasretim tenime ve üşüyorum bir Eylül gecesi.
Sorular soruyorum çaresizce bir bank üzeri kendime. Âlemin keyfi yerinde filan da değil. Herkesin ayrı bir derdi, ayrı bir telaşı var. Aynı toprağın içine girecek farklı gezegenler olarak, ruhum çimlerin üzerinde ölüme satılığa çıkartılmış ikinci el bir can misali. Üşüyorum ve pejmürde bir astar dolanıyor dudaklarımın çevresinde. Susmamı istiyorlar, susup hep aynı vakitte giyindiğim tinsellik risalemin babında müellifi olamayacağım halis duygularımı incitmemi istiyorlar. Dayanamıyorum, sorulara başlıyorum.
-Çok dalgalı birisin.
-Biliyorum, seviyorum bu halimi.
-Sorularının fonksiyonlarında streslerin birebir örten…
-Belki de!
-Neydi ki soruların, aşk ile ilgili mi?
-Bile bile lades olmak gibi galiba. Senin mutlu olmanı istiyorum, oku sadece şimdilik!
Sevmeyi biliyor muyuz? Gerçekten bu mu hayatımızda çektiğimiz acıların açıklaması? Yoksa severken çabuk mu tüketiyoruz yüreğimizde alevlenen o sıcaklığı? Aslında ayrılıkların, bir gün nasıl olsa gerçekleşeceğini bildiğimiz için, ayrılıkları da göze alıp öyle mi sevmeye başlamalıyız? Sevmeyi bilmediğimiz için mi kaynaklanıyor ayrılıklar, yoksa ihtilal gecesinin sabahında ayrılıklar mı çıkar yol buluyor daha az üzülmemiz için? Her ayrılığın bir sebebi varken, sevmeyi bilmemek mi aşkı bize en yoğun yaşattıran?
Çarmıha gerilmem lazım. Hüsnünde edep ile gayelerim çok ırak da. Sorularım endeksli yüreğimin atışlarına. Aslında içtimai olarak ne kadar da çok sorun var! Ama hiçbirini tutamıyorum avuçlarımda; avuçlarımda bir köle, çalışmaktan değil, kıvranıp aynı destanı yazmaya çalışmaktan bitap! Ayaklanan tüm hislerim Eylül’e serenat mı yoksa yaşamaktan kaçış mı, bilemiyorum. Dingin ve sakin yağmurların altında sarımtırak ayrılıklar, buruşuk bir halde ceplerimde. Beni nevbaharlara taşıyacak bir kudrete ihtiyacım var. Asi ruhumda şehrayinli gecelerin karmaşası ve alıştığım denenmişlikler ardınca, artık aylar daha asırlık, daha bir ömürlük! Kimsenin sorması da gerekmiyor, her gidişler ardınca nasıl olsa hatırlanacak güzel hatıralar bırakıyor dimağıma. Küsüyorum Eylül’e.
Kendime musahhar eyleyebileceğim bir hayalde yok ortalıkta. Çok hayal kurduğum günleri de özlemiyorum artık. Hiçbir hayalimde randevu veremediğim için mutluluğa, yine öylesine bir düşkünlüğe emanet etmek duyguları, daha afili sanki! Başarısız birkaç dönemin peşi sıra hayallerin de sadık oyuncusu kalmamış âlemde. Bu yüzden gözlerimde aynı oyunu oynamayı seviyor. Kapandığı an biliyor ki; bir hatıra defteri kadar kimliksiz kalacak söylencelerim.
-Aşklar içimizin derinliği kadar…
-Senin içini seviyorum yağmurlu bir günde.
-Ben kimim ki?
-Bir şarkı…
-Nakaratım bol, sıkarım.
-Ürkeksin…
-İyi niyetli bir çığlık belki de!
-Bağırmak gerekiyor, değil mi?
-Kimsenin anlaması gerekmiyor!
Ve kendime kızıyorum bir anda. Neden Eylül’e âşık oldum diye sıkıyorum boğazından kelimelerimin. Eylül suçsuz, Eylül yitik bir sevgili başucumda. Bir gün gideceğini, bir gün gözümü açtığımda onun varlığının artık gerçekten çok uzaklarda olacağımı bilmeme rağmen Eylül’den kopamıyorum. Belki yeni bir ışık, beklide nevbaharlar için bir mukaddime ömürde. Ama kendisi bile solgun gözleriyle cennetine küsmüş. Her ne kadar ayakta kalmaya çalışsa da, aslında yapraklarının düşüşünü izlemeye dayanıklı hayatta. Omuzları artık kaldırmaktan yorgun düşse de hayatın zorluklarını, o güçlü, o bir dişi aslan kadar asil hayatında.
Biliyorum ki, en fazla bir asır sürecek hasretliğinde Eylül’e imrenecek tüm sevdalılarım. Böylesi sevdalar için hayat mesafe tanır mı bilinmez, ama ne zaman gözümü açsam gecenin en derin karanlığında, onu karşımda buluyorum. Aslında o biliyor çok fazla, dökülmek isterken toprağa, bir daha açılmak istercesine çiçeklerini hayata gülmek çok fazla! Ama sadık kalıyor hayallerime, hayallerinde belki de tutunmuyor güneş. Seviyor ama o da, seviyor geç kalmamayı daha fazla.
-Moralim bozuk!
-Biliyorum, farkındayım da. Aslında bir çare bulabilsem keşke!
-Ne çaresi bulabilirsin ki bana?
-Hiç, aslında varlıkta yokluk gibi hiç…
-Eee, o zaman nasıl bir yardım olacak bu?
-Yok ki zaten.
Mesela onun içinde teselliler arıyorum. Vitrinlerden gürültü çıkartıp yere düşüp kırılmaya muhtaç aynalar gibi, anlamsız kalıyor tüm teselli arayışlarım. Küçücük bir mabed buluyor Eylül kendine. Kendi nemini kendine saklayacağı, kendinden kaçmak istercesine, kendine sokulup, kendi teriyle hemhal olup, kendi coğrafyasında şehirler tanımlayıp, ülkeler kurduğu geceler oluyor küçük mabedi. Şarkıların gitarın akorlar arası hızlı geçişlerinde adaleti mevcut. Eylül sırılsıklam aşkın kendisine; dili, dini, ırkı, fikri, evi, filmi, rengi farksız birbirinden. Hasretinin en can alıcı yerinde karşısına çıkıyorum Eylül’ün ve altgeçitlerde ihtilal, surlarda yığın yığın taşların intiharları, bir de ayrılığın zor yanı; ‘olmamak!’
Bir gün olur umuduyla değil, olmuyor öylesi de yazmak da dahi zor! Şiirden gazele bir sızı doluşuyor gülen yüzüne. Gülünün kanatılmış yanında benden uzaklarda gezinen bir yerlerde, artık bıraktığı yerde ‘yalnızlığın hınzır uğultusunun’ dahi olmayacağı bir sevgi. İnsanların aldırış etmeksizin yaşadığını sandığımız dünyada hüzün coğrafyası, üzüm üzüm düşerken avuçlarımızdan yere ve ezilen aşk şarabının ilk mevsimi ‘ağlamalarda’ neden çığlığı…
-Galiba çarşafın kaç gün temiz kalacak…
-Neden ki?
-Anlayacak kadar zekisin, az heyecanını dinlendir bakalım.
Bir odasını mutlaka boş bırakıyorum yüreğimin. Bir gün geleceğini biliyorum ansızın, bir gün apansız ellerim kirli delidolu akşamın hüznünde. Mağrur bir dilencinin koluma çarpan yanında yalnızlığın saatine düşen ışık kadar, rüyama giremese de, Eylül’ün de bir gün beni öyle seveceğini biliyorum ve beklide onun gibi söylüyorum aşkları; ‘bir gün gerçekten sevdiğini bildiğim zaman ve buna inandığım zaman, artık ne zaman gideceğini düşüneceğim benden, her güzel sevgi gibi ansızın…’
Sonra yorgun düşüyor ve ’bırak’ diyorum, ’bırak aramıza yalnızlık girsin!’ Yağmurla bir kadın düşüyor pencere önüme Eylül bozkırında. Saçlarım aşka ıslanan bir gök gözlerimde, bir tuhaf geceler ve her sabah çok uzak! Ezanlarda duymak istediğim sesin karanlığa bulaşan yanında körkütük bir deneme tahtası; yüreğimin nemli yanı Eylül’ün gözlerinden akan yaşlar.
-Eylül benden uzak durma!
-Ama benden korkuyorsun aşık!
-Korktukça seviyorum, sevdikçe içim ısınıyor aşka, belki bu bildiğin gibi aşk değil gibi gelse de, aşk için aşkın kendisidir hesaplaşacağı yeryüzü. Ne zaman olursa olsun, hiç beklenmedik bir hikaye olacaksın benimle.
-Neden ben?
-Neden ben?
-Nasıl sen?
-Nasıl mı biz?
-Biz demek kolay mı?
-Kolay olan şey güzel olur mu?
-Gülüyorum.
-Biliyorum.
-Üzülüyorum bazen de.
-Farkındayım.
-Takıntılı mısın?
-Çok!
-Ne gibi?
-Ne gibi istersen.
-Nasıl?
-Ben bayramda bir şeker çocuğu, dudaklarında siyah çikolataların damlası, kirli ellerinde, dizleri kanamış, yüreği naif bir kitap. Şaşırtarak bozuyor zannediyorum kimyamı sevgi, oysa seni sevmek gibi yaşamak birkaç dakika dünyada. Gerisi hep aynı angarya!
-Neden?
-Her şeyi kalıbına sığdırmak kolaydır canım, ama kalıpsızlığın diğer yanıdır aşkın yalnızlığı. Belki de bu yüzden en çok yarayı aşk alır, biz alır gibi gözüksek de! Eğer Mikail’in gözyaşları olsaydı, şu anda yanağından akan damlalar kadar güzel olurdu.
Gece ki, en çok hüzün damlatıyor dudaklarımın çatlaklarından. Bir kalemde yazıp, bir kalemde silmek istiyorum gözyaşlarımı, hararetimde akan çilesel ızdırap terlerini ve de sabaha akan unutulması güç seni. Ah bir şairin sesi kadar yakın olsaydım sana Eylül, en azından anımsardın beni daha çok!
Eylül, bir şair geliyor sana şimdi. Hangi şehirde olduğunu bilecek kadar mağrur, onunla ilgili şiirleri okumayacak kadar da hüzünlü! Yastığının başucunda sonbahar yılgınlığı ve vakit yatmamak üzerine bir tövbe! Sana, senin kadar bir ‘yaşamak’ duygusu yakınken…
-Garip…
-Biliyorum garip olduğunu, garip olmayan ne var ki hayatta?
-Çoğu şey mesela garip değil!
-Aşkın filtreli ve filtresiz olanı hakkında şüphelerin var, anlıyorum.
-Ne demek o?
-Boş ver, her iki türlüde sonuçta gereksiz açıklamalar…
Hey, krizantem çiçeğinin zorlu kırmızısı! Kalp aşımı, sokağın önünde avuntuların mevcut. Kim bilir sabıkalı bir dilek başvurur kemençeli perilerin asalarının bıçak isteyen tırmıklarına. Anlamsız bir devamlılık mevcutken, ne diye aynı külün üzerinden bir hayat umuyorum ki! Kendi küllerimden, bir fidan çıkarmak mı zor, yoksa Eylül’ün bağrından yeni bir fidanı düşünmek mi? Ne acayip iş bu Eylül? Satıyorum veryansınlarımı edebi düşkünlerin sokağına. Badi parmağımdaki turna çoktan uçup gitti başka ellere. Aylardan Ağustostu ve üçte bire girmek üzereydi zaman. Bilmecelerin yağmurla avurtları taradığı, avuç arası kumlu kan sulanışlarıydı gökyüzünün çaresizliği.
Elimde değil! İstemeyerek erken geldim dünyaya, daha çocuktum oysa. Belki de bilmeden geç doğdum bilmek istemediklerime. Bildim ve istemedim, istemeyerek. Seranın içerisinde bir tek çiçek yoktu, bilirdim. Ama çiçeğin çok olması önemli değildi. Hepsini seviyordum, seviyorduk; ama birine kıymetli bir nefes üflemekti asıl olan. Bir şairin dediği kader çaresizliği üfler gibi; ‘ Sen benimsin ama ben senin değilim’ şarkısını çalarken otoyollarda. Oysa ne suçu vardı ki mısraların, müziklerin? Yüreği kanatmaksa mesele, zaten kanıyordu herkesin yüreği.
-Kaçıp gidesim var buradan, oradan her yerden…
-Olmayacağını sende biliyorsun.
-Bilmek keşke bu kadar acıtmasaydı, bazı şeyleri bilmek ne kadar da zor oysa!
-Zordur, bilirim.
-Sen niye sustun?
-Hiç, denizi bakıyorum.
-Ne düşünüyorsun, beni mi?
-Hayır…
-Peki neyi?
-Sensizliği…
Yazmak istiyorum, ama ne Eylül’ü ne de kendime dair bir şeyi adamakıllı yazabiliyorum. Sıkıldım daha doğrusu. Soruların imtiyazlı yüzü kıvranan bir simli şems! Yaşayanlar ve bekleyenler, Eylül küçük mabedinde, yapraksız ve kuşsuz bir visal ölüme. Daima koşsam da yetişemeyeceğim. Çünkü doğal olarak Âdem olmamızdan kaynaklanıyor; çabuk tüketiyoruz her şeyi. Bizde ilerletme yok mu diye düşünüyorum bir şeyleri, biz onları tüketmeden önce.
Cansız yatıyor gönül elbisem yeryüzünde. Paslı bir bıçakla hasret delik deşik ederken huzurumu, aslında gerçeği öğreniyorum daha bir fazla, eksiklerden uzakta.
Eylül, dol odana... Sana nasılsın diye sormaya bile korkuyorum, yaprakların düşerde, ağlarsan, ağlayacağımı biliyorum. Karanlıktan korkum da, olmazlığın yanımda… Hayalimde olduğun için, olmazlığın belki de!
Sana nasılsın demeye dilim varmıyor şimdi. Kalırken o kadar çok oluyorsun ki, bir çeşit delirme halinde yanıyor tutulacak dallar!
Korkuyorum Eylül…
Zaman çok zalim, isyan etmek istemiyorum.
Sırayla giriyoruz hüznün odalarına. Sana kal bile diyemezken, nasıl anlatabilirim ki sana?
Yağmurla gelen Eylül, ısındırdığın demimde tutunacak bir dal kır aşk fidanından…
İstemeyerek de olsa!
-Üzülmeni istemiyorum, ben Eylül’üm, çabuk geçerim, anlaman lazım.
-Bundan dolayı üzüleceksem ne ala! Keşke her üzüntüm böyle tatlı olsa.
-Emin misin?
-Merhametsiz mesafelerdir sevdayı büyük yapan, sende bilirsin. Ama ben neyi anlatmaya çalışıyorum, bilmiyorum.
-Nasıl yani?
-Ayrılık anlaşılır bir şey, aşk sürdüğü müddetçe.
-Peki buna nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Aşk sürer mi bir ömür boyu?
-Herkes ilk başta sürmez der, her sevgi aynıdır der. Ama candan yara gelmezse, o zaman bozulmaz sürer bence.
-Ayrılık dahi olsa mı?
-Ayrılık aşkın zühde erişi. Çünkü ayrılık, esasında kavuşmadır.
-Dokunmak değil midir kavuşmak?
-O görünen tarafı, ki o da olsa, aşk ayrıldıktan sonra başlar.
-Yani bir gün…
-Yani bir gün sen olmasan da, evet!
Sırayla ısırıyor tüm vefasız şartlar. Akrebim mi çok ağır ilerliyor, yoksa yelkovan mı yaşamaktan yorulmuş, bilemiyorum. Akrep, ne çok zehir akıtmışsın gözlerime, kapanmak istemekten başka açılmıyor! Soğuk terle akıyor, sopsoğuk… Letafet-i asliyeme sihirsiz imgelerle ile dokun Eylül!
Biliyorum, her şey yalan. Ama her yalanda gerçek bildiğim aşkın damarlarımdaki neşvesine dokun. Sığındığım o küçücük yüreğin güzelliğini sen de ben de gör! Ne kadar eksik de olsam, yanılgılarda kirli bir kırmızıya da büründürsem dünümü, gözyaşlarının en sıcak haliyle mutluluğa akabildiğini de ‘nenni’ seslerini kilitlercesine ömrün hüznüne, sen de büyü gözlerinle, akmak için yanağından yüreğine; yağmur yağmur!
-Eylül kimdi gerçekten? Kaçırdım orayı galiba…
-Sensin, bilmiyor musun hala?
-…
-Başlıksız- Yazısına Yorum Yap
"-Başlıksız-" başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.
YORUMLAR
3 Eylül 2011 Cumartesi 19:48:18
tebrikler,okudum okudum ,sanki kitap okudum :)
herşeyi ile güzel bi,r yazı idi.Kusursuz imlalar,vurgular,
bu yazıyı okumaya başlayana kadar hiç bir yazı ve şiirde dikkat etmedim imla ve kurallara.
Yazınızdaki düzen öyle kendisini öne çıkarıyorki;
dikkat etmemek,hayran olmamak elde değil.
Konu içeriği zaten başlıbaşına akıcılığını götürmüş sonuna dek.saygı ve tebriklerimle..