- 837 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ÇOCUKLUĞUM BİR MASALDI
Ninem ve masal, çocukluğumun en vazgeçilmez unsurlarıydı. Çocukluğumla masal öylesine iç içe geçmişti ki hangisi gerçek hangisi düştü hatırlamıyorum.
“Bir varmış bir yokmuş masaldı gecem
Bir varmış atlanır yola düşerdim
Bir varmış bir yokmuş uyku bilmecem
Bir varmış söylenir dile düşerdim.”
Bildiğim, tekerlemelerle süslenmiş masallar ve tatlı anlatımıyla beli yay gibi bükülen ninemdi. Masal ne zaman aklıma düşse ninem, bir meddah gibi türlü masalları ve oyunlarıyla, bir elinde hiç bırakmadığı bastonu ve başında beyaz yazması ile hayal dünyama geliverir.
Bir masaldan diğerine çevikçe çene düşüren ninemin yaşı bir asra yakındı. Yaşını soranlara belli bir tarih söylemezdi. Her zamanki şakacılığıyla, “Birinci Dünya Savaşı daha başlamadan doğmuşum.” derdi ancak Birinci Dünya Savaşı’ndan kaç yıl önce doğduğunu asla söylemezdi. Niçin böyle davrandığını bilmezdim. Belki de gerçekten bilmiyordu yaşını. Onun zamanında doğan kaç kişi geçekten yaşını biliyordu ki o da bilsin. Herkesin yaşı takribi olarak hesaplanır ya evlenirken ya da askere giderken nüfusa kaydedilirdi. Doğum gününü, ayını bırakın yıl bile şüpheli yazılırdı. Önemli olaylar doğum yılını belirlemede başvurulan en önemli işaretlerdi.
Ninem, bütün sevecenliğiyle gözlüğünün kalın camları arkasından bana gülümser, sonra sesinin en tatlı tonuyla “bir varmış, bir yokmuş”la başlayan masallar anlatırdı. Masalları hiç bitmezdi ninemin veya ben içinde yaşadığım masalların bittiğini hiç duymazdım. Masal bitmeden uykunun tatlı bahçesine giriverirdim. Bütün uykularımın giriş kapısının anahtarı ninemin masallarıydı.
Ninemin masalları neredeyse kışlık ve yazlık diye ikiye ayrılırdı. Kış masalları saraylarda, köşklerde geçerdi. Kışın kızgın soba üstünde patlayan kestaneler masallarımıza eşlik ederdi. Bu masallarda padişahların, şehzadelerin, peri kızlarının biri gelir, biri giderdi. Ben bazılarında küçük şehzade olur, Keloğlan olurdum. Bundan da büyük bir mutluluk duyardım. Çünkü hep iyi şeyler yapardım. Devleri dize getirir, ejderhalara dünyayı dar ederdim. Peri kızlarıyla arkadaşlık eder, hayvanlarla konuşurdum. Gerektiğinde gücümü, aklımı yerli yerinde kullanırdım. Gökten düşen elmaların biri mutlaka benim olurdu ama ben elmaların gökten düştüğünü görmezdim.
Yaz mevsiminde ay ve yıldızlar masallarımızın değişmez kahramanları olurdu. Ay, fanusun camında kısık aleviyle aydınlatır gibi aydınlatırdı gecemizi.
Gündüzün bunaltan sıcaklarından kurtulup yaz akşamlarının serinliğine kavuştuğumuzda tek katlı evimizin damında ninem, her masalında bana göz kırpan yıldızları anlatırdı. Ninemin masallarındaki yıldızlarla her gece göz göze gelirdim. Ninem, onların her gece beni görmek için damımızın üstünden geçtiğini söylerdi. Gözlerimin tavanına sıralanan parlak parlak yıldızları takip eder, bazen birinin peşinden bazen diğerinin peşinden giderdim. Bu yıldızların en parlağını kendim için seçerdim. Yıldızım kaymasın diye de için için dua ederdim. Çünkü yıldızın kayması hiç iyi bir şey değildi nineme göre. Onlar Samanyolu’nda kaydırak oynarken, ben uyuduğum yerden arkalarından bakakalırdım.
Ninem, sanki bir gökyüzü kaşifiydi. Ayı ve yıldızları o keşfetmişti. Nasıl da yıldızları tanır, her şeylerini bilirdi. Her masalında Ay, yıldız, Samanyolu, Çoban Yıldızı ve daha ismini sayamadığım pek çok gök cisminin adı geçerdi. Sanki bunları o yerlerine yerleştirmişti de her istediğinde, aradığını yerli yerinde bulurdu.
Dinlediğim masalların sayısı arttıkça ben büyüyordum. Büyümek masallara veda etmekmiş meğer. Bunu anladığımda artık iş işten geçmişti.
Ninemden ve masallarından uzaklaşmaya başladığımda geceler kısalmış, zaman yetmez hale gelmişti. Ninemin dizinden kaldırdığım başım artık sert yastıklara emanet olmuş, masalın dünyasından gerçeğin dünyasına düşmüştüm. Sessizleşen ninem bir gün aramızdan ayrılıverdi. Giderken de bütün masallarımı, yıldızlarımı, şehzadeliğimi ve perilerimi beraberinde götürdü. Hayatımda ne parlak yıldız kaldı, ne saray, ne de kocaman yuvarlak yüzüyle gülümseyen ay dedem. Çünkü onun gidişi, benim de masal renkli çocukluğuma hüzünlü vedam oldu.
Şimdi kibrit kutusu gibi üst üste yığılmış apartman katlarında, kafes gibi örülmüş balkonlarda tutuklu hayallerim ve masallara hasret çocuklarım. Dedelerin büyükbaba, ninelerin büyükanne olup terk ettiği öksüz evlerin çocuğu olmak ne zor!
Masal en büyük okuluymuş insanın; tahtası, masası olmayan. Bunu insan baba olunca anlıyor. Masallar unutuldukça çocuklar kolay büyümüyor. Hiçbir çizgi film ninelerin anlattığı masalların yerini tutamıyor. Sahi, torunlarına masal anlatan büyükanneler, büyükbabalar var mı dünyamızda.
Ah güzel ninem neredesin ve nerede ben büyüdükçe kaybolan ay dedem, yıldızlarım, masallarım? İçimdeki bu tutukluluk hali ne, nereden çıktı gözlerime vurulmuş kelepçeler…
“Elveda Himen’e, Betmen’e artık
Elveda Bags Bani, Tom ve Jeri’ye
Elveda çizgiler, binbir yaratık
Masum çocukluğum gelsin geriye “
Mehmet Nuri YILDIRAR
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.