- 1089 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Mutlu Son
Hangi rüzgar uyandırmaz ki cüzzamlı bir sabaha? Derimi tutan ellerim ilk sahibinden nefret eder aynanın karşısında. Tek bir lakırdı bile buğu yapmaz, dönmez geri baştan çıkarsa bile ellerimin kocaman harfleri. Sen git desen bile gidemem, senin intikamın benim. Sevmek bunun için değerli ve uzak kalır ikimize. Aşk, ben seni kıymetlendirdikçe hafifleme noktasında, başka bir yüz gerekli aşık olmamak için. Sadece sevmek, seni ezbere yargılamak terli bir otel odasında... Bunun için seni hiç tanımamak gerekli, geçer gibi yapıp hayatından, kısacık bir zamanda solumak parfümünü. Vücudun onların şarkılarında bir nakarat, benim içinse sadece ruhuna yaklaşmak için bir kıskançlık ibaresi. Şiir gözlerine sadık, başkasına terk edip bana acı çektirdikçe ihaneti aklına getirmeyecek kadar üstelik. Bir şair gibi gizlice kabulleniyorum şiddetli geçimsizliğimizi. Sanki dünyanın bir ucunda sen, diğer bir ucunda benim Türkçem. Dilimin örtüşemediği bir anda sadece sana daha fazla bakayım diye koşuyor gibisin. Ya da benim hüsnükuruntum bütün bunlar. Artık sevmeye kalkışma beni. Bugün ya da bundan yıllar sonra... Ben aşkı çeyiz yaptım el değmemiş sütunlara, paragraflarımdan salıncaklar kurdum, salladım doğmamış çocuklarımızı. En çok sana benziyordu kızımız, oğlumuz da senin kadar dik başlıydı. Ben sadece üvey bir aşığım, hepsi bu kadar. Sevmeye sakın kalkışma, şiirler de küser sonra.
Ben yıllar önce daha sıkı tutunurdum hayata. Bilir misin kaç düşü bozuk evin çatısına anten dikti kelimelerim? Ben bile öğrenmeye yeltenmedim. Sevgi, bende emanet dururken güzeldi, bir sonbahar gecesini anımsatırdı konuştuğumda. Dinleyenleri kısa süreli bir yağmur ıslatırdı, biraz üşüme hissiyle sarılırlardı paltolarına. Sonra çokça gülümseme ve unutulmuş sevdiklerine iniltili bir sarılış... "Teşekkürler bize laciverdi mavi diye yutturan adam." Sonra herkes gerisin gerisiye giderdi. Ben küçükken daha cömerttim bunu bilir misin peki? İspatlayayım dilersen, kapat gözlerini. Gücün varsa ellerimi tut, şimdi acilen bak gözlerime. Sen küçüktün, mahallenin ip atlayan kızıydın, saçların topuz, gözlerin bilye kaplı... Büyüyene kadar bekledim seni. Aşkı kitaplardan öğrenmedim, ilk defa bacağındaki çürüğü okşarken sardım gözlerini. Sen ağlarken baban oldum. Sonra tuttum bugün tutamadığım ellerinden. Usulca evine kadar vardı ayaklarımız. Öptüm geçsin diye. "Sen geçer mi şimdi?" diye masumlaştırdın soluğunu. Kıpkırmızı parmak uçların, aşk mesafesinden çok daha yakındı nabzıma dokunduğunda. Baktın kendi renginde olmayan gözlerinle. Yüzüm çırılçıplaktı o an... Bütün iklimleri terk edip sadece seni giydim gözlerime. Artık sen... ilk ve son sen olacaktın yüreğimde.
Birlikte düştük bisikletten böğürtlenlerin kucağına. Dikenlerin kırmızı izlerini sildim çabucak, ellerim kuşandı berrak tenini. Gözlerinde kalmış mahçup bir gülümseme, kaçıyordu toplarken saçlarına dağılmış yeşilleri. Titredi tüylerin, kovaladıkça nefesini daha çok yaklaştı bulutlar üzerimize. Altında kaldık yıldızların, görünmüyorlardı henüz. Gitar püskülleri dolandı dilimize, yağmurun avuçlarında romantik bir şarkının melodisi. İlk defa komik bir şey olmamıştı gülümsediğinde. Bir kez daha baktım, güneşin kiremitleri yapışmıştı dudaklarına. "Unutmuşsun bacasını" dedim, kalbim düştü bu kez şöminesine evinin. Noel baba oldu kırpılmış sevgi cümlelerim. Hediyeni bekletmeden açtın, soluğun kasırgada sevişen bir hatırlatma, ayrılamadım. Gözlerin, sesin... Seni sana yazdım, kendimi fiil olarak kullanmakla yetinerek cümlelerimizde. Sadece sevdim, seviştim kusursuzca bisikletin şehvetli omuzlarında. Geri dönünceye kadar böğürtlen koktu dudaklarımız, çocukluğumuzun pişman olunmayan aşkı aldı isimlerimizi, yazılacak bir ağaç bulmak yerine, gövdesine kalplerimizin. O gün bugünmüş gibi...
En güzeli, kese kağıdının dibine uzanınca, ellerini kovalamaktı avuçlarımda sıkıştırıp. Kestaneci bakışlarıyla yakıştırmıştı ikimizi. Gülümsemesiyle dudak dudağa getirdi ve "Afiyet olsun" demesiyle başlattı kış gecesini. Kar sayesinde sığınmıştın kollarıma. İki büklüm karşı koyamazken soğuğa, beyaz üfledi ağzın sokaklara. Sigarasız dumanını telaşla biriktirirken içime, daha çok çekiyordum bedenini göğsüme. Bir elim ateşe son verdi, sıyırdı kabuklarını ve benekli sarısını uzattı öpücükten sonra. Sen hep kestaneyi sevdin ve onu severken de beni. Ama beni sanki biraz daha çok...
Öp beni, kendir koksun sicim yağmurlar bir başına. Kuşanmış zarif boyunlu bir tabanca, teneke içerisinde kocaman bir bağırtı. Bazen aşk, bazen gözyaşı... Tetik bir anlık öfke, hep bir sonu çağrıştırmakta ama şüphesiz ölüm kalım değil bu defa. Bir karar anı, pusu kurmuş sıcağı geçirgen dudaklarında. Dil ucunda nemlendirip tek bir mermi düşür bakışlarıma. Sana bakarken düştüğümü gördüğüm gibi bu kez, belki ilk defa kaçırınca gözlerini uyandırmaya çalış gün doğmamış yanlarımı. Haydi dokun ve gülümse suratımın namlusuna. Bir söz beklemeden sevimli bir adam ilan et beni ve yeni bir ilk asılsın omuzlarıma. Adı tüfek... Mermisi çok daha büyük, menzili sadece seninle sınırlı kalmasın. Gözlerimiz değdikçe aşk bir savaş, savaşsa kocaman bir barış getirsin hayatlarımıza. Bizi sahiplenen bütün sokaklar söksün kaldırım taşlarını. Birlikte yazalım kağıtlara Arnavut kaldırımlarını. Sevgilim diyorum, kulağın yetişiyorsa kalp atışlarına, bu defa kurşun sonrası el sür kanamalı bu hastaya. Yerde yatıyorsam ölmek için değil ilk defa. Masallar gerçek olsun, öp beni ve tekrar döneyim hayata.
Ama her ikimizde mutlu bir sonu hiç istemedik. Belki alelade bir bitiş olur korkusu içinde belki de gizli ve söylenmemiş bir oyunun iki kahramanı olmanın verdiği hazzı bölüşmek telaşı ile... Bir kez bile söyleyemedik, ruhumuz başka vücutlarda her fırsatta bağırıp çağırsa da bu gerçeği, biz ayrı dünyalardaymış gibi yaparak acıyla beslenmeyi tercih ettik. İttirilmiş bir sevda bu, ters istikamette ilerleyen. Paldır küldür olmadığı için yoksun çekicilikten. Aşkın gardrobuna girmesine ihtimal bile yokken, sen... Şen ol, adın gibi ve kısaltma kullan ağlamaya yüz tutarken. Çamurlu mahallenin paçalarına bulaştırdığı beneklere kızacağına, seni o yağmurlu havada evinden alıkoyana sor hesabını. Susarsın, bakışların bilmem kaç desibel. Zordur ayrı düşmüşlük, ayna önünden giyerken ayakkabılarını ilk defa itaatkar gelmezler, kaybolmuştur cilaları. Sonra asık yüzünü yaslarsın cama ve filmlerden çaldığın karelere sığdırırsın utancını. Engelli bir çocuk kadar çaresiz... O el ele tutuşurken bir başkasıyla veya durakta bir demet çiçek sonrası uzatırken dudaklarını o adama, yoklarsın kalbini yerinde mi yoksa yer mi oynadı yerinden diye.
Benim için ben olur musun diye kestirme bir yol seçtim, gittim en yakın arkadaşıma. Benim istememi beklemeden, benim yerime severmiş gibi yapsın diye seni, kusursuz bir rica hazırladım. Belki gözyaşlarını getirir kucağıma diye endişelenmedim bile yaparken bunu. Beni görmezden gelişini değil, hakkım olduğunu sandığım sevginin başkasının kollarında yorgun kalışını kopartırım bu şehirden diye daha çok istedim şişelerin koma öncesi söze başlayışlarını. Bu kez benim yerime bir başkası, uzaktan tanıdığın, benim en yakınımda olan bir adam... Tıpkı benim gibi sahtekar ve vurdumduymaz yassı bir taş denize fırlatılan. Ama işte bu adam, benim gözlerimin içine bakma zorunluluğunda bırakmadan seni, sana fısıldayacak sevgi sözcüklerini. Ben kıskandıkça daha çok öpmek için sokulacak ve saçlarıyla örtecek yağmurları ama bu defa sen kalacaksın olduğun yerde, ben ya da biz değil. Ulaşılamıyor aramadığınız bu aboneye.
Depresif bir hal bu aslında, kendimi utanılacak bir şeyin içine sokmak istemezken sahip olduğum her şeyde sıkılıp pandoranın kutusunda heyecan aradım. Belki... Arkadaşım benim gibi ismi şen olmayan, olağan, sert mizaçlı, kemik yüzlü bir adam. Söz onda, ben yokmuşum gibi davranırken ne söyledi acaba?
Gelmesini beklediğim satılık harp kutusunun içinde aldı mandolini ellerine. Bir yılbaşı gecesiydi, Fransa-Almanya cephesinde kan sulamaya verilmiş minicik bir mola. Sadece içki, müzik, dans ve dostluk... Aslında yapabileceğimize inanmamızı sağlayan ortak bir lisan türetiyordu taklidini yaptığımız bu kocaman sahne. Dostum düşmanım olurken, düşmanım ona dost diye yaklaşırken, ben her ikisinin müziğine sarılıp onlarda olmayanı ikram ettim. Bu görmezden gelme, barış veya iyi adam olma hali olabilir miydi? Üçü içerisinden bir tanesi bile değildi. Mola sonrasını düşünmeden ona, dostuma bıraktım ruhumu. Dediğimi yaptı sadece, ben oldu bir süre ve ancak kılığıma girdiği an konuşabildi benimle:
"Bir paket belki içtim, içtik, çektik nefesimize ve hafif dönen başımızı dinlemeye aldık somyanın arka yüzünde. İkiye bölünmüş ruhumun, senin için onu biriktirmesi kibarlık sayılsaydı sevinirdik birlikte ama bunu fırsatçılığın daniskası olarak sayacaktın, o yüzden yanına geldiğim zaman hiçbir şey olmamış gibi yapmaktı akıllıcası. "Ne gördün?" diye merakla uyanan gözlerindeki parıltıyı gerçeğin hangi birini söylesem koruyamayacaktım ki. Onu sevgilisiyle sarmaş dolaş buldum desem ki aynen öyle oldu, çok üzüleceksin dost ama bu alışık olduğun bir durum. Hanidir gözünün içine baka baka öpüşmenin keyfini çıkartmıyor mu sevdiğin kadın? Sanki seni incitmek için daha çok daha özenle yapıyor bunu. Ya gerçeğin de gerçeğini söyleyebilsem sana... O gitti, kaldım baş başa sevdiğinle ve fazla konuşmamıza bile gerek kalmadan yapıştık dudak dudağa. Ayrılamadım. Çok güzel mi kokuyordu? Evet. Çok güzel mi bakıyordu? Evet. Bırakamadım dudaklarını, affet. Üstelik bu durumu istemesinin nedeni beni çekici bulması yerine, benim senin en yakın arkadaşım olmamdı, bilmeme rağmen daha çok istedim onu, alet oldum seni incitmek için sarf ettiği çabaya. Özür mü dilerim şimdi? Dilesem de kabul etmen tekrar ve daha büyük arkadaş yapmaz bizi."
Yokmuşum veya kabullenilmiş bir ölüm ayrılığım. Düşmüş omuzlarından hayatın. ama kahrolası bir pes edişle değil. Baktığı her şeyi iki hatta üç farklı algıya katlanarak kabullenmek... İşte tam olarak bu. Bütün sesler bir başkalaşım. Anımsamaktan korkar, korktukça cesaret bulaştırır ve sırf o yaşıyor diye mutlu olan üç beş kişi için iyiymiş gibi yapar. Ya uzaktakiler? Bırakalım ölü ya da cansız bilsinler. Senin gibi ve kadar öfkeyle nefret etsinler. Vicdansız bilsinler. Dudaklarında akıtmadığı yalanı, doğruların üstüne sürsünler. Ama bu adam her şeyini kaybetse de mutlu bir evin en mutsuz takipçisi olarak gölgede bekler, sokak lambalarında içine çeker çakmak vedalarını. Yara...Delik deşik... Ama hala sevdikleri için ölü bir adamın ruhu gibi arada bir dolaşmakta. "Böyle say beni" diyebilmeyi ve dedikten sonra bir daha seni hiç görmemek üzere çekip gitmeyi çok isterdim. Ama gidemiyorum işte, tıpkı yaptığın her şeyi ihanete ve işkenceye yakıştıramadığım gibi. İncinmenin aşka mola vermediğini anlamam için bir başkasının yerine geçmeme lüzum yoktu üstelik. Ben de benim arkadaşım olsam... Öyle çalsam kapını, ellerimin gürültüsüne müsaade etmeden sarılır mısın bana? Daha fazla konuşturmuyorsun, sağ elinin avucunu gezdiriyorsun yüzüme bir badana fırçası gibi. Bu bir söz vermedir aşkın hiç kurulmayan cümlelerinde. Evet, çıkıyorum kendimden şimdi ve geliyorum almak için kollarıma seni...
Gece yarısı merdivenleri. Hayatsız, buçuk yalanlarla birbirini avutan insanlardan biri."Sadece beni sür gözlerine" diyemem, bencillik olur ötekilere. Arabanın koltuklarına dokunuyor avuçlarımız, öylece bakakalıyor iskeleyi aydınlatan ışıklara. İçinde bir adam var rüzgarın. Şarap şişelerinden takip ediyor elini sürterek geçtiği bakışsız evleri. Sonra bir diğeri daldırıyor gözlerini sulara. Parmaklarından sarkıyor balığın itirafları. Kelimeleri uç uca ekliyor iskelenin kokulu tahtalarında, ama çözümsüz ruh hali hat safhada. Açıyor güvensiz kapıları, evler hala mahkum tövbeye. Bir kuş olacak içlerinden bir tanesi söylese... Ama yok, "Evde yokuz" gibi davranıyor beyaz florasan lambaları. Pencereleri kapatan perdeler üç maymunun ilk parçası. Başka bir adam lamba altlarında sıyırıyor yüzümüzdeki aşkı. Mutsuz, kalbinin en turistik bölgesine yaklaştırıyor evleri. Sokak sokak, fersah fersah bağrına düşüyor yalnızlıklar. Öykü çok ama arasına alacak bir tane güler yüz yok. Konuşuyor adam kapatıp çakmağını. Karşısına bir adet hiç kimse alarak sadece konuşuyor. Çünkü mutsuzların tek sığınağı cümlelerdir, oysa mutlu evler ise her dem suskun. Kendi içlerinde yaşarlar kahkahalarını, sızdırmazlar kapısına ulaşsa bile elleri var yok kılıklı adamların. Sever yabancı, aşık da olur sevişir de savaşır da yeri geldiğinde. Gözleri olmadan anlatır sigarasından çaldığı zamanları, çünkü mutlu evlerin yoktur paylaşacakları. "Mutlu musun kollarımda?" Güzel gözlerinin altına kapanıyor dudaklarım. Tutunuyorsun omuzlarıma. Çürütmeyi göze alarak sıkıca. Sen ısırdıkça değişiyor algım. Deniz akıyor göğsümden aşağıya. Dalgaların mütevazilikten uzak, kabalaşan temaslarını sarıyorum bedenine. "Özgürleştir" diye bir çığlık atmana müsaade et etmeden ilk özür çıkıyor dudaklarımdan. Tavanına tutunuyorum ve özür sonrası dumana buluyorum tenini. Ateş altındayız tekrar. Pişmanlıktan faydalanarak hafifleyecek cezamız. Yüz başka, derisi değişmiş aşk daha bir başka. Teker teker sökülüyor yıldızlar, sırtına vuruyor her bir nokta. Tırnakların kaldırıyor derimi ve gözlerim hala o su kıyısında. Okşarken söz duvarların, boynumda bitiyor mor halka. Seviyorum ama sevdiğim için değil bu sefer. İstiyorum...İlk defa yazmak için değil, sevmek için tutunuyorum vücuduna.
YORUMLAR
Sevmek adına yazılmış ...sonuna dek ilgiyle okudum.
Yorumlarınızı açmanıza sevindim.
Tebrik ediyorum, sevgilerimle...
Umut Kaygısız
Son derece başarılı. Yılmadan işte böyle büyük bir başarıyla yazmalı yazar...
Kutluyorum.
Umut Kaygısız
Hayat en sıkı tutunduğumuz yerde düşürür düşlerimizi aslında...
Sonra cümlelerden bir ip gerip nefes almak için çabalar başlar ...
Kutladım çok değerli kalemi...
Umut Kaygısız
Mehtap ALTAN
Ben sadece şiir denizinde kulaç atarken beni nesirin okyanusuna hem de kulaç. atmayı bilmediğim bir dönem de attı... Bir bakmışım gerçekten içimdeki gizli dünyanın kopamayacağım bir parçası olmuş nesir...
Bu yüzden ki sayfaya düşen her yorum eleştiri ve düşünce kalemimize sunulan en cömert katkıdır...
Yani farkındayım:)
Sevgimle...
ve sonra
temiz sayfalara yazılır şiirler
kola zaman takılmaz aşklarda
aşk kaygı değil umut olur
masumiyet yalanlarla avutulup savurulmaz
ve mutludur tanrı
aynalar yırtılmış
buluşmuştur iki gerçek beden..
günah çıkarma gibiydi
bir arınma ayini
çokca beğenim ile
tebri ederim
iyi bayramlar dilerim.
Umut Kaygısız
Yazınızı beğenerek okudum.
Tebrik eder, başarılarınızın devamını diler,
saygılarımı sunarım
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Güzel bir öyküydü ama dikkatimden kaçmayan bir konuyu size sığınarak söyleyebilir miyim .
Sanki odak noktası hep tensel temas gibi geliyor bana . Yoksa hayatın odak noktası mı ?
sonuç tabii ki birlikte olmak ama , işte ..Anlatamıyorum galiba .
Öykünüzü severek okudum . Bu yazdığım küçük bir ayrıntı , sizi kutluyorum selam ve saygılarımla..
Umut Kaygısız
Önce yüreği sonra kalemi konuşturmak bu olsa gerek. "Mutlu Son" çok güzeldi her zaman ki gibi. Kutlarım Umut Bey. Selamlarımla.
Umut Kaygısız
Bir tek cümle kursam, yalnızca birkaç cümle.Bütün hislerimi tercüman edebilsem onlarca cümleyle uğraşacağıma.Bir kez dokunsam satırbaşlarına...İçime dönsem ve söylesem ki; on binlerce kez gerçek bu değil diye.Ben,evet bu gece ilk kez bütün gereksiz cümleleri külfet bırakmayacağım orda burda.Uzunca bir zaman dinlenmeye ihtiyacım var sanırım; elleri yorgun düşmüş kalem tutmaktan.Gece uyumadan önce hiç olmazsa bir iki satır bir şeylere karalayabilmek için.
İlk defa bir yüreğe tutunmak,dokunmak ve tüm egolarımı bir kenara bırakıp sadece ihtimallere bıraksam yakınlığı.Yazmak için değil de sevmek için dokundursam ellerimi...
Nasıl bir son çizebileceğimi değil de nasıl bir sona koşacağımı bilsem.Bütün bu soruların beynimde tur atmasının sebeplisi bir yazı.Onlarca dağınık düşünce;toparlanmaya ihtiyaç duyan; hücreleri fena durumda bir beyin...
Sanırım bu yazının üstüne bir de yağmur yağacak burda,gel de dokunmasın sözcükler,gör ki ihtimallerle sabaha kadar uyuyamamak.
Bu sefer anlatabilmeye de yetmiyor ne yazık ki sihirli kalem'im...