- 614 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Zahmin-7 (Körebe)
Gözyaşının tuzunda kerâhat vakti iken yüreğim zahmin’e heveslen yeniden.
Biz seninle hep… yağmurda… yağmurda… yağmurda… Dudaklarım sırılsıklam…
Zahmin! Başka hayatlarda gülüşsek bile aşkın özlem hâlleri hep aynı diyerek sana geldim. Uçurumların birinden çıkıp diğerine düştüm. En güzeli de yüzünün kalabalığında yırtıldım. Günahkar bakışlarımı bakışının öfkesinde boğdum acımı acıtarak. Mil çekildi sana suskun harflerin ıslak ve ölü gözlerine. Üvey bir yaşamaktı yanağın. Öz’üm aslında ağlamaktı. İçinden düşle geçilmeyen puslu dilekler benim değilse kimin? Kapana kıstırılmış yağmurlarla yıkarken çirkin suretimi susmayı göze alacak kadar bağırdım seni. Şimdi ve hemen: Terk etmeni istiyorum onarmaya yatırdığım beni.
Ölü bir aşkın sahibisin. Unutabilmenin izi tortularından döküldü. Gözlerinin renginden ödün veren deniz külleri doldu sırrına. Hayattan azledilmenin kekremsiliğini tadarken ve ay düşerken denize aklına yatmadı gece. Aşk gibi gülümseyebilmenin bedelini acı burukluğun kırıntılarını yüzüne gizleyerek ödet bana. Sızını gizli bir darp izi gibi tenimde sakla. Yakın yıldızlar bütün parlaklığıyla avuçlarından kaydı. Uzaktı gökyüzü şakaklarına. Düşlerin kurudu alabildiğine sarışın stepler boyu. Devşirme sözcüklerin arkasına kasten yığıldı içimdeki kin dağ gibi. Öfkesi dinmeyen şuh sessizliğe döktüm ruhumu. Aşk yokluğu sesimde, duyacaksın değil mi?
Çağlar boyu uzarken hayallerinin senden sonraki zamana süzülerek kırılması bütün gemileri uğurladım hayatımdan. ‘Eylül olsaydım kırılırdı canımın cehennemden geçen yanında biriktirdiğim sözcükler. Kesilirdi ruhsatsız şiirlerin şah damarı’ dedim ve karanfili yazgına batırdım. Yitik bir kadın kaldın öncesine hülyalarımın. Kâbuslarımı beslemek için rüyasızlığına sarıldım. Küfret birbiri ardınca. Kırılmazsam gerçek değilim. Kimliğim doğrulandı. Yastığımın çukuruna tükürdü şarkılar. Kuldan geçip küle yandım. Ay ışığı kamaşırken uykum geldi uyandım. Çöz bileğimden damarımda sendeleyen kanı zahmin. Seni sen öldürmedinse sen kimin cesedisin?
Ağıtlar sürdün bu olmayası ve ölesi kentin yapışkan saçlarına. Ensende kaldı marazlı düşlere yaktığın yorgun ter damlaları. Çığlıklar demledin sağaltamadığın yaralarımda ve en çok iflah olmazlığında suskunluğumun. Ama dolunay yüzünde eskirken darmadağın iyileşmeye yüz tutacak adımlarım biliyorum. Kirpiklerin kalbime batarken ve mevsim ikindilerinin en sus haline yaslanırken aşktan yana, ceylanlar suya inmeye utandı. Suda izin vardı. Sözlerin muhannet bir infazdan kalmışçasına yarımdı. Delirmiş ağlayışlara eşlik etti faili aşk kahkahaların. Ama mef’uldü kalp. Uyma yüreğinin beni hatırlayıp durmalarına. Kahır dediğin bir içimlik acı su zahmin. Yüreğimi korku ayinlerine düşürme. Alevliliğimden kül yığını bırakma bana. Bak tütsüleniyor içim salınarak geçişine, kurşun gibi el edişine. Aşkın zorda kalışısın. Sil baştan öyküler yazıp olabildiğince derin ve rezilce yaşamalısın aşkı. Geçmişin tozlarını silkeleyip üstünden ve eylül düştüğünde gecenin rengine hayata yakalanmalısın.
Aklıma gelmek için neden olmadığın anları kolluyorsun? Beş harflik yalnızlığını dizlerinde uyutmak için daha ne zaman uyanacaksın? Deliliğimin delilini istiyorum. Yalnızlığa ayraç ellerini değil zahmin.
Kefenimin artmışlığına bir ölüm arıyordum. Sana vurdum başımı. Ancak kendime döndüm. Kanım akmadı ekmeğime. Korktum çürümekten ve korktum içimde cesetlenmenden. Ayakucumun üzerinden yansıyan aynalara düşürdüğümde suretini, yüzüm bin parçaya bölündü. Kaç hayattan sürünerek geçtim bilmiyorum ama avucum geceydi hep. Sorumlusuydum kul inciten karanlığın. Sana bembeyaz saatlerin akreplerini vurarak geldim. Seni bende okusunlar. Eğer gözlerimde yoksan kirpiklerimle mil çeksinler adıma; seni bulmak adına. Zehir gibi tiryakiyim elzemin dilinde aşk olan sol omzuna.
Kaç ağız sonra bitecek dilsizliğin? Sonrasında ne var son’un? Şimdi annem çocukluğuma yaslanır. Dalarım. Bir kez daha, bin kez daha dalarım babam gibi dönmemek üzere. Gemiler geçer gözyaşımdan. Kanserli dümenlere dokunamam. Son cümlesinde vururum çocukluk öykülerimi. –ve ellerin değer ruhumun o en dokunulmaz, en savunmasız, en kırılgan yarasına- İçimdeki kalabalıkları boşaltıp koridorlara yer açan korkak kanayışları sende sevdim ben. Mahremin zevalindeki hüzn-ü evsa düşüme –adı aşk- yüzün düşer. Gülüşümü gömme kabristanlara. Her solukta biraz daha yanan bu hayatı bir solukla indirme düşler boyu inciten iç kanamalara. Bağırttırma ömrümü.’ İkinci el yürek satılır’ diye bağırttırma. Seni sensizlikte yaşayana sensizliği dayatamazsın.
Sen yazgısı koynunda kalansın. Uçurumlar alnından başladı kendi yüksekliğinden düşmeye. Aynaya isimsin. Ayna derininden çıkıp sana düşünce unuttu gizine münhasır görünmezliğini. İki yana açıldı da ayna ben’ine baktıkça esrarına gömüldü. Sana aktıkça çıkamadı seyrinden. Şiirlerimdi sesinde bir o yana bir bu yana savrulan rüzgâr. Gece melekleri okşadı papatya kokan saçlarını. Gözü ihtilale kayan coğrafyada bad-ı saba uyumak nedir bilmedi. Adının gerisinde heyecanla uçuşan kuşlara ne yaptın? Konuşmaya yeltenemeyecek kadar kelimesiz mi suskunluğun? Bu kadar aşk olmasaydın bir karış kanda boğar mıydım aklımı? İki büklüm rüyalarım. Avucumda gökyüzü. Hasretim kapında. Aç peçeni zahmin! Günah kadar güzelsin. Güzel, ne güzelsin.
Ben’dim gülün siyahına dokunup kendi karanlığını fehmeden kuyu. Geldin Yusuf güzelliğinle –ki asıl değil surettin ve dahî mana değil kelamdın ama illaki güzeldin- çıktım çöl karanlığımın derininden. Suyun açılmamış kokusu yüzümdü ben’im. Kimse bilemedi alkış tutulan acılarını kıyasıya sınayan ben’in kaderini. Ama ben kaderimde gizliyim sen gibi. Kaderime… kederime… kelamın sırrının manada olduğunu muştulayan mühr-ü nebi güzelliğine bismillah dedim, girdim molla cünun’un kapısından cübbemi toprağa serip. Ölümle ömür arasındaki perdenin yanarak kaldırılışı değil midir aşk? Açıldı perde: Aşk. Oynandı oyun: Aşk. Kapandı perde: Aşk. Kaldı ruh. Hâl hâlini kaldıramadı hiçlikte boy vermiş, sende bana yazılmış imanımın. Öyleyse değil mi son aşkın? Söz gibi. Ölümde aşkın.
Bende çözülmeyen bir yangın kadar sürgündür sır. Belki yalnızlık o kadar kolay değildir, an’ları yırtılırken anıların. Gül bahçesi değil artık dudağım. Dudağının izini kaybettim. Bırak parmak uçlarımdan akıp gitsin kederin grisi. Bırak bitmesin cellada boynumu uzatırken seni temaşa edişlerim. Biliyor musun; aşk kendini tükettiğinde ve siretin aynası kırıldığında utancından secdeye kapanan kuşlar gördüm rüyanda. Bende yara var. Bende yar/a gül kıyamet yara var. Uyu fırtınanın koptuğu yerde deniz kalacağını bilerek. Yokluğumun sol omzuna yaslanarak ve gözyaşlarını avucuma saklayarak uyu. Şimdi soru işaretlerinin çengellerine assam da kendimi ‘’elveda’nın başladığı yerde, uykuların beni çığlık çığlık sana getirecek.
Bin bedene sığmasamda bir ölüm’e sığarım. Dizinin dizime değişidir ölümüm bilirim. Kapat gözlerini. Körebe. Aç gözlerini. Körebe. Bu oyun bitmez zahmin.
Cengizhan Konuş
YORUMLAR
Edebi güzergahı son derece yoğun , ayrılık ve aşka dair bu güzel yazının daha kısa olması tercihim olurdu ...Fakat anlıyorum ...Bunca kıyametin üzerine üç-beş kelam kifayet etmeyecekti yangınları söndürmeye.Belki de hala sönmedi .Bazen Zahmin ..Bazen Hifa...Hepsi kundakçı bunların ...Yaktıkları ateşin tadına varmaları temennisiyle ...Tebrikler kalem sahibi ..Ve hürmetle kaleme ...