- 697 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
GEÇMİŞ BAYRAMLAR
Bayram denilince benim aklıma ilk gelen şey bir salıncakta özgürce salınıp gökyüzüne doğru kuş gibi savrulup uçup yükselmek gelir hep aklıma. Ama nedenini de bu güne kadar hiç akledip düşünmemiştim.
Ne yazık ki, bu güne kadar bu şekilde yalnız ve sıkıcı geçirdiğim hiçbir bayram günü de yaşamamıştım.
Adeta bütün duygularım körelmiş, ruhum sanki beni terk etmek istercesine sıkılmıştı. Kaçıp kurtulacak bir yer arar gibiydi. O an da içime bir yalnızlık çökmüştü. Sanki o an dünyada bir tek ben kalmıştım. Bir tek ben yaşıyor gibiydim. Sanki bu gün bayram seyran değildi de tüm dünyadaki insanlık ölmüştü de cenazelerini kaldırmak sadece bana kalmış gibiydi.
Düşündükçe yalnızlığım artıyor. Dünyam da gittikçe kararıyordu. O karardıkça korkum artıyor. Korkum artıkça da büyüyüp kocaman oluyordu.
Peki, şimdi sizlere soruyorum. Çocukluğumda uçup yükselmeyi hayal ettiğim bayramların sevincine, coşkusuna bu güne kadar kutladığım bayramların hiç birinde ulaşamayıp her seferinde hayalde kırıklığı yaşatması bu gün beni ne hale soktu. Aklıma neler getirip neler düşündürdü biliyor musunuz?
Gelin hep birlikte bir okuyalım. Bakalım sizlerle aynı duyguları yaşıyor muyuz?
Kutlu sayılan bu özel günde insanı insan yapan tüm güzel duyguların coşup taşması. Gülüp oynamak için seyran edip hal hatır sorup gönül almak için yapılan o eski bayramlar hani nerde?
Gerçekten bu bayram, bana hiç bayram tadı vermedi. Hatta eşime dedim ki, madem diriler bize gelip hal hatır sormuyorlar. Bayramlaşıp bazı şeyleri bizimle paylaşıp büyütmek istemiyorlar.
Bazıları da ister gibi gözükseler de aslında onlarda istemediklerinden dinlenip tatil etme bahanesine uygun ürettikleri bin bir sebepten dolayı uzaklaşıp bayramlaşmamak için birçokları da tatile gidiyorlar.
Baktım, koca şehirde ne bizim gedebileceğimiz bir eş dost var. Ne de bize gelip gidecek olan bir eş dost var. Hepsi tatil yöresine gitmiş. Gelip giden hiç yok.
Ben de eşime dedim ki, mademki bayramlaşmaya bize gelip giden yok. Gel o zaman bizde seninle mezarlığa gidip ölülerimizle bayramlaşalım. Hiç olmazsa insanlığımızı hatırlayalım. Belki onlar bizi dirilerden çok daha iyi anlayıp mutlu ederler.
Gitmeye karar verdik ama bu seferde hanım rahatsızlaştı. Dolayısıyla oraya da gidemedik. Bu seferde kendi kendime dedim ki, bizimle bayramlaşmayı diriler kabul etmediği gibi ölüler de etmedi deyip içten içe hayıflanıp kendi kendime güldüm. Ve arkasından da kendime kendi sorular sorup cevap cemreye çalıştım.
Neler oluyor bize, nereye gitmeye çalışıyoruz. Çağdaşlık medeniyet bu mu? Neden biz, bizi bırakıp başkalarına gidiyoruz. Neden biz kendimizden ve bizi biz eden kültürümüzden, yapımızdan, özümüzden bu kadar çok uzaklaşıp kaçıyoruz. Sanki gittiğimiz o yerlere biz kendimizi götürmüyor muşuz gibi. Halbuki biz, kaldığımız yada gittiğimiz her yerde varız. Bizi bizden ayıracak bir tek ölümdür. Elbette Allah ölümü herkes için en geçinden en hayırlısıyla versin. Herkesin yuvasına geri sağ salim dönmesini diler ve isterim.
Ancak kendime sorduğum soruların tatmin edici cevabını vermem elbette ki çok zor.
Gelecekte ana, baba, kardeşler ile tüm akraba ve hısımlar arasındaki bağlarımız birbirinden kopup ayrıldı mı? Geri de ne insan sevgisi, ne millet sevgisi, ne vatan, ne kitap, ne peygamber ne Allah sevgisi, ne de bu birlikteliklerden doğup oluşan güç ve kuvvetimiz kalır.
Bunca asır çalışıp çabalayıp zar zor elde edilen tüm bu kazanımlarımız göz göre yok olup tükeniyor. Şimdi önemi görünmüyor ama tükendiği gün vay gele insanlığımızın haline.
Herkes tek başına bir buyruk, ne yaptığını bilmeyen birer fert olduğu gün her şeyi çok daha iyi anlayacağız. İnşallah pişman olmayız. Çünkü her geçen bu şekilde yaşayarak özgürleştiğini sanan insanlık alemi asıl tutsaklığın pençesine düşüp yalnızlığa doğru gittiğini düşünüyorum. Yalnızlığın sadece yaratan Allah’a ait olup kula ait olmadığını bilmeyenimiz de yok herhalde.
Peki, insan yalnızlaşıp yalnız kalırsa ne olur.
Dünyada yalnızlaşan insanlık her geçen gün var olan gücünü kaybeder. Gücünü kaybeden insanda elbette ki her geçen gün düşkünleşip zayıflar. Zayıflayıp düşkünleşen insanoğlu ister istemez her gün biraz daha cılızlaşıp güçsüzleşerek hayata tutunup yaşama gücünü, kuvvetini kaybederek güçsüzleşip zavallı bir mahlûk halini alır.
Halbuki bu güne kadar tüm insanlık alemini ayakta tutup yaşatan birbirine olan sevgisidir. Dünyayı mamur etme yönünde onlara çalışma azmi verip hayat dinamizmlerini oluşturup sağlayan güçte aralarındaki birliktelik ve paylaşımdır. Çünkü kendi aralarındaki birliktelikte oluşturdukları güç birliği, insanoğlunun görünen gücünü oluşturur. Kendi aralarında sevgiye dayalı oluşturdukları paylaşımla da diğer görünmeyen duygu gücünü oluştururlar ki, bu iki gücün birleşmesi de insanoğlunu dünyada yıkılmaz olan olağanüstü bir güç ve kuvvete eriştirir.
İşte bu güne kadar dünyamızı mamur edip bizleri medeniyete koşturup ulaştıran, insanca yaşayıp sürekli ilerlememizi ve nesillerimizin çoğalmasını sağlayan güç ve kuvvetin asıl temelini oluşturan yegâne tek güç kaynağı budur.
İnsanoğlu bu gücün kaynağını ta yaratılışından alır. Zamanla geliştirip olgunlaştırır. Olgunluk kazandırılıp güçlendirilen bu olgu nesilden nesile genlerde taşınır. İşte insanı ve bir milleti her şeyiyle güçlü ve yıkılmaz yapanda, zengin yapanda, asil ve yıkılmaz yapanda bu güçtür, bu kaynaktır.
İnsanoğlunda bu akan güç ve kaynak olmazsa bu dünyaya ve dünyadaki doğal yaşama karşı bir hiçtir. Dünyaya tutunup yaşama şansı da hiç mi, hiç yoktur.
İnsanlık bilerek yada bilmeyerek her geçen gün bu güç ve kuvvetten uzaklaşarak ayrışmaktadır. Herkeste biliyor ki bu ayrışma insanlığın sonunu getirir. Nitekim getiriyor da.
Zaman içinde bu güç ve kuvvetten ayrılan insanlığın sonunu, Allah ömür verirse çok yakında hepimiz hep birlikte göreceğiz.
Zaten yaşadığı hayatın farkında olan her akıl sahibi görüp izliyordur. Bu söylediklerimin doğruluğunun farkına varıp inanmayanlarda şöyle bir dünyaya ve doğal hayata bir baksınlar. Onlarda görecektir.
İnsanlık bilgiye dayalı elde ettiği teknolojik güçle dünyayı daha kolay ve huzur içinde yaşanılacak bir yer haline getirip doğayı kendine dost edineceği yerde tam tersini yaparak her geçen gün doğayı kendine düşman ettirmektedir.
Asırlar içinde bu güne kadar doğa karşı oluşturulan sevgi ve paylaşım gücünü kaybeden insanlık alemi, daha önceleri bir çok buhrandan geçmiştir. Ama ne yazık ki bu güne kadar hala kendine yetecek yeterince ders alınmadığı besbelli. Bakalım bundan sonra bu şekilde daha ne kadar ayakta durup insanca yaşamayı becerebilecektir. Bunu da bekleyip göreceğiz.
Hepimizin zaman zaman geçmişe yönelik özlemini çekip söyleyip dillendirdiğimiz hiçbir şey boşuna değil. Ama hepimiz de maalesef hiçbir tedbir almayıp bilakis olumsuzlukta daha hızlı sürüklenmek için akıp giden su üzerine düşmüş kuru yaprak misali öylece akıp gidiyoruz.
İşte hepimizin geçmiş bayramlara yönelik özlemle söyleyip dile getirdiğimiz şeyin özü, aslı budur. Çünkü bu tıpkı şuna benzer. Yaşlanan insanın gençliğine duyduğu özlem gibidir. Gençlik nasıl bir daha geri gelmez. Yaşlanıp gücünü kaybeden her insan buna üzüldüğünde olduğu gibi. Var olan gücü kaybeden her insanda geçmişini hatırladıkça işte böyle kaygılanıp üzülür.
Hâlbuki bayramlarımızı bayram gibi yaşasak hiç böyle kaygılanıp üzülmeyiz.
30.08.2011
Cahit KARAÇ
Şair, Düşünür ve Yazar