- 1094 Okunma
- 24 Yorum
- 0 Beğeni
Gitme Yağmur...
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gerçeğe aldırmadan yeniden diyesim var. Kimliksiz hercailerin son durağı burası. Biraz pastoral, biraz da gerçeğin yadırganır hali. Yerel hiçbir renk kullanmadan, sadece siyahın iliklerimize işleyen haliyle bir ’Hoşçakal’ demek için bekleşiyor kuşlar. Onlarda çoktan unuttu yaşamayı...
Ve Kargalar beni çağırıyordu...
Gandalf yaklaşmıştı. Usulca iyi bir şeyler söylemek peşindeydi. Rahatsız hissettiğim zaman çoktan kendi kendini tüketmiş gibiydi. Zor bela şarkının dörtlüğünü ezberleyip, ’okus pokusluk’ bir serüveni çizivermeye başlamıştım. Hayat vefanın damarlarında hissiz bir kuyu gibiydi. Art arda hep aynı teranelerde ilerliyordu yaşamak.
Unutulacak çok şey vardı hayat adına. Hala aynı şarkıyı dinlediğime inanamıyordum. Servisini kaçırmış talihsiz bir işçinin küfrü boynuma saklanmıştı. Ay gülümsüyordu, ruhum genişlemek için güneşi beklemekten yorgundu. Bulutların gidebileceğini, gerçekten yağmursuz bir aşkı insanlara getirebileceğini düşünürken, kendi kendine gülebilmenin faydalarını anlamaya başlamıştım. Önceden gülemediğin güzelliklere, sonradan gülebilmek de bir maharetti.
Aynı şarkı defalarca çalıyordu. Sirke tadında bir mide yanması yaşamaya başlamıştım. Geceyi özlüyordum şimdiden. Bir da uyanmak için, herkesin uyuyuverdiği şehirde.
Noralya’nın arkadaşlığı güzeldi. Bana, sana yeni bir Maria bulacağım diyordu. Yeni bir sevgili, yeni bir yaşamak belki de. İnanmıyordum. Sonra Selen çıktı karşıma. Bana: ’İyi bir oyuncuya benziyorsun’ dedi. Oysa iyi bir oyuncu muydum gerçekten? Ben sadece yaşamaya çalışıyordum; yaşamaya ve de sevmeye.
Sevmek için illa ki birine taparcasına bağlı kalmak mı gerekiyordu? En büyük sevgiyi içimize, bizi yaratan vermemiş miydi? İnsanın sevgisi bir öpücük kadar naif miydi, bir film sahnesi miydi yaşarken sevmek?
İnanmıyordum artık kimseye, ne Noralya’ya, ne de Maria’ya. Daphne’nin öğütlerine ihtiyacım vardı. Apollon’dan korkumda yoktu; sadece dediğini yapacaktı tekrardan. Ona o kadar çok inanıyordum ki, yanında gezerken sevinçli bir vapurun türküsünü çığırırdık. Sandalların hiç batmayacağına inancımız vardı. Ama ona değil, bu sefer kendime bile inanmıyordum ve Daphne bana kızacaktı. Bu yüzden onlara da inanmam pek normal karşılanmazdı zaten. Selen’i de anlıyordum. Artık insanların tutumları üzerine doktora yapasım vardı, ama hep yanlış yollarda gezindiğimiz için, plastik imalatçısına rulo sacları gösterip, almasını istiyorduk. Oysa Selen, yaşamak güzel hala!
Narsist bir bilekçe gibi, insanların gözleri yapışıveriyordu dar çehreme. Bildiğim tüm tümceleri unutmak üzere, yeni bir grup geliyordu çile fethinden. Kelimeler sıcak, gülmek daha yasaklanmamıştı. Ellerinin izi vardı hüzün adına. Çok eskiden kalma bir şarkı gibi, yaşamak avurtunun en zarlı kısmında kan revandı. Saçlarının dalgasızlığı yakıvermişti çoktandır mağarayı ve bir Elf kurtarmaya geliyordu beni.
Yağmur’un gelişine dair bir insan haber veriyordu. Pudralı yüzlerinde sahte güzelliğinde kızlar geçiyordu önümden. Tahtalıköy’e saadetli bir yolculuktu adımlarım ve o an kirpiğimin ucundan bir damla toprağa sarılıyordu.
Islanmıştı ve çokça zaman benim yanıma gelemediği için üzgündü. Beyaz elbisesinin tamamen üzerine yapışmış, saçları ıslanmış bir yün kadar sinmişti tenine. Utanıyordu, her halinden belliydi. Ben de korkmaya başlayıp, odanın içine odunları toplamaya başlamıştım. Hiçbir şey umrumda değildi, Yağmur’dan başka. İri gözleriyle bana yumuşatırken zamanı, gözaltlarında ki şişkinlik dikkatimden kaçmamıştı. Ama birazdan inecekti, biliyordum. Aç olduğunu sormam gerekiyordu.
’Aç mısın?’ ve boşuna cevap bekleyişler. Yağmur’un konuşamadığını unutmuş gibiydim. Her seferinde onu zorluyordum konuşmaya, ama yanımdan gidene kadar tek bir kelime dahi etmiyordu. Susuyordu sadece.
Meleklerin kırptığı ak bir gelinlik misali, üzerini değişip, ıslak elbisesini bana vermişti. Üzerine verdiğim sadece bir elbiseydi, boydan boya uzanan. Kahverengi de yakışıyordu, aslında her şey yakışıyordu Yağmur’a.
Beyaz elbisesini sıkarken lacivert bir leğenin içine, arada burnuma götürüyordum. Toprak kokusundan ziyade, Yağmur’un kendisi kokuyordu.
Arkamı döndüğümde, ona uzattığım çarşafa sarılanmıştı. Omuzları açıktaydı. Hafiften titremesi vardı. Islak uzun saçlarıyla karşımda öylesine durup, ısınmaya çalışıyordu.
’Dur sana giyecek bir şeyler bulayım Yağmur’ demiştim. Kendi giydiğim bir tişörtü ona vermiştim, ancak altına verecek hiçbir şey bulamadığım için, beyaz çarşafı etek gibi yapıp, beline sarmıştı. Krem tişörtün altına beyaz çarşafı etek gibi beline sarışına hayran olmuştum. Ara sıra hafifçe gülümsüyor ve gerçeği anlatmamı bekliyordu.
Gerçek… Hangi gerçekten bahsediyordu ki! Yağmur gideceğini bildiği halde, benden ne istiyordu?
Ayağa kalkıp yanıma kadar gelmişti. Tahta masanın üzerinden destek alıp, zor bela ayakta durmaya çalışıyordum. Kollarını kemer gibi sarınca, birkaç saniye öylece durup bekledim. Nefes alışverişlerinde, rahatlayan bir ses geliyordu. Seviyordu Yağmur beni.
Beklemiştim. Sonra ellerini yavaşça belimden çözüp, gözleriyle karşı karşıya geldiğimiz o saniyede, dudaklarının titrekliğine parmak ucuyla dokunuvermiştim.
O halde iken, gideceğini bildiğim için bir hüzün başlamıştı şehrimde ve dayanamamıştım. Öyle bir hasretle sarılmıştım ki Yağmur’a, bir anda nemli ve soğuk ensesine dudaklarım yapışıvermişti. Hiçbir kuvvet o anda bizi ayıramayacak gibiydi. Ama gidecekti, gitmeliydi.
Islak saçlarıyla hemhal olmuştu saçlarım. Onu öylece sonsuza dek sevebilirdim, hem de hiç incitmeden.
Birkaç saat sonra yatağın içinde baldırlarımın huylanması sonucu uyandığımda, yanımda meleksi yüzüyle uyuyordu. Vücudunun beyazlığı yer yer pembeye çevrilmiş bir gül gibiydi. O pürüzsüzlüğün ardınca, ellerim bir daha dokunmaya korkuyordu.
Ateşin karşısında ipe serdiğim beyaz elbisesi kurumuştu çoktan. Saçlarının nemli hali geçmediği için, kollarıma yapışmış gibiydi telleri. Titriyordu dudaklarım, gitmesi gerekiyordu; biliyordum.
…
YORUMLAR
yağmur...
ıslak saçları toprak kokan prenses... yağmuru sevmeyen ölsün =)
tebrikler çok güzeldi...
HakkınSesi
Teşekkür ederim efendim, hürmetle..
edebiyat aşkına......
Yüreğinin ve yağmurun sesini hissetmiştik. Yerine yakışan güzellikle bir yazıydı. Kutluyorum Hakkın Sesi. Selamlarımla.
HakkınSesi
Hürmetler bizden de..
(Bu arada, sizden psikolojik temalı öyküler umuyorum:) ..Bu aralar ihtiyacımız var gibi öylesine...O sade, içten haliyle sizin kalemden okumak hoş olurdu ziyadesiyle..)
Aysel AKSÜMER
HakkınSesi
o yağmur sesinde okşamalı insan yüreğini bazı bazı..
hürmetle..
HakkınSesi
Hayırlı geceleriniz olsun..
Hürmetle..
Çok çok güzel bir anlatım...
Harika..
Tam yerini bulmuş..
Kocaman tebrikler..
HakkınSesi
Hürmetle...
Of! ya..
Öyle sarmıştı ki yazı.
Sona geldiğimde, elimde sapı kalan, elma şekeri gibi oldum.
Kutlarım canı gönülden :)
HakkınSesi
O sapı çok önceden yüreğimdeydi, çıkardım ki siz elma şekeri dediniz, Eyvallah:)
Hürmetle..
Bugün yarısına kadar okuyup dışarı çıkmam gerekmişti. Şimdi baştan okudum ve hayran kaldım. Resim de güzel bir seçimdi. Kutlarım. Selamlarımla.
HakkınSesi
Teşekkürler her daim...
HakkınSesi
Teşekkürler, hürmetle..
Gitmesini bileceğini bile bile gitme monologları işlemek yaşama....
Çaresizliğin çare basamağndaki silik duruşudur belki de...
Tebrikler..
HakkınSesi
Teşekkürler ablacım..
Gerçekten keyfili bir mırıltıdır kulağımızı okşayan...Su sesiyle uyanmış bir merhaba açtı yüreklerimizin soluk borusunda:))Bu yazı parıldamalı diyorum...:)Tebrikler
HakkınSesi
Hürmetle..
HakkınSesi
Hürmetle...
Kemnur
HakkınSesi
Benden bir selam iletebilir misiniz ablacım İstanbul'a...
Pencere kenarında, göğe bakarken öylece..
Hürmetle..