- 1260 Okunma
- 10 Yorum
- 0 Beğeni
YÜREĞİM ÜŞÜYOR ANNE-2
Yaz’ın en güzel zamanı. Temmuz’un insanın içini, sıcaklığıyla talan edişi. O yaz, dayımlarla beraber, teyzemlerin yanına, Mersine gitmek üzere Gar’a gittik.
Hayatımda ilk kez tren’e binecektim. Heyecandan o gece uyuyamamıştım zaten.
Kıvralan Tren’in endamını, yakından gördüğüm ağaçların, hiç bilmediğim, görmediğim yeşilin tüm tonlarını, küçük derelerin şırıl şırıl sesindeki naifliği, kocaman ırmakların gövde gösterilerini, ovaların eşsiz seyrini, yer yer kaya parçalarıyla çevrili yeşilin her taşa, aşk ile nasıl baktığını her anına tanık olduğum müthiş bir geziydi.
Tünellerde başımızı hafiften camdan çıkarıp, kararmış yüzümüze bakıp birbirimize gülüyorduk amcamın kızı İlknur ile. Tarifi olmayan bir mutluluk yaşıyorduk.Bir de çocuk olmanın verdiği şımarıklılık vardı elbette.
Mersin’e teyzemlere gittik.Yedik içtik .Üzerimizi değiştirip mayolarımızı kaptığımız doğru denize gitmiştik.
İlk defa görüp hiç unutamayacağım bir aşka yelken açmıştım. İlk göz ağrım ile baş başa kalmış, mavisi en mavi olan bakışlarına takılıp kalmıştım. Dalga dalga yüreğimde hissediyordum. Kokusunu içime çektikçe daha bir vazgeçilmez oluyordu. Her şeyi unutmuştum. Annemi, babamı, resim yapmayı, yemeği, içmeyi. Her fırsatta onun kollarına koşuyordum. Benim ilk aşkım olmayı başarabilmiş, yüreğimin içine akıp gitmişti.
Sarı saçları, güneşin sıcaklığı gibi beni çepeçevre kuşatıyordu., Hele ilk kez ona dokunuşumu hiç unutamıyorum. İçim ürpermiş, bütün bedenim buz’a kesmişti.
Bana dokunması, ruhumun içinden başka bir kapının açılmasına beni içine çekmesine hiç ses etmiyordum. Kendimi ona teslim etmiş. Ne derse boyun büküyor, mutluluktan her kıyıma vuruşunda aşkın böylesi haliyle cenk etmekten sarhoş gibi geziyordum.
Sonrasında sahil boyunca dalgaların bizi yakalamasına, bacaklarımızı soğuk busesiyle öpüp, üflemesine aldırmadan koşturmuştuk…
Deniz kabukları topluyor, ince tahtalara çizilen geometri şekillerinin üzerine yapıştırıyorduk.Sonra onları turistlere satıyor, kazandığımız parayı da gün boyunca harcıyorduk.Tam bir cennetti. Hiç bitmesini istemediğim zaman dilimlerinden biriydi. Mersin’de deniz aşkım.Ve ben !
Ne yazık ki her güzel şeyin sonu olduğu gibi tatilde bitmişti.
Uzunca bir süre göremeyeceğim, sarı saçlı kumsallarından, mavi mavi bakan sevgilime, denizime, ilk aşkıma el sallıyordum.
Hoşça kal sevgilim, doyumsuz sevdam ! İlk öpüşüm, ilk dokunuşum !
**
Yıllar çabuk geçiyordu. On altı yaşındaydım. Annem alışverişe gittiği bir gün kapı çalındı. Annemin bu kadar çabuk gelmesinin mümkünü yoktu. Zira daha bir saat olmuştu gideli.
Gelen komşumuz Nezaket ablaydı.Yanında da hiç tanımadığım , güzel giyimli bir kadın ve bir adam vardı.
-Annen ile baban yokmu Gülcan evde ?
-Çarşıya kadar gitti Nezaket abla. İsterseniz buyurun bekleyin ?Dedim. Demez olaydım. Tanımadığım iki kişi sürekli bana bakıyor aralarında fısıldaşıyorlardı. Hiç anlam verememiştim.
Beni istemeye gelmişler güya. “Ben daha küçüğüm diyorum. İşte bu bebeği ben kendim diktim. Gözlerine boncuk mavisi düğmeleri ben diktim. Dudakları kırmızı kumaş ile kapladım. Yanaklarına öpücük kondurdum. Ondan böyle pembe pembeler . “ Dedim içimden… Hatta içimden ağladım. Sonra iki yanımdan örülmüş saçlarımla, bebeğimi kucağıma alıp, bahçeye doğru koştum.
Bilseydim beni istemeye geldiklerini hiç kapıyı açarmıydım. Abuk subuk konuşup deli olduğuma inandırıp kovmaktan beter etmezmiydim.
Etmezdim ! Annem gebertirdi beni. Babamdan çok annemden korkuyordum. Çok disiplinliydi ...
-“Kimseye surat asmayın. Onlar konuşsun siz ağzınızı açıp tek laf etmeyin”
Peki ne oldu ? Sustuk diye madalyamı taktılar ? Surat asmadık diye mahkeme duvarı suratları gözledik hep. Haklıyken haksız durumlara düştük. Sonuç ne ? Kırık dökük bir hayat. Sevgisiz-mutsuzlukla kaplı kalın bir örtü. Her defasında kaldırmak için uğraşırken daha bir ağırlaşan.
Her fırsatta okumadığım için kızar başımın etini yerdi.
-Oh olsun sana salak kafa .Yarın öbür gün gidersin bir deliye ne kıymetini bilir kadınlığını hissedebilrsin.Ne de bağımsız, istediğin hiçbir şeyi alamasın.!”
***
7 ay nişanlı kaldıktan sonra evlendik ilk başlarda iyiydi ama sonra bir mücadeleye dönüştü . Ayakta kalabilme çabasına. Kayınvalide, görümce elti, kayın, kayınvalidemin eltisi . Hepimiz bir bahçe içindeki evde oturuyorduk. Sabah kalk iş yap ! Sen gelinsin ! Gelinler yapar ! Sen bizden küçüksün sen yap ! Seni süs diyemi getirdik ! Yapacaksın !
İyi de suçum neydi benim ? Onu söyleyin hiç olmazsa bileyim de ne isterseniz yapayım !?
…
Kapı duvar yüzler.Küçümser bakışlar. İnsan yerine konmayan ben !
Allah’a her an dua ederdim .
-Allah’ım ne olur akşam bir an önce olsun. Akşam olunca da sabah olmasın diye feryat ettiğimi bilirim. Eziyet, hakaret, çile, hiç duymadığım azarlar ile içimde büyüyen derin bir ızdırap…
Altı sene böyle geçti. Eşim hiç kimseye bir şey diyemediği için arada kalıyordu. Altı yıl zehir -zıkkım olmuştu. Evliliğimizin temeli daha gelişmeden çatlamaya başlamıştı.
Sonra herkes ayrıldı. Yeni bir hayat başlıyordu bizim için.Sanki ilk defa karşılaşmıştık. Kendi evimizin içinde yabancı gibiydik. İkinci oğlumu doğurduktan bir gün sonra hastalandı. Yeni doğan servisine yatırdılar. İçimde tarifi imkansız bir acı oluştu. Her nefes alışımda da durmadan büyüdü. Yavrumu kucağıma alamıyor, sütümü emziremiyordum. Sanki baktığım bir yabancının çocuğuydu. Koklamak istiyor, küçük ellerini avuçlarıma alıp “buradayım işte misk-i amberim, cennet kokulum sen hiç bir şeyden korkma, anan yanında” deyip bağrıma basmak istiyordum.
Böylece kırkbeş günlük hastane maratonumuz başladı. Kan alıp, kan veriyorlardı. Işın tedavisi… Teşhis konulmuştu. Sarılık ! Kırkbeş gün içinde geçirmediği çocuk hastalığı kalmamıştı. Herkes ölecek gözüyle bakarken, Yüce Rabbim onu bize bağışlamıştı. Hastanenin “mucize bebeğiydi” Öldürmeyen Allah öldürmüyor işte !
Hastaneden eve gittiğimizde ne yapacağımı bilemedim. Annem her zaman ki gibi imdadıma yetişmişti. İnsanının; hayatında öğrenmenin sınırı olmadığını annem bana bir kez daha öğretmişti.
Annemle beraber öyle güzel baktık ki bir daha hiç hasta olmadı.
Şimdi ise oğullarım büyüdü. Büyük oğlum okulunu bitirdi. Şimdi askerde. İzminde görev yapıyor.
Küçük oğlum ah ömrümün törpüsü dediklerinden.Sanki çektiği acılar onu yaşından önce olgunlaştırmış. Büyümüşte küçülmüş hesabı. Hersene takdir-teşekkür bir de yakışıklı ki nasılda bilir annesinin gönlünü almasını.
Beni üzen tek yanı beş kez ameliyat olmasıydı.
Her sene ameliyat olmak kolay değildi. Ama Allah’ın izniyle üstesinden geldik.Şimdi ise tatilin tadını çıkarıyoruz beraber.
Herşeye rağmen haya, nefes almak güzel . Ne mutlu ki her olumsuzluğa karşı tebessüm edebilene . Değerini bilmek gerek bazı şeylerin…
Aşk’ın-Sevdanın- Annenin...
Kaybetmeden...
SON...
YORUMLAR
Ben bu öyküde öyküyü değil kendimi gördüm.
Az değişikliklerle yaşadığım kendi evliliğimi .
Ben de eltilerle bir evin içindeydik.
Öyküde yaşanılanları neredeyse bire bir yaşadım.
Neyseki öyküde eşle sorun yok . Ama o arabozucular öyle bir devreye
giriyor ki , bütün düzen yıkılıyor , sonuç ayrılık ..
Neyse benim öykümü boşverin , gerçekçi güzel bir öyküydü, tebrikler..
Guzeldi yine her zaman ki gibi kaleminiz Sultanim .
Kaybetmeden cogu zaman bir de farkina varabilsek kaybettiklerimizin ahh dedim iste orada...
Kal sevgimle :)
Ülviye Yaldızlıı
gerçek hayattan bir kesit .insan kendinde birşeyler buluyor okurken gerçekten yaşadım sanki o anları yüreğine sağlık sultanım keşke hayatımızda hep güzel şeyler olabilse ama mümkün olmuyor malesef hayata hep tebessümle bakabilmek umuduyla sevgiler canım benim...
Ülviye Yaldızlıı
AYSE 09
sarıkız devam ediyor
Sultan Hürrem duygulanarak okudum. Hissettiren bir anlatımdı. Kutluyorum canım. Sevgilerimle.
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı
Bu defa diyaogların azalması hoşuma gitti. Açıkçası sürüyle konuşma öyküyü senaryolaştırdığı için zorluyordu beni. Çünkü en olgucuyum, olaycı değil:))Bu paylaşımınızda buna dönüş gördüm ve kendi adıma çok mutlu oldum. İnsanı soyup soğana çevirmeden, üzerindeki elbiseleriyle hayal gücümüze teslim etmiş olmanız bir incelik. Bırakalım...hayal kuralım sizin "elleriniz" (meşhur elleriniz) nereye götürürse bir adım fazlasına kadar...
Tebrikler:)