- 1556 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İFTARDA KOLBASTI
Güneşi kovalıyorum, ancak o beni kovalıyor gibi geliyor bana, ben hangi tarafa yönelsem benden önce bakıyor yüzüme, o halde bu işte bir yanlışlık olmalı, ben değilde o beni kovaladığı kesin… Nasılda bir konuşma bu diyenleriniz çıkacak biliyorum, ancak şuna inanın ki, ben de Temel gibi, birini sevdiğim de ya da sevmediğimde onun suretini karşıma alır ya onunla konuşurum ya da ona küfrederim, yoksa kimse yokken konuşuyor bu diyerek bana deli diyebilirler. Neyse yine sizler nasıl bilmek istiyorsanız öyle bilin ama ben bildiğimi okumaya devam edeceğim…
Bilirsiniz, ”Bir ülkede cisimlerin gölgeleri boylarından uzun ise, orada Güneşin batışı yakın demektir.” İşte ben Güneşin bu topraklarda yavaş yavaş batmaya doğru, yol aldığını sizlere söyleyerek, sizleri bir anda periktirmek istemediğim için, ben mi Güneşi kovalıyorum yoksa o beni takip ediyor diye başladım ki, biraz rahat olasınız diye. Çünkü birileri kalktı elinizdeki imkânları doğru kullanın, yakında çok kötü günlerle karşılaşırız diyerek insanları nefes alamaz bir duruma getirdi. Bende bu tecrübelerden yola çıkarak fazla nefes darlığına yol açmamak için, yumuşata yumuşata söyleyeceğim o zamana kadar alışmış olursunuz, neye alışmadık ki, onlara da alışacağız zaten.
Çok afaki konuştuğumu düşünenler çıkabilir tabi ki, afaki konuşacağım, afakta Var olanları herkes görmeye ve söylemeye cesaret edemez onun için söyleyeceklerim, hep afaktan çaldıklarımdır, haberiniz olsun, sakın kâhin olduğumu ya da gaybı bildiğimi sanmayın, sadece pozitif dünyada görünüp te bazılarının görmek istemediklerini anlatıyorum yeter ya ne söyleyeceksen söyle de, fazla uzatma kısa kes aydın havası olsun diyeceğinizi tahmin edebiliyorum, Vallahi biz ne zeybekler, ne aydın havaları oynadık ama kimsecikler bizim ne oynadığımızı düşünmedi ve bizden yana bakma gereği bile duymadı, çünkü onların çok işleri vardı hep meşguldüler, bizde şimdi horon tepmeye başladık, korkarım yakında toplum olarak kolbastı oynamaya başlayacağız o zaman ne Giresun ne Trabzon ne Ordu ne de Rize bu oyun bize ait biz onun patentini alacağız diye düşünmesin, çünkü patenti tüm ülkeye ait olacak rahat olun… Bir bayram öncesi insanlar çocuklarına ne alabileceklerinin ya da bir bayramı güler yüzle geçirebilir miyiz diye düşünürken birileri, fazlalıklarından Mısır piramitleri gibi kuleler yapmaya çalıştığı ve sokaklarda iftar adı altında insanlara şirin görünmek için masaları caddelere pazarlara sokaklara dizdirip yahu senin sokaktakiler mi kalabalıktı yoksa benim caddedekiler mi diye s…d…k yarışına girdikleri ve bunun adını da insanları kaynaştırma çalışmaları olarak birilerinin cebine cukkayı aktardıkları bir ortamda Güniz rekorlar kitabına girebilirsiniz, ancak şunu unutmayın ki, insanların kalbine giremezsiniz o zaman da ne olur bilir misiniz, kolbastı oynamak bu toplumun geleneksel oyunu olur. O zaman hangi mahallede oynayanları durdurabilirsiniz ki, ben Güneş batmaya yakın batı da sallanmaya başlamadan uyarayım belki birileri, binanın içinde Güneşin aşağılara doğru sallandığının farkında değildir, olur ki, bir faydası olur umuduyla, aydın havasından ziyade değişik oyunları tercih ederek ayak seslerim biraz fazla duyulsun istedim.
Ya aslında bu satırlarda dolaşmak hakikaten beni de sıkıyor ama ne yapalım, bazen mecburiyetten insan pasta bile yiyebiliyor işte mazur görün(!)son günlerde ortalıkta dolaşan fısfısı gazetelerinden tutun küresel medyaya kadar herkes bizim ne kahramanlıklar yaptığımızı tarih boyunca hep savaşlarda galip geldiğimizi NATO’nun en güçlü ordusuna sahip olduğumuzu anlatıp durmakta. Bizler de bu kadar övmeler karşısında şimdi bir iki marifetimizi göstermesek olur mu, elbette maharetlerimizi sergileyeceğiz, nerede olmalı bu diye merak etmeyin, İspanya arenalarında hep matadorlarla boğalar marifetlerini gösterecek değil ya, bazen bizim gibi kahraman boğalarda, Libya’nın kızgın çöllerinde, Suriye’nin gulam tepelerinde bir iki marifetimizi göstermek zorundayız boğalardan korkacak halimiz yoktur, menajerimiz ABD hep arkadan bizi desteklemekte, hiç kazanamayacağımız güreşlere bizi sürer mi, hem kendisi de bahis oynadı o kadar para koydu bir koyacak yüz alacak, yani bire yüz bu kazançlı oyunda bizden daha iyi matadoru kim bulabilir, iki şişirmeyle kendimizi jet hızıyla Libya’ya para taşıyan konuma sokar, hatta Kaddafi’nin kafasını getirecek matadora milyon dolarları ikramiye olarak verebiliriz, ancak dikkat etmediğimiz bir gerçek var boğanın boynuzu matadoru çenesinin altından takıp bir anda havada salladığında, Bizim menajer hemen yan çiziP ben paraları boğaya yatırmıştım derse şaşmayın…
Yukarda ayrıntılara dalmadan kısaca anlattığım oyunda boğamayız, matador mu, yoksa boğa bakıcısı mı bunu anlamakta biraz zorlanıyorum, her ne kadar afakta olanları iyi görsem de bazen oluyor işte, gözlerim iyi seçemiyor. Şu doktorlar yok mu onlar da çok fazla bir şey yapamıyorlar, aslında bunun sorumlusu ne benim ne de matadorlarımız, tüm suçlu doktorlarımız benim iyi görmemi sağlayacak düzeyde tecrübe sahibi olsalardı, işlerini iyi yapsalardı, ben de sizlere her şeyi anlatırdım. Yani ben masumum bunu bilin(!)Ben masum olduğum içindir ki, işini iyi yapmayan hastalıkların hangi virüslerden kaynaklandığını bilmeyen, ameliyathanede operasyon yaparken elektrikleri söndüren Şar telleri indiren tüm doktorların işine son verdim, nerdeyse ben doktorluk yapacağım, yeni cerrahlarımız yetişene kadar, zaten gittiğim her yerde nerdeyse ülke de tek cerrah ben varmışım gibi davranılıyorum… E öyle olmasa herhalde insanların öyle davranacak halleri yok ya…
Ya nereye gidecektik hangi yola saptık, hakikaten sapmak çok kötü bir şey, Allah kimsenin basiretini bağlayarak saptırmasın. Matador, boğa, NATO derken şimdi bir de yolumuz İran’a doğru giderse şaşmayalım, çünkü ışık doğudan gelirmiş, bizde bir bakalım güneş yeni mi doğuyor yoksa batmak üzere mi, onu anlamak için yoldan çıktık bir anda kendimizi İran’ın kebir çöllerinde bulduk ve de, ramazanın son günleri bayağı yorulmuşuz açlıktan ölmek üzereyken bir yerde mola verdik iftar saatini beklemeye koyulduk… Bekliyoruz da çölde ne su ne yiyecek olmadan nasıl iftar edeceğiz ki, birden kendimize geldik ve tekrar yola devem ettik, tam istediğimiz bir iftarlık, menajerimiz karşımız da bana gel bana gel bak sizler için ne kadar güze iftar sorası hazırladım, sizi o kadar çok seviyorum ki, sizin peşinizi hiç bırakmadım nereye gittiyseniz arkanızdaydım deyince biz kendimizden geçtik vay be biz de yalnız sanmıştık kendimizi diye hayıflandık, dakikalar yavaş yavaş iftara bizi taşırken sofra kuruldu, siz çok yorgunsunuz önce iftarınızı açın bizim inancımız her ne kadar sizinle aynı olmasa da size hizmet etmek bize şereftir diyerek bizi sofraya oturtup, sizin için bir çay demleyelim birazdan biz de geliriz diyerek menajerimiz yanımızdan ayrıldı. Bizde açlığın ve susuzluğun verdiği hararetle birden saldırdık, sofranın ortasında çok güzel görünen tandır kebabına elimizi uzattığımız anda içinden bir bomba patlayıverdi, hepimiz param parça bir oyana bir bu yana savrulduk, gülerek menajerimiz yanımıza geldi, ne oldu ya kesinlikle bunu bu çölün ortasına koyan Farslılardır. Onların size ne kadar düşman olduğunu biliyorsunuz diyerek bizim dost sandığımız menajerimiz yaralı bizi, farsların kucağına attı, ikimizi birden güzelce azgın boğanın karşısında ayakta duramayan yaralı matadorlar olarak bir boynuzunu bize diğerini farslara takarak kaldırdı siz kendinizi ne sanıyorsunuz, işte iftar böyle açılır öyle değil diye bize bir zokayı daha yedirmiş oldu. Tilkinin oyunlarını oynayan menajerimizin aldatmalarına takılırsak gölgelerimizle boyumuzu birbirine karıştırırız dikkatli olalım. Tilkiden bir kurnazlıkla aydın havası yapalım keselim, kolbastı oynayacak mecalimiz kalmadı.
Tilki bir gün bir ağacın altında ağzını bıçak açmayacak şekilde oturur vaziyette yatarmış, ancak karşındaki ağaçta asılı duran bir geyik budu vardır. Tilki çok aç olmasına rağmen ona hiç dokunmaz, orada bir tuzak olduğunu düşünür, birazdan açlıktan kıvranan bir kurt gelir tilkinin yanında durur. Tilkiye bu ne der, her halde bir buttur peki görmedin mi, gördüm, o zaman neden yemiyorsun, ben bu gün oruçluyum der… Buna tam kanaat getiren kurt buda yaklaşır, dişleriyle parçalamak isterken içinden bir bomba patlar ve kurt yara bere içinde on beş yirmi metre savrulur yerinden kalkacak hali kalmaz. Biraz önce yerinden kalkmayan tilki yavaş yavaş kalkar ve budu yemeye başlar, bunu gören kurt dayanamaz sorar, sen oruçlu değil miydin, evet oruçluydum, ancak biraz önce patlama oldu top atıldı ya işte iftarımı açıyorum der ve kurnazlığını bir daha kanıtlamış olur. Evet, dostlar biz kurt gibi yara bere içinde can çekişirken, bize menajerlik yapanların, Ortadoğu ve kuzey Afrika da iftar açacakları günler geliyor diye endişe ediyorum, inşallah bizim matadorlar, bu boğa güreşinde ya da iftar açmak için topu patlatan kurt pozisyonuna düşmezler, ancak afakta bunları görüyorum ve biraz olsun afakı okuyalım merak edenleriniz olmuştur dedim…
EROL KEKEÇ-
YIL:26.08.2011
SAAT:16.35-17.20
ÇENGELKÖY/İST
NOT:ORTADOĞU VE KUZEY AFRİKA’DA TÜRKİYE GEMİSİNDE BİR YOLCULUK....
YORUMLAR
100 satır yazıda 5 adet satır aralığı var... okuyanın dinlenmesi için bu sayı, yok denecek kadar az.
Bunu şöyle düşüne bilirsiniz; 100 basamaklı bir merdivene tırmanıyorsunuz ve 5 yerde merdiven sahanlığı(düzlüğü) var.
Bunu bir yorum kabul edersen de Sağol; etmesen de...
Sağlığınızı diler, Selâm ederim...
Kadir Yeter. Ağustos, 2011- TRABZON.
w.edebiyatdefteri.com/yazioku.asp?id=83452
TİLHABEŞLİ FİLOZOF EROL KEKEÇ