- 930 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Malumunuz II.
Not: Serinin devamı niteliğindedir.
( Fasl-ı Hazan’ın üçüncü sene-i devriyesi… )
Malum karşılaşma hadisesinin ardından Bahtiyar, olanların hepsini o akşam Hüseyin’e anlatmış ve fecre değin efkârın dumanlı dünyasında kaybolmuştu...
...
Cûş-i ahzân / I
Şu yıllar yok mu…
Kimlerden ne götürmüş, kimlere ne kazandırmış şu /bu/o şuursuz yıllar.
Hiçbir şey eskisi gibi değildi artık.
Dünya açken, insanın tok olmasını beklemek kadar mantıksızdı düzen. Aç dünyanın, şımarık çocuklarıydık; bazılarımız hariç…
…
Telefon çaldı;
“ Evet kızım ? ”
“ Efendim biri sizinle özel olarak görüşmek istediğini söylüyor.”
“ Kim ? İsmi nedir ?
“ Erdem efendim.
-İzmir’den- dersem tanıyacağınızı söylüyor.
“ Hemen al içeri bekletme; iki de çay söyle.”
“ Peki efendim…”
Biraz sonra misafir kapının önündeydi ve tam tıklatacağı sırada kapı açıldı; tepkiler karşılıklıydı:
“ Vay kardeşim hoş gelmişsin …”
“ Vay Bahtiyar hoş gördük…”
Nasıl olduysa Erdem, Bahtiyar’ın çalıştığı yerin adresini bulmuş ve sürpriz yapmıştı.
Aynı şehrin çocuklarıydı ikisi de. Ama Erdem ve ailesi yıllar önce Ankara’dan taşınmış, İzmir’e yerleşmişlerdi. Bahtiyar o taşınma hadisesini ve ardından olup bitenleri yıllar sonra Erdem’e şöyle anlattı :
“Ne değişmişsin be kardeşim.”
“Doğrudur Bahtiyar yıllar yordu bizi(de).”
“En son bayramda aramıştın. Hayırsız mı çıktın ne ?
Mahalleden gittiğiniz gün aklıma geldi bak şimdi…”
“ Sahi mi ? Ben hatırlamıyorum bile Bahtiyar, seneler oldu.”
“Ben unutmadım hiç kardeşim. Hiç unutmam; o gün beraber kazandığımız tüm misketleri Deli Fevzi’nin bostanına gömmüştüm. Sonra tahtadan bir oyuncak arabamız vardı hatırlar mısın ? Şöyle üzerini maviye boyamıştık…”
“ Evet hatırladım.”
“ Hah işte onu da sobaya attım.”
( Gülüşmeler...)
Çaylarda gelmişti. Demli çaylar yudumlanırken Erdem dayanamadı sordu:
“Bahtiyar, hayırdır ne iş ? Bu şirket, bu müdürlük felan ? Dergilere verdiğin röportajlar ?”
Bahtiyar derin bir iç çekişin ardından:
“Sorma” dedi.
“ Bir ekmek teknem vardı duydun mu bilmem.“
“ Eeee…”
“ Simit satar, rızkımı kazanırdım. Sonra bir akşam…
O akşam(!) öyle bir haldeydim ki görsen tanıyamazdın. Duvar dibine yığılıp kalmıştım.
Yanımdan insanlar geçiyor, öylece yerde duruşuma bir anlam vermeye çalışıyorlardı kendilerince.”
“ Niye ne oldu ki ? “ dedi Erdem. Hiçbir şeyin farkında değildi.
“Boşver” dedi ve anlatmaya devam etti:
“Sonra bir an kendime geldim ve kalktım oturdum bir taş parçasına. Adamın biri geldi lacivert takım elbiseli paralı tiplerden.
-Merhaba simit alabilir miyim ?” dedi.
Bir adama baktım, bir de simitlere.
“ Al hepsi senin olsun, arabayı da götür.” dedim.
Adam şaşırdı, sustu bir süre...
Para ödemeden bir şey sahibi olmaya alışık değildi. Sonra geldi yanıma ve kartını elime sıkıştırırken şunları söyledi :
“ Bunları alıyorum, çocuklar gelir götürür birazdan. Kendine geldiğinde bu numaradan ulaş bana.”
Erdem çayının son yudumunu da aradan çıkarttıktan sonra girdi araya:
“ Ne şanslı adamsın be Bahtiyar.”
Bahtiyar hafif tebessümle :
“ Dinle dur…
Sonra paltolu adamlar geldi her şeyi götürdüler.”
“ Sen ne yaptın peki adamlar malları götürürken ?”
“ Hiç…
Kalktım ve Hüseyin’in yanına gittim.”
Hüseyin ve Erdem birbirini tanımıyordu. Erdem mahalleden taşındıktan sonra Bahtiyar Hüseyin’le tanışmıştı.
Erdem’e olanları anlatırken o akşamı bir daha yaşadı iliklerine kadar. Hüseyin’le sabahladıkları gün ki gibi bir hüzün çöktü üzerine.
Bahtiyar günler sonra o karttaki numarayı aramış ve:
“Mallarımın ederi neyse onu almak istiyorum.” demişti.
Kader artık gülmüştü ona da. O geceki lacivert takımlı adamla buluşmuşlar karşılıklı kahve yudumlamışlardı.
Ardından Bahtiyar’ın samimiyetine güvenen adam şirkette müdürlük teklif etmiş ve Bahtiyar’a zor bela kabul ettirmişti.
“ Hadi yemeğe gidelim…”
dedi Bahtiyar ve şirketten çıktılar. Az sonra mavi bir chevrolet yanaştı yanlarına. Şoför indi ve arka kapıyı açtı :
“Buyrun efendim…”
Erdem, bir Bahtiyar’a baktı bir de arabaya. Bahtiyar çocukça :
“Bin bin…
Bir ev parası harcadım bu altmışlık namussuzun içine.”
Erdem güldü :
“ Peki buyuralım bakalım…”
…
Arz-ı Endam / I
Geçen üç yıl Cansu’dan çok şeyler götürdü.
O akşamdan sonra kendini içkiye kaptırmış ve varını yoğunu kumar masalarında pervasızca savurmuştu.
Cansu ki bir dediği iki edilmeyen, elit tabakanın aranan en gözde isimlerindendi. Artık ne emir yağdırdığı insanlar vardı, nede pahalı oyuncakları. Başkalarının oyuncağıydı artık.
Akşamları bir işte çalışıyor, sabahları da akşama kadar yatıyordu.
…
“ Cansuuu…
Kız Cansu akşam olacak uyan artık be anam.”
Cansu, ev arkadaşı Selda’nın sesiyle nefes nefese kalktı ve :
“ Ohh…” dedi.
Selda anlam veremedi ilkin. Sonra sordu:
“Hayrola kız ?”
“ Abla kâbus gördüm de…”
“ Bizim hayatımız kâbus yavru ceylan.”
Selda, Cansu’yu uyandırdıktan sonra, yarım bıraktığı filmi izlemek için salona geçti.
Cansu kalktı yattığı yerden ve el-yüz yıkama teferruatının ardından mutfağa geçti. Bir şeyler hazırladı atıştırmak için. Akşam tempolu bir çalışma onu bekliyordu.
Selda televizyonun karşısına geçmiş, yeni aldığı filmi izlemeye devam ediyordu. Cansu karnını doyurduktan sonra ona katılmak isterken birde ne görsün ? Selda çocuk gibi ağlıyor…
“Abla neyin var ?”
“Yok bir şey kuzum.”
“Abla anlat n’oldu ?”
“Ya çocuğa baksana.
Kız o kadar çok seviyor ama oğlanın umrunda bile değil.”
“Niye? Kız ne yapmışta çocuk bu kadar umursamaz olmuş ?”
“ Ay valla bende anlamadım. Ağlamaktan doğru düzgün izleyemedim ki…”
“ Vardır bir bit yeniği abla…”
Evet, Cansu Hanım tecrübelerine dayanarak Selda’ya bir şeyler anlatma zahmeti içerisine girmişti.
Ah Vivaldi…
Nerdesin ? Eskiden olduğu gibi klasik bir parça çalsan, Cansu’da dinlese…
Zaman bir hayli ilerlemiş ve akşam olmuştu. Cansu her zamanki gibi odasına geçmiş, süslenme faslını yerine getiriyordu. “ Bugün ne giysem ?” telaşı vardı üzerinde gene.
Geçen gün aldığı beyaz elbisesini mi giyseydi aceba ? O elbisede ne yakışıyordu ama…
Zaten esmerdi, beyazıda giyince gelin gibi oluyordu.
Ah be kadın…
Bu kadar güzel olmak zorunda mıydın ?
Fazla düşünmedi ve giydi beyazlarını. Çok sevdiği kırmızı küpelerini de takıvermişti. Ona şans getirdiğine inanıyordu. Kırmızı ve şans?(!)
Çıktı odasından ve Selda’ya seslendi :
“Abla ben çıkıyorum. Ne zaman gelirim belli olmaz.
Sen de çıktığında anahtarı paspasın altına koy tamam mı ?
Öptüm…”
“ Tamam ablacım, dikkat et…”
“ Tamam tamam görüşürüz…”
…
Cûş-i ahzân / II
Çocuksu büyüklerin muhabbetleri yemekte de baya koyuydu. Erdem :
“Artık vakti gelmedi mi kardeşim ?” dedi.
Bahtiyar manzarayı çakmıştı lakin gene de şansını denemek için anlamazlıktan geldi:
“Neyin ?”
“ Neyin olacak yenge menge işlerinin işte kardeşim. Yaşın geçiyor artık...
Bir eş şart böyle olmaz. Çoluğun çocuğun da olur. Erkek olursa söz kirvesi benim.”
Bahtiyar çevreden hep aynı lafları duyuyordu. O bıkmıştı bunları duymaktan ama insanlar bu konuda nedense pek ısrarlıydı.
“ Sağol Erdem’im Allah razı olsun ama…”
“Ama ne ?”
“ Bize göre değil be kardeşim.”
“ Yahu bırak şu geri kafalılığı. Hem neden sana göre değilmiş ?
Arslan gibi delikanlısın senden iyisini mi bulacaklar ?”
Erdem’in olan bitenden haberi yoktu ve bu habersizliğin vermiş olduğu rahatlıkla aklına gelenleri sakınmadan söylüyordu. Erdem konuştukça Bahtiyar’a dar geliyordu akşam. Konuyu değiştirme amacı güden bir ses tonuyla sordu Bahtiyar:
“Kalkalım mı ?”
Erdem de fazla üstüne gitmek istemedi. Bahtiyar’ın bu konulardan rahatsız olduğu her halinden belliydi. Erdem, Bahtiyar’ın sorusuna cevap veremeden Bahtiyar’ın telefonu çaldı, arayan Hüseyin’di :
“ Fırıncııı…” diye can havliyle açtı telefonu Bahtiyar.
Tam zamanında aramıştı. Tamda akşamın Bahtiyar’a dar geldiği anda…
“ Müdürümmm nasılsın ?” dedi Hüseyin.
“ Çok şükür kardeşim sen aradın daha iyi oldum. Sen nasılsın ?”
Hüseyin gülerek :
“ Bırak bu ayakları Bahtiyar.”
Halbuki Bahtiyar’ın ayak yaptığı yoktu. Gerçekten Hüseyin tamda zamanında aramıştı.
Bahtiyar espirili bir ses tonuyla :
“ Ulan hayırsız daldın ticarete unuttun bizi…”
“ Olur mu be kardeşim. Sen unutulur musun ?”
Bahtiyar’ın eli para görmeye başlayınca Hüseyin’i boşlamamış, ona da ufak tefek maddi yardımlarda bulunmuştu. Bu sayede işleri rast giden Hüseyin, çalıştığı fırından ayrılmış kendi fırınını açmıştı; Susuzoğulları Ekmek Fırını…
Merkezden hariç iki tane de şubeleri vardı üstelik. Kader artık onlarada güler yüzünü göstermişti.
Uzunca konuştular ve ardından Bahtiyar :
“ Kardeşim yengeye hürmetler, çocukları öp benim için.
Erdem’in selamı var.”
“ Aleyküm selam sende selam söyle.
Selametle…”
Erdem veremediği cevabı koydu masaya :
“ Kalkalım artık kardeşim.”
“ Olur can, nasıl istersen…”
Hesap ödeme faslını zar zor aşan iki yaramaz çıktı dışarı :
“ Oldu mu şimdi Bahtiyar ?” dedi Erdem.
“ Ne oldu mu ? Ne yani hem misafirimsin, hem de hesap mı ödeyeceksin ?”
Şoförün Bahtiyar’dan aldığı göz işaretiyle kapıda bitmesi birkaç saniyeydi.
Chevrolet nede geliyordu ama salına salına. Kız gibiydi canı çıkmayasıca…
Bindiler ve Bahtiyar:
“Bu gece bizdeyiz bir yere göndermem.”
Bahtiyar’ın dediğim dedik biri olduğunu biliyordu o yüzden hiç aksi yönde bir çaba sarfetmedi:
“Tamam deli oğlan tamam.”
Eve doğru giderlerken bir simitçi gözüne çarptı Bahtiyar’ın ve :
“Dur!” dedi şoföre.
“ Ne oldu ?” demeye kalmadan Bahtiyar indi ve simitçinin yanına gitti.
Baktı şöyle, daha yirmilik gençti. Babacan bir tavırla :
“ Selamun aleyküm yiğidim.”
“Aleyküm selam abi. Buyrun tanesi elli kuruş.”
“Sar bakalım iki tane delikanlı.”
“Hemen abi…”
Genç adam simitleri sararken Bahtiyar döndü Erdem’e ve yüksek sesle:
“ Bir tane yeter mi ?”
“Daha yeni yedik ya be adam…”
Bahtiyar döndü gence:
“Sar kardeşim sar sen buna bakma.”
Bahtiyar eski günlerini yad ediyordu ve Erdem’in anlamasını beklemek saçmaydı.
“ Buyur abi simitlerin.
Bir lira…”
“ Eyvallah kardeşim buyur bu da borcumuz.”
“ Abi bozuk yok muydu ? İnan bozamam şimdi.”
Bahtiyar elindeki yüzlüğü gencin cebine koydu ve :
“ Dursun cebinde, genç adamsın lazım olur…”
“ Abi alamam…”
Bahtiyar ses tonunu sertleştirdi:
“ Dursun dedik işte yiğidim !..”
Bahtiyar, yüzünde tebessümle ayrıldı oradan ve bindi arabaya. Erdem’e baktı :
“Simitte tavatırmış ha…”
“Tavatır ?”
“ Yani iyi/güzel anlamında.
Simit sattığım zamanlar Sivaslı bir amca vardı. Simitlerim için hep bu ifadeyi kullanırdı.”
Bahtiyar simidini afiyetle yerken bir kenara koydu ve sıgara yaktı. Şoförde kırmızı ışıkta durmuş elli saniyenin dolmasını bekliyordu.
O anda bir cam tıkırtısı duyuldu. Kadının biri şoför tarafında ki cama vuruyordu.
Bahtiyar şoföre :
“Hayırdır ne bu ?” diye sordu.
“ Efendim bi kadın...
Sanırım para istiyor. “
“ Arka camı işaret et gelsin bakalım ne diyor.”
Bahtiyar kendi camını açtı ve kadın o tarafa yöneldi.
Beklenmeyen bir soru yöneltti adamlara:
“Geceyi benimle geçirmek ister misiniz ?”
Karanlıktı kadının yüzü pek seçilemiyordu. Zil- zurna sarhoş olduğu her halinden belliydi.
Bahtiyar şaşkınlığını gizleyemedi bu teklif karşısında. Derdinin sadece üç-beş kuruş para olduğunu sanıyordu.
“ Hey size diyorum! “
O arada yeşil ışık yanmış ve arkadan gelen bir arabanın far ışıkları kadının yüzüne vurmuştu.
Vurmuştu vurmasına da…
O an…
İşte o an Bahtiyar elindeki yarım sıgarasını sağ avcuna alıp sımsıkı tutmaya başlamıştı. Birden hafif bir titreme belirdi Bahtiyar’da. Erdem panikledi :
“ Bahtiyar kendine gel kardeşim.
İyi misin ?“
Bahtiyar yıllardır kendinde değildi ki ?
Bahtiyar cebinden çek defterini çıkardı ve bol sıfırlı bir şeyler karaladı, kadına uzattı :
“Al bunu…” dedi.
Kadın Bahtiyar’ın uzattığı çeki tereddüt etmeden alıp çantasına koyarken, Bahtiyar şoföre döndü ve :
“ Çabuk uzaklaştır bizi buradan…”
Şoför bastı gaz pedalına ve uzaklaştılar oradan.
Derin bir sessizlik hakimdi arabada. Katran karası sessizliği Erdem bozdu:
“Kimdi o ?”
“Kim ?”
“Ne demek kim ? Biraz önceki kadın, kırmızı kırmızı küpeleri olan.
Güldürme adamı kardeşim…”
“Eski bir dost…” demekle yetindi Bahtiyar ve radyoda çok sevdiği şarkı çalmaya başladı :
“Yolumu bilmiyorum
Ölmüyor gülmüyorum
Bu hayat yordu beni
Bildiğin gibi değil”