- 1224 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Altyapısız Akıl Kavgaları / Kendime Sargılı Yalnızlık__
/Gece Yarısı Karalamaları/
Sevgili Kendim;
Etraftaki tüm şamatacı kalabalığı titizlikle sterilize edip dağıttım. Şimdi yalnızım, artık yalnızım...
Elimdeki kitabı uyumak için yeterli geldiğini varsayarak okumayı kestim ve komidine bıraktım. Yastığa başımı koydum ve bu kez hızlı reflekslerim eşliğinde dua etmeye başladım; ’BU KEZ DEĞİL! LÜTFEN DEĞİL! HAYIR! HAYIR! BU GECE UYUMAK İSTİYORUM!’ Ne dediysem işe yaramadı, kendimi telkin çabalarım gereksizdi, kaçamadım. ’Yazma hastalığı’ sistematik bir gürültüyle, nöronlarımdan iliklerime yapıştığında ve tam anlamıyla uykum gelmemişse eğer uykuya geçişten önceki o son onbeş, yirmi dakikalık süreç zihnimde ızdıraba dönüşüyor. Bütün günün özetini çıkardığım o akıl defterimin sayfalarını aşındırıyorum. Uyandığımda bütün mürekkepleri akmış ve kelimelerimi hunharca oradan oraya dağılmış halde buluyorum. Yazmazsam eğer uçacaklar biliyorum. Bu sebepten kalemi yine elime aldım.
Bugün sıradan bir cumartesiydi. Akabinde kendisini pazara çıkarmaya hevesli ve mecbur olan türden. Olası öğlen uyanma seansları ve sıkıcı bir koşuşturmaca... Birazdan uyuyacağım ve her şey bitecek. Edebi çerçevelere sardığımı sandığım düşüncelerimi tozlu raflara kaldırmam gereken sıyrılamadığım o zaman dilimi; hayatı anlama çabalarım, insanları çözme eğilimlerim, olumsuzlukları örtbas etme ve inkar etme gayretlerim, her şeye yeni ve şahane anlamlar yüklemelerim ..derken, salla gitsin! her şey yine aynı!
Yaptığım beyin telkinleri yine işe yaramamış olacak ki, bir kaç sivri biber, bir kaç zeytin ve domatese olmadık isimler taktığım geliyor aklıma. Saydam olduğunu varsayan ve sıradan bir görüntü sergileyen insanlar geçiyor önümden. Aklımın yolları karman çorman. İçerisindeki insanlar da ona istinaden yollarda kaybolmuş. Tuhaf bir çıkmaz sokakta duran ve bana; ’burada ne işin var!’ diyebilecek kadar ’fütursuz’ birine rastlıyorum. Asıl benim ona sormam gerekirken hemde; ’burası benim aklım, akla ihtiyacın mı var ki benim zihnimin kalabalık sokağında yürüyorsun! Ya sus yürümeye devam et, ya da terk et bu küçük gördüğün dar sokağı...’ Burada hem barınmak istiyor, hem de olmadık ithamlarla bel altı vuruyor. Atıfta bulunuyor gelmiş ve geçmiş değerli tüm hatıralara ve yaşanmışlıklara... Değiştirebileceğini ileri sürüyor. Her şeyi güzelleştirebileceğini ve yaşanılası kılabileceğini iddia ediyor. Her şeyi güzel görmek isteyen de kim! Çirkin kalmak istiyorum, nereden bilsin bunu! Kim bu insan! Kolayca unutulacağız hepimiz, öyleyse bu kendini kanıtlama çabaları neden! Bugüne kadar dağdan gelip bağdakini kovacak kadar ’ edepsiz, hadsiz ve çiğ ’ çok insan tanıdım. Ama bunu böylesine içten bir incelikle ve kurnazlıkla yapacak kadar hünerlisine hiç rastlamamıştım. ’Kendi bahçesinde dal olamayanın biri, girmiş bahçeme ağaçlık taslıyor!’ Kızamıyorum bile! Acımak tuhaf bir his, anlamak kadar da saygı duyulası bir farkındalık peydah ettiren içine..
Elime o çılgın kitabı yeniden alıyorum. Gece gece küflenmiş domateslerden ve telefonu beş kereden fazla çaldırmanın erkekliğe sığmayacağından söz ediyor. En yakın arkadaşıyla aşkta da aynı yoldan giden bir adam, kaderin cilvesine nazikçe küfrediyor. Tüm diyalogları acınılası bir sefada seyrediyor lakin samimi ve doğal. Ertesi gün için müzakereler kuruyorum kafamda. Yeni yeni kararlar alıyorum. Hiç uygulayamayacağımı bildiğim halde! ’İrade Göçü’ diyorum veya benim deyimimle ’İrade Felci’ yaşıyorum sanırım. Aslında istediğim sadece irademi kontrol altında tutabilmek gibi, benim için çılgınca sayılabilecek bir istek.
Kitaba geri dönüyorum. Serbest rekabet piyasasından, bu yolda murdar etmeden her şeyin mübah olmasından, obsesif bir adamın paranoyalarının altında ezilen endişeli ruh halinden ve sevgilisinden çok ’sonu olmayan bitecek bir hikayeyi’ tekrar yaşayarak kendine yaptığı eziyetten söz ediyor kitapta. ’Belki de kendime uyguladığım şiddetin değerini bilmediği için onun üstüne bu denli nefretle gidiyorum’ düşüncesiyle kendinden tiksinen ve ’Leş gibi aşık olduğunda’ söndürülen egosunun evvelinde nasıl şişirildiğini hatırlayan bu adam, çakma versiyon bir gururla -ki onurdan hallice!- insanda bir şeyleri sorgulama ve gözden geçirme sebebi doğururken, aynı zamanda kaş yapayım derken göz de çıkarmamak gerektiğini anımsatıyor.
Şimdi objektif olmam lazım. Uykum beni zorluyor, plastik bir çiçek gibi toprak kokmayan bir yağmur zihnimden damlıyor. Onda yükseklik korkusu, bende alçaklık korkusu varken, nerede bütünleşiriz de göl oluruz diye düşünmeden edemiyorum. İlahi adalete her zaman inandım. Şimdi de gerçekleşmemesi için bir sebep var mı; bilmiyorum. Rüyama biraz güzellik toplamalıyım gökyüzünden. Kayan yıldızları kabuslara kaptıracak değilim...
İyi geceler kendim.. Yine gelirim..
Eyvallah!
fulya/ağustos2011
YORUMLAR
Sayıklamalar,itiraflar,pişmanlıklar,ah'lar,vah'lar,kendinle hesaplaşmalar,kavgalar,hüzünler,sarmaş dolaş olan düşünceler hep gece çıkar ortaya.Hortlak gibi...Gecenin o ürkütücü sessizliği insanın kendini dinlemesi ve kendi ile konuşması için en güzel dakikalardır aslında.Tıpkı gece ile gündüz gibi birbirinden ayırır .Herşey naif,herşey doğal herşey ne kadar da açıktır aslında.Biz kabul etmesek de gerçeği insan ancak yalnız kaldığında ve geceleri anlar.
Güzeldi,tıpkı benim düşlerime ve gerçeğime de geceleri haddini bildirdiğim gibi...
bazen uyku arası aparatif gibidir yazma istemi
dökülmeyince kağıda içeriden bir şeyler başlar kemirmeye
öksüz kalmış duygular, kelimeler çıkagelmiş gibidir kapına
ve günlük haykıramadığımız içimizin suskularını gömeriz satır aralarına
boşluk boşluk içindedir her şey önce
yazdıkça, sanki doldurmuşsundur dünyanın boş coğrafyalarını...
yine derindiı sesin,
her daim kalemine saygımla
tebriklerimi bıraktım şair...
yalnızlık koca bir yalan,
insan kaçabildi mi kendinden,
ki en son akıldan kaçılır,
biz üç kişiydik der,
ben, keyfim ve kahyası,
siz keyfinize söylersiniz,
oda kahyanıza yazdırır, ya kime yazılır bir yazan varsa, kimdir kalemi tutmaya vesile ola,
işte odur her yazılan, geri kalan her şey koskoca bir yalan,
ne der fazıl
Tohum saç bitmezse toprak utansın!
Hedefe varmayan mızrak utansın!
Hey gidi küheylan,koşmana bak sen!
Çatlarsa doguran kısrak utansın!
Eski çınar şimdi NOEL ağacı;
Dallarda igreti yaprak utansın!
Ustada kalırsa bu öksüz yapı,
Onu sürdürmeyen çırak utansın!
Ölümden ilerde varış dedigin,
Geride ne varsa,bırak utansın!
Ey binbir tanede solmayan tek renk,
Bayraklaşmıyorsa bayrak utansın!
sen yazmana bak yazar,
sen yazmana bak,
anlatamıyorsa kalem,
kanamıyorsa yürek,
çıldırmıyorsa akıl utansın,
kime yazılıyor, nasıl yazılıyor, bilmiyorsa okuyan utansın...
ya yalnızlık,
koskoca bir yalan,
vesselam.
ayrıca şu sigarayı artık yaksanız diyorum:)
yazara her dem saygılarımla...
Duvarlar balyozsuz, perdeler makassız ve suratlar tokatsız... En çıplak halimizin beynimize açtığı yaralar gibi... Süperdi, kutlarım.
fulya hanım,
"kendimle söyleşi"ye çok güzel bir örnek teşkil etmiş yazınız..en son bölümdeki tasvirleri çok beğendim.."plastik bir çiçek gibi toprak kokmayan bir yağmur zihnimden damlıyor"..."Onda yükseklik korkusu, bende alçaklık korkusu varken, nerede bütünleşiriz de göl oluruz..."Rüyama biraz güzellik toplamalıyım gökyüzünden. Kayan yıldızları kabuslara kaptıracak değilim...
"
beğeniyle okudum başarılı çalışmanızı..tebrik ediyorum..
birde...seçilen resim tam gece yarısı ilhamlarına göre:aklın terazisi gibi ..denge bir o yana bir bu yana...
ılıkyağmurlar tarafından 8/28/2011 12:43:48 PM zamanında düzenlenmiştir.