- 1256 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
GÜLE GÜLE ASUMAAAN! (anı)
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
GÜLE GÜLE ASUMAAAN! (trajikomik bir anı)
Yetmiş dokuz yılının keskin kıştan kurtulup, bahara yaklaştığı bir günüydü. Karlar erimiş, bahar özlemi ses veriyordu. Yatılı kaldığım kız öğrenci yurdunun kantininde çayımızı yudumlarken o gün okula gitmek istemiyordum...Ankara’ya bahar da gelse, içimizin pusunu alamazdı..! Olaylar, ölümler, kara haberler... ateş çemberinde taştan lezzet çıkarmaya çalışarak, dostluklardan medet umuyorduk.
Arkadaşım: ’Haydi benimle gel! Tez hazırlığım için psikiyatri polikliniğinde personel ve hastalarla röportaj yapacağım’ deyince memnuniyetle eşlik etmiştim ona... Okula gitmiyorum bari faydalı bir iş yapayım düşüncesinin ardına sığınarak- vicdanımı rahatlatmak için- peşine düşmüştüm arkadaşımın...
Psikiyatri Polikliniğinin ürküten duvarlarının arasında merdivenlerden çıkarken içimde ’okulumu asmakla iyi mi ettim acaba? ’ sorusu vardı..
Arkadaşımla önce bir kaç doktor ile kısa bir görüşme yaptıktan sonra koridorun sonundaki bir hemşire odasına girdik. Hemşirenin gösterdiği yerlere oturduktan sonra arkadaşım ile hemşire konuşurlarken ben de boşa bakan gözlerle etrafı inceliyordum... Odanın küçücük servis penceresi hastaların gezip dinlendikleri geniş bir salona açılıyordu. Biz konuşurken servis penceresinden kafasını uzatanlar, sağa sola meraklı bakışlarla içeriye göz atanlar, bize gülerek el sallayan çocuk tavırlı delikanlılar, hemşire kızmadıkça çekilmiyorlardı. Hemşire, bazen kızgın, bazen müşfik tavırlar takınarak cevap yetiştirmeye çalışıyordu onlara.
Arkadaşımla hemşirenin görüşmesi sürerken bir ara hastalardan ses kesildi gibi olmuştu ki; tekrar bir kafa uzandı içeriye. Çelimsiz ama sevimli bir delikanlı çevreye bakındıktan sonra beni görünce kahkahayı patlattı. Hemşire’ye dönerek:
’Buldumm! ’dedi ellerini birbirine çarparak...
Hemşire:
“Ne buldun Sinan?” Deyince, Sinan, “Bidakka!” işaretiyle pencereden uzandı, orada bulunan pikabın üzerine bir plak yerleştirdi ve düğmesine basarak sesin gelmesini bekledi... Orhan Gencebay’ın o yıllarda gündemdeki ’seni buldum ya! ’şarkısıydı üzerine koyduğu plak. Şarkı başlar başlamaz Sinan da bana bakarak, el kol hareketleriyle, yüzünün mimiklerini de konuşturarak şarkıyı söylemeye başlamıştı. Şarkı bitinceye kadar bir pencereden bir kapıdan görünerek, sadece bana bakarak söylüyordu şarkıyı. Hepimiz görevi falan unutmuş, Sinan’ın hareketlerini gülerek izliyorduk. Hemşire, birden bire kızgın tavırla pencereye ve kapıya doluşan, ona eşlik ederek el çarpan hastalarla birlikte Sinan’ı da kovalamıştı odadan ama iki saniye sonra Sinan yeniden pencereden kafasını uzatarak, suçlu çocuk edasıyla:
"Neyi bulduğumu anladın mı şimdi Nazire Abla?" Dedi.
"Anlamadım ne buldun Sinan?"
"Hayatımın aşkını buldum" diyerek beni göstermesiyle birlikte daha da gülüşmüştük.
Hemşire Hanım, sakin ses tonuyla: ’Tamam Sinan’cığım biraz müsaade edersen getireceğim sana hayatının aşkını tamam mı?” deyince Sinan ortalıktan sessizce kaybolmuştu. Arkadaşımla Hemşire, soruların cevaplarını hızlı hızlı tamamladıktan sonra sıra hastalarla görüşmeye gelmişti. Birlikte hastaların eğlendikleri salona geçtik.
Salonda okul sıraları, masalar, sandalyeler vardı. Koca koca adamların genel görünümleri, ilkokul çocuklarının teneffüsteki halleri gibiydi. Kimisi birbiriyle boğuşuyor, kimisi ağzı dolusu kahkahayla anlamsız tavırlarla gülüyor, bazısı elini yüzüne koymuş derince düşünüyordu.
Hastaların durumu ve yaşadıkları hakkında bilgi almak amacıyla sıranın birine üçümüz birlikte oturmuştuk ki koşar adımlarla Sinan tekrar geldi, beni ittirerek yanıma oturdu. Elini tokalaşmak için uzattı ve elimi bırakmadan:
“Adım Sinan.. 19 yaşındayım, lise mezunuyum, Sinoplu’yum...annemin adı:......,babamın adı:......’diye kimliğine ait bilgileri sayıp döktükten sonra masum bir edayla bana sorular sormaya başlamıştı. “Senin adın ne? Nerde okuyorsun? Nerelisin?” gibi birkaç sorudan sonra,
“Kaç yaşındasın?” dedi.
“19” dedim.
Ben yaşımı söyler söylemez neşesi ikiye katlanmıştı Sinan’ın:
“Seni buldum! Biliyor musun şimdiye kadar seni arıyordum ben. Yaşlarımız da aynı bak! Birbirimize ne kadar uygunuz değil mi?” diyerek tuhaf gülümsemesiyle:
“Hiçbir kötü huyum yok inan ki! İçki içmem, sigara içmem...mazim çok temiz vallahi… kimseye aşık olmadım şimdiye kadar.....” v.b. uzayan hayat hikayesinden sonra kulağıma yaklaşarak fısıltıyla:
“Benimle evlenir misin?” demez mi?
Bunun üzerine etrafımıza toplanıp bizi izleyen diğer hastalar, ağızlarını sonuna kadar açarak utangaç tavırlar içinde, ellerini yüzlerine kapatarak kahkahalarla gülmeye başlamışlardı…Sinan’ın gururu incinmesin diye gülmemi zor tutuyordum. Ona değer verdiğimi göstermeye çalışsam da salondaki kahkaha tufanı içimi kudurtuyordu. Sinan, kimseye aldırmadan “cevabını bekliyorum” diyordu. Masum yüzlü zavallı çocuğa nasıl davranmam gerektiğini, insani sorumluluğumla düşünüyordum..
“Tabi ki Sinan neden olmasın!” diyebilmiştim ancak... Benim olumlu cevabım karşısında inanılmaz bir mutluluk içinde hemşirenin uyarmasıyla başka bir sıraya geçerken:
“Seni bekleyeceğim…İki ay sonra, buradan çıkınca evleniriz tamam mı?” diyordu.
Biraz sonra benimle konuşmak için birbirini itekleyenlerden birisi oturduğum sıranın yanına yaklaştı. Sinan’dan biraz daha büyüktü yaşı. Mevsiminden önce solan yapraklardan biriydi galiba… Oturduğum sıranın üzerine minicik bir çiçek saksısı koyarak elini tokalaşmak için bana uzattıktan sonra gözlerini yüzümde bir noktaya sabitleyerek kendini tanıtmaya başlamıştı o da:
“Benim adım: Abdullah, soyadım:......., 23 yaşındayım…memleketim falan yer,...babamın adı:...., annemin adı:......” diye uzayıp giden özgeçmişinden sonra bir süre düşündü yüzüme bakmaya devam ederken. Daha sonra:
“Sana okuduğum okulun bölümünü söylemeyeceğim. Bu saksıya bakarak onu sen bileceksin!” dedi, emrivaki bir uslûpla.
Gülme krizine girmemek için kendime hâkim olma mücadelesi içindeydim. Bu soru üzerine şaşkın gözlerle:
“Allah Allah, neymiş bölümün? Botanik mi? ’dedim. Kafasını sallayarak
“Hayır!” dedi...
“Biyoloji mi?”dedim. Yine,
“Hayır!”dedi...
Bekliyor ve bileceksin diye diretiyordu...
Arkadaşımla hemşire de bu sorunun cevabını bulmaya çalışıyorlardı… İhtimal ki tuttururum diye tüm bölümleri saymıştım Abdullah’ın gönlü olsun diye. Matematik, edebiyat, fizik, kimya,... aklıma gelen bölümleri sayıyor ve hepsinden hayır cevabı alıyordum... Bir süre bekleyen Abdullah, inadından vazgeçerek yavaşça gelip yanıma oturdu ve doğu aksanlı şivesiyle:
“Sana torpil geçeceğim. Bölümümün adını söyleyeceğim ama bir şartla!” dedi...
Gülme bombasının pimi çekilmesin diye azami gücümü harcıyordum…
“Neymiş şartın?” diyebilmiştim gizlice kıkırdayarak.
“Benimle evlenmeye söz verirsen söylerim, yoksa söylemem” demez mi omuzlarını çocuk gibi silkeleyerek.
Artık gülme krizine girme vakti gelmişti… tut tutabilirsen kendini... İki dakika içinde iki evlenme teklifi almıştım... Arkadaşımla birbirimize yaslanıp kıkırdamalarımıza hâkim olamıyorduk artık. Fısıltıyla kulağıma: “Kız sendeki şu kısmete bak! Birisi benim yüzüme bakmıyor” deyince ben kendimi bırakmıştım kahkahanın kollarına... Sesimin çıkmasını önlemek için sessiz gülüyordum ama gözlerimden yaş geliyordu.
Son derece fakir bir ailenin çocuğu olan Abdullah, Ankara’ya gelip üniversite okurken hastalanması üzerine hastaneye yatırıldığını, Hemşire’nin fısıldamasıyla öğrenmiştim... Meğer Ziraat Fakültesi’nin Bahçecilik Bölümünde okuyormuş...İçler acısı durum karşısında ne yapılabilirdi ki?
Abdullah’ın bölümünü lütfedip açıklaması üzerine ona da evlenme sözü vermiştim mecburen(!) Ama Sinan gibi hemen kaybolmak nerdeee…! Evlenme teklifini kabul etmem üzerine kağıtlar dolusu adres, istek, telefon numarası v.b şeyler yazıp yazıp elime veriyordu...Onlarca adres ve telefon numarası yazdıktan sonra:
“Bunları gidince mutlaka ara ve selamımı söyle!... Sana her konuda yardım ederler tamam mı?” diye tembihliyordu beni.
Bizi dinleyen diğerleri ise birbirlerini itekleyerek birisi bisküvi, birisi şeker uzatıyordu elime; bir diğeri resim gösteriyor derken hangisine cevap vereceğimi bilemez olmuştum..
Onların dünyalarına ulaşmamın imkanı yoktu ama sevgiyle yaklaşmanın en güzel davranış olduğunu biliyordum… İçim acıyarak, mümkün olduğunca ilgiyle sohbet ederken arkadaşımın işi bitmişti. Gitmek için ayağa kalkıp hemşireyle vedalaşırken, deli dedikleri sevgi yoksunu bu insanlar koridorda en önde Sinan olmak üzere peşpeşe dizilerek, tren vagonu gibi birbirinin sırtından tutuşmuş halde bana el sallıyorlardı.
“Güle güle Asumaaaan..! , Güle güle Asumaaaan..! , Güle güle Asumaaaan..! ’
Koridor inliyordu seslerinden... Bu defa gülmek biryana bu manzara karşısında gözyaşlarıma hâkim olamamıştım. Çıkarken Hemşire Hanım:
“Bunlar kimseye böyle yapmazlardı. Siz güler yüzlü davranıp ilgilendiğiniz için sevindi zavallılar” demişti.
O günün benim için önemi öyle büyük ki. Aradan onca yıl geçmesine rağmen hâlâ taptaze duruyor hatıralarım arasında. O gündür bu gündür sevginin engin gücü üzerinde derin derin düşünürüm hep... O insanlar yeterli sevgiyi, ilgiyi görselerdi acaba bu duruma düşerler miydi?
Asuman Soaydan Atasayar
Yukarıdaki anımı 1.9.2011 tarihinde günün yazısı olarak seçen Edebiyatdefteri seçici kuruluna en içten teşekkür ve saygılarımı iletiyorum....hayırlı çalışmalar...nice bayramlara
YORUMLAR
Mükemmeldi canım benim, seni o yaşlarda tanımış, ne kadar güler yüzlü, sevecen olduğunu bildiğim için daha iyi anladım onların ilgilerini. Sevgidir her kilidin açarı; ama çok isteyip az bulduğumuzla yetiniyoruz. Sevgiler çok çok...
asuman soydan
sevgi saygı erdemin var olduğu her yer cennet
tebriklerim günün yazısına hayata kattığınız sevgi yürekli eşsiz cümle güzelliklere iyi ki varsınız çok değerli Asuman dost ..:)
sevgim saygım selamlarımla..
bayramınız kutlu olsun...
asuman soydan
Yazınızı keyifle okurken tam ortasında bir çay almadan keyif alınmaz deyip çayımı alıp içerek okudum. Öncelikle iyi ki o gün okulu asmışsınız yoksa böyle güzel bir yazı anılarınızda hala taze kalmazdı diye düşünüyorum. Yazınızla o tür rahatsızlığı olan insanların dünyasına götürdünüz beni. O insanları sevgisizlik mi bu hale getirdi bilemeyiz ama sevginin gücünün çok yüksek olduğu aşikardır. Zaten siz de o insanlara sevginizi vermeseydiniz sizi öyle uğurlamazlar ve siz de öyle duygulanmazdınız diye düşünüyorum. Okurken hem güldüm hem duyguladım. Afedersiniz ama ben de iyi ki yazdınız Asumaaaaan diyesim geldi. Saygılarımla
asuman soydan
Çok güzel, diri ve hayattan...Delirmek dediğimiz şey neki? İnsanın hayalleriyle, yaşadığı hayatın çapraz düşmesinden başka bişey değil. Bu çapraz düşüşlerin kaynağına gidildiğinde ve onarıldığında, çoğunluk için hayat elbette değişecektir. Fiziki arızaların neden olduğu sonuçlar elbette farklı. Tedavi edilmeyecek psikolojik hal yokmuş gibi düşündem hep...
Yürekten kutladım.Selam,saygı...
asuman soydan
Bir tebessümün ışıl ışıl yaşama gücü verdiğini, insana insanca değer verildiğinde yine insanın özündeki o masum çocuksu sığınma isteğinin, şefkat ve merhamet duygularıyla beslenen sevginin, karşısındaki insana insan olduğunu hissettirebildiğini, kısacası; sevginin gücünü çok yalın ve samimi bir anlatımla dile getiren son derece düşündürücü, sorgulayıcı ve kendi içinde çoğaltıcı , nitel derinliğiyle çok özel bir paylaşım!
Güne düşen bu gerçekçi paylaşımın değerli kalemi; dostum, arkadaşım ve Gülce' min nadide gül' ü sevgili Asuman ATASAYAR' ı içtenlikle tebrik ediyor, başarılarının devamını diliyorum.
asuman soydan
GÜLCE EDEBİYAT AKIMI' nın ÖNCÜLERİNDEN
Asuman Soydan ATASAYAR' ın nadide kaleminden enfes bir anıydı...
Tebrikler...
Teşekkürler...
asuman soydan
Sevginin en gücü ve dün ile yarının el ele tutuşan kardeşliği!
Güzeldi...
sevgimle...
asuman soydan
Mükemmeldi arkadaşım.
Paylaşım için teşekkürler, saygı öncelikli sevgiler.