- 1748 Okunma
- 6 Yorum
- 0 Beğeni
Eylül'e Bir Mektup...
Tarih: Yakın bir zaman
Ellerinin çocuksu yanıyla, Eylülleri yakıveren gönlüm,
Sen bu mektubu okurken, ben martılara simit atarım belki. Kim bilir, belki de yıldızlara seyre dalıp, hayat adına tüm başarısız denemelerimi düşünürüm.
Kabuk bile tutamayan yaraların hatırına kalemimle son bir kez daha raks etmek istedim. Gönlüm sayfasında hilkat abidesi bir hülyanın izdüşümü şu an. Parmaklarımın arasında dans eden bir güzel, uyku harflerimden ’hoşgeldin’ çığlıklarını boşaltırken, gündüz gözüyle ayrılmaların ekmeğine ait o sıcaklığı damağımda çiğniyorum. Geceye az bir vakit kala, aynı şiirlerin yerlere düşüp de, paramparça olduğu bir zamandayım.
Esrik kalışlarıma sebep arayan baş ağrılarıma mı kızayım, yoksa vücudumu baştanbaşa ağrılara salık eyleyen sıkıntıların kavgasını mı varıp kafa tutayım, bilemiyorum. Yanılgılarım bir zaman kış paltolarındayken, şimdi çıplaklığın sanrılar cennetinde beşik sallayan gözleri nemli bir devim. Güzel gülmeleri olan, sevecen biriyken, gülmelerle yaşarken; oysa şimdi dikenli bir acıyım. Sanki her şeyim kederim.
Hece hece parmaklarımın destan yazmak için uğraştığı günleri hatırlıyorum da, ne garip bir tutkuya kapılmışım. Otel odası güncelerimde romanlar yazdığım mevsimlerin sonbaharlara tutuluşunda, ne kadar da yalnız kaldığımı anladım. Gecenin genç sesinden, yaşlı dünyaya ait hikâyeler dinlerken, çoğu zaman ayağa kalktım. Ama ayağa kalkmamın sebebi de, bir daha kalkamayacağım günler için özlemek talebiymiş. Nereden bilebilirdim ki!
Her sonun yüreğimde darağaçları kuruverdiği şehirlerim oldu. Dışarıdan ’olmadı ’gözüktü, ’yaşamadı’ dendi şahsım içim. Her sızıda yitirilen bir ümit varken, nasıl olurda bu hayrete ben de ortak oldum, bilemiyorum. Yazımdaki mürekkep kokularını alma isteğinde, bayatlaşmış günlerin ense köküme şaplatıverdiği günahlar oluverdim. Kurşunları sıktım her defasında şakağıma. Kimse anlamadı. Anlamaktan uzadı yaşadıkları için değil, herkesin anlaşılmasını istediği hisleri olduğu için. Elleri gül kokan çocukların özleminde günahlar işleyen büyükler işte! Sevgisiz bir hayatı ben kabul etmişken, her defasında aynı sihrin gölgesiyle oynaşıp durdum. Çok zaman geçti, keşke her şeyin farklı olmasını dileyecek bir inancım olsa!
Sonra bir çizik attım. Şimdi o çiziğe baktıkça, ne kadar yanlış yaptığımı anlıyorum. Hayat ’şaka’ değilmiş. Hiçbir kelimenin sıfatına sığmayan bu âlemde, hep kendi derdimde olup, derdimin kendisinde bir kalem kullandım. Ama bazı şeyler için çok geçmiş gerçekten. Özellikle de ’ötekileri, öteye yerleştirme’ adına çabalarımın başarısız olması. Her defasında bir insan aynı hezeyana uğrarsa bunu daha iyi anlıyor ve kelimelerinin manasını dahi kaybedebiliyor.
Mesela aşk derken utanıyorum. Evet evet, gerçekten utanıyorum. Kendimi layık görmediğim için bir yana, sana boş geldiğini filan söyleme girişiminde dahi bulunmuştum. Oysaki biliyorum; aşk boş bir şey değil. Esasında aşk dediğin, bir can seversin ve sana duaların ruhi makamda sığınak olur. Onunla hayata bağlanırsın aslında. Yaşamak sevincin o olur. Ne zaman uzak da olsan, aşkının narıyla yanıp tutuşursun. Ama aşkın da edebi var, aşkında yaşanabilir olması adına, insanın gayret etmesi gereken ve uyması gereken düsturlar var. Beş para etmeyen yalnızlık mabedinde, onun kadar etkili derman, ilaç da yok. Fakat bizim modern dünyamızda aşkı dahi putlaştırdığımız için, öznelerimizi yitirip; sesimiz ve soluğumuz kesiliyor. Aşk, sonu ayrılık olan bir yol olarak biliniyor. Ne kadar kahpece bir düşünce! Kendimden utanıyorum. Yol devam ediyor. Ben aşka, aşktan bahsediyorum. Ne garip!
Mühürlü bir yalan atmaya ve de onu tekrarlamaya bayılıyorum. Aslında çoğu insan da benim gibi. ’İyiyim’ diyoruz hep beraber. İyiyiz ve yaşıyoruz. Bilmediğim bir yalan varsa, sen bana keşke söyleyebilseydin. Ama düşünüyorum da, ’kanayan yerimi hiçbir kimse bilmiyor’ diyen genç bir kızın yaslı gönlü gibi, hayata ikide bir yağmurda indirmek istemiyorum. Asıl yağmur ahrette. Dünyada soluklandığımız uhrevi sokaklarda da bunu hissedebiliriz, ama esas olan orada! Bu yüzden yağmurun sesini dinlemek gibi, nasip olmamış güzellikleri senden talep etmek de, talep edilmemiş bir istek olarak kalacağını düşünmek de gerçekten zor. Bir patlama var sanki kulağımda şu an ve ben düşünüyorum sadece; ’hiçbir şeyi.’
Kılcal damarlarımda flaşlar patlıyor şu anda. Attığım çizikler, yaptığım yanlışlar, karşımda Nemrut dağı. Sana yazacak bir dünya şey var aslında. Ama ne halim kaldı düşünmeye seni, ne de postacıların benim mektuplarla uğraşmak için zamanı var artık. Herkes kendi yolunda çiziyor hayatını. Kimi kötüyü bilerek istiyor, kimi de iyiye ulaşmak adına yeminler ediyor kendine. Kimi tutsaklığıyla boğuşup, nefsine karşı çıkıyor. Böylesini talep etmek de büyük bir irade gerektirir. Ne de olsa aşk bu dünyada sadece bir gölge, bir rüya. Düşünenler için Rabbim her zaman gerektiği gibi imtihanlar ve de sabırlar veriyor.
Artık kısa kesmeliyim. Aslında hep kendimden bahsettim, ama seni düşündüğüm zaman da düşündüğüm tek şey kendim. Bunu sen de iyi biliyor ve anlıyorsun. Yolum uzun, düşüceler kafamı kemiriyor. İçimde anlatmaktan bitap düştüğüm yığın yığın felaketler var. Böylesi bir anda daha fazla dert düşmemeli gülen gözlere.
Bana bir söz ver lütfen. Kendine iyi bakmaya gayret et her zaman. Ben, gönlümde ki odada bağdaş kurup, şimdi İstanbul’u dinler gibi yapacağım. Söz ver üzülmeyeceğine, dünya için bir daha. Üzülmeni gerektiren herkesi, bir başkası üzüyor nasıl olsa! Sen, aşkın en temiz haliyle nefes al her zaman.
Adres: Düşler paranoyası, Akıl hercai yangını caddesi, Aşk sokağı No: Gönül
Eylül'e Bir Mektup... Yazısına Yorum Yap
"Eylül'e Bir Mektup..." başlıklı yazı ile ilgili düşüncelerinizi ve eleştirilerinizi diğer okuyucular ile paylaşın.