MİYASENİN BELİKLERİ
MİYASE’NİN BELİKLERİ
Miyase benim ablam olur, benden 9-10 yaş büyüktür. Ben Miyase’yi çok severdim ne bileyim bana anne yarısı gibi gelirdi. Anlatacağım bu yarı masal yarı öykü 1962 yılında yaşandı. Biz Nevşehir, Hacıbektaş ilçesi Büyükkışla köyünden Ankara’ya göç edeli bir iki sene olmuştu. Babam Süleyman Ankara Belediyesi Temizlik İşlerinde şoför olarak çalışıyor, annem evde ev işleriyle meşgul. Miyase ablam da onun en büyük yardımcısı. Hilmi ağabeyim Yenimahalle’de bir terzinin yanında çırak, benden iki yaş büyük Aşır ağabeyimde ilkokul 4.veya 5. sınıfta okuyor. Ben henüz okula gitmiyorum evdeyim, evin en sevilen üyesiyim. Maşallah tek kişilik tiyatro gibiyim, beni konuşturuyorlar ve gülüyorlar. Öyle laflar ediyorum ki annem “Büyümüş de küçülmüş, dünyadan üç yaş büyük” diyerek beni seviyordu.
İşte böyle başkentten uzak başkentte yaşıyoruz. Mahallemizde 20-30 kadar gecekondu var. Her bir çatının altında kim bilir ne öyküler yaşanıyor. Bu gece kondu mahallesini ben asla unutamadım. İşte benim masal olan çocukluğum bu mahallede geçti. Neyse biz gelelim hikayemize. Köyden gelmişiz köylüyüz ama şehirli olmaya da öykünüyoruz. Bir komşumuz var, adı Şükriye, hani şu ünlü şiirdeki Fahriye Abla’nın Ayvalı Kurtini Mahallesindeki şubesi desem yalan olmaz. Ben Fayriye Abla’yı görmedim tanımıyorum ama benim Şükriye Ablam ona beş basar diyorum. Onlar da Erzurum’dan bir umudun peşine takılıp gelmişler buralara. İki gözlü şirin bir gece kondu da oturuyorlar. Çok genç ve güzel bir kadın yaşı yirmi belki de yirmi iki. Her neyse Ben Şükriye Ablaya hayranım, belki de aşığım. Nasıl hayran olmayım ki her hali her tavrı bir başka. Giyimi kuşamı bizimki gibi değil, giyinmesini kuşanmasını biliyor. Alımlı çalımlı yürüyor, cilveli işveli gülüyor. Vesselam bizden önce geldiği bu şehre uyum sağlamış, hem de ne uyum. Dayısının oğluyla evlenmiş ama onun gözü başka dünyalarda. Her haliyle bu gece kondu mahallesinde faz durucu değildi. Çocukları olmuyormuş, bu durumda onların evliliklerini zayıflatıyordu.
İşte bu Şükriye her konuda ablamın rehberiydi. Ablam her fırsatta soluğu Şükriye’nin evinde alırdı. Şükriye’nin evinde radyo da vardı. Ne demek radyosu olan ev ötekilerden çok ayrıcalıklıydı. Annem kızıp bağırınca da “Şükriye bana dantel öğretiyor, kaneviçe işlemesini öğretiyor, hem yanımda Cuma’da geliyor bunda ne kötülük varmış” diyerek bildiğini yapıyordu. Aslında annemde Şükriye’yi seviyor sayıyordu ama yine de onun giyiminden kuşamından rahat hareketlerinden ürküyordu. Bir gün Şükriye bize geldi oradan buradan konuşurken “Emine teyze artık şehre geldiniz, köyünüz geride kaldı, artık siz de şehirli olmalısınız. Giyiminizi kuşamınızı konuşmanızı değiştirmelisiniz. Yoksa çarşıya pazara gidince sizi kınarlar, ayıplarlar” Annem de “Ne yapalım kurban olduğum, gadasını aldığım. Biz kim şehirli olmak kim, biz böyle geldik böyle gideriz. Anamızdan atamızdan gördüğümüz gibi yaşar gideriz.” Şükriye “Olur mu hiç Emine teyze azcık gayret edin değiştirin kendinizi. Hadi sen değiştiremem diyorsan Miyase bari değiştirsin kendini. Mesela şu eteğinin altındaki bu pijama oluyor mu ? Köylü desem köylü değil, şehirli desem hiç değil.”Annem telaşla ve korkuyla “Aman kızım sen ne diyorsun babası bunları duysa, Miyase’yi öyle senin dediğin gibi görse hem beni hem de Miyase’yi kıtır kıtır keser valla.” Şükriye omuzlarını silkti şuh bir kahkaha attı “Aman Emine teyzeme de bak. Hangi devirde yaşıyoruz, hiç kıyafeti için adam öz kızını ve karısını döver mi ? Annem “Yok kızım sen benim herifi bilmezsin valla bizi eşek sudan gelene kadar döver. Biz senin dediğin gibi giyinip kuşanamayız” diyerek konuyu kapatmak istedi. Ama Şükriye asla vazgeçmedi “Tamam tamam Miyase’nin giyimi sizin dediğiniz gibi olsun ama hiç olmazsa şu saçlarını bir adama benzetelim. Keselim şu beliklerini deyince ablamın gözünde ışıklar parladı. İşte tam ben bu arada “Anne ben yoğurtlu pekmez istiyorum” deyince film koptu…
- 2 -
Şükriye “Ulan velet, şimdi yoğurtlu pekmezin sırası mı ?” Annem ve ablam aynı anda “Şimdi evde yoğurt yok yarın babana söyleriz işten gelirken bir kavanoz yoğurt alır” diyerek beni başlarından savmak istediler. Ama benim aklıma düşmüştü yoğurtlu pekmez yemek. Israrla biraz da mızırdanarak “Bana ne, bana ne ben yoğurtlu pekmez istiyorum” diyerek bastım bağırtıyı. Kimbilir belki de o anda tüm ilginin Miyase’nin beliklerinde olmasını kıskanmıştım. Her zaman benimle ilgilenirler benim sözlerime gülerlerdi, şimdi nerden çıkmıştı bu Miyase’nin belikleri. Şükriye “Sus ulan velet, git dışarıda oyna bak burada önemli işler konuşuyoruz” diyerek beni bir güzel payladı. Ben de çaresiz sustum güya oynuyormuş gibi yaptım ama kulağım da onlardaydı. Şükriye “Haydi Emine teyze getir şu makası da şu kızı beliklerinden kurtaralım” Annem “Olur mu kızım babası ne der, bir görse bir duysa bizi öldürür valla.” Şükriye nerden görecekmiş, Miyase babasının yanında başını tülbentle örtmüyor mu ? Annem “Ama kızım ne bileyim ben çok korkuyorum sen benim herifi bilmezsin saç kestirmek günah diyor, şehir kadınlardan hiç haz etmiyor. Miyase’nin beliklerini kestiğimizi bir duyarsa” Şükriye korkmayın, korkmayın duymaz da görmez de” diyerek annemi ve ablamı rahatlatmaya çalışıyordu ki, ben “Ben babama söyleyeceğim, akşam işten gelince valla billa söyleyeceğim. Siz bana yoğurtlu pekmez verirseniz söylemem yoksa akşam işten gelince babama söyleyeceğim” diyerek bastım yaygarayı. Şükriye “Bak oğlum evde her olup biten babalara söylenmez. Babalar işten yorgun gelirler, evde olan herhangi bir şeye canı sıkılırsa evdeki herkesi azarlar hatta dövebilir. Bu arada seni bile dövebilir sakın Miyase’nin beliklerini kestiğimiz babana söyleme. Sana dondurma alırım, balon alırım, horozlu şeker bile alırım” diyerek beni ikna etmeye çalıştı ama ben “Yok, ya bana hemen yoğurtlu pekmez getirirsiniz, yada Miyase’nin beliklerini kestiğinizi akşam işten gelince babama söylerim” dedim. Şükriye de elini kulağımdan tuttu bir güzel kıvırdı baya canım yanmıştı. Ama Şükriye kulağımı bırakmıyordu “Söyleyeceğin mi lan, hadi de bakılım söyleyeceğin mi ? hele bir söyle seni gebertirim” diyerek kulağımı kıvırmaya devam etti. Ben de can havli ile “Tamam tamam söylemem valla billa söyleymiyeceğim” deyinince kulağımı bıraktı.
Haydi Miyase git makası getir de şu belikleri keselim.” Ablam sevinçle bir koşuda içeri odadan makası getirdi. Şükriye makası eline aldı bir kuaför edasıyla o canım belikleri kesti. Ben de olanı biteni şaşkınlık ve üzüntüyle izliyordum. Miyase’nin otuz kırk tane ince belikleri vardı. Bunlar süslü ince bir örgüyle birbirine çatılmıştı. Ablam elinde ayna kendini izlerken çok mutluydu. Annemin her halinde büyük bir korku ve kaygı vardı. Miyase’nin belikleri topluca yere düştü. Annem aldı onlar topuyla bir yazmanın içine sardı ve içeri odaya götürdü. Şükriye büyük bir zafer kazanmanın hazzıyla “Hah işte şimdi oldu. Bak biraz şehirli kızlara benzedin” diyerek ablamın boynunu anca örtebilen saçlarını taramaya ve kabartmaya başladı. Ablam da bu durumdan çok ama çok büyük bir keyif almıştı. Aynanın karşısında uzun uzun kendini ve yeni saç modelini izledi. Ben şimdilik susuyordum ve olanı biteni biraz da üzüntüyle izliyordum. Ben Miyase ablamın yeni saç modelini hiç ama hiç beğenmemiştim. Belki bu kısa saçlar Şükriye’ye ve şehirli kızlara yakışıyordu ama benim ablamın masumiyetini bozmuştu sanki. Babamım “Kadınların saçlarını kesmesi büyük günah” sözleri de beni çok etkilemişti.
İşte böyle zaman geçti, zaman aktı. Akşam babam işten geldi, yorgun bir şekilde somyaya oturdu. Biraz dinlendi akşam ezanı okundu, babam namazını kıldı. Annem ve ablam sofrayı kurdular. Yemeğe yeni başlamıştık, ağabeylerim o anda sofrada yoktular. Babam daha bir lokma yemişti ki ben “Söyleyeyim mi ?, söyleyeyim mi ? diyerek ablama ve anneme baktım. Annem ve ablam bana en kızgın ve en korkunç bakışlarını attılar. Ben yine şantaja devam ettim “Söyleyeyim mi, söyleyeyim mi ?” deyince babam da biraz merakla biraz da kızarak söyle lan, neymiş benden gizlediğiniz “ dedi. Annem da yok bir şey herif diyerek geçiştirmek istedi. Ama babam sert bir ses
- 3 -
tonuyla söyle lan neymiş söyle de ben de bileyim” dedi. Ben de “Baba Miyase ablamın beliklerini kestiler, Şükriye abla geldi makasla Miyase’nin beliklerini kestiler. Ablamı şehirli kızlara benzeteceklermiş” dedim. Babam o kadar kızdı, o kadar öfkelendi ki ben bile korktum. “Demek öyle, demek şehirli kızlara benzemek için kızın beliklerini mi kestiniz” diyerek annemi bir güzel payladı, yetmedi ablamın yüzüne tükürdü “Kötü kadınlara mı özeniyorsunuz yazıklar olsun size”
Diyerek sofradan kalktı ve dışarı çıktı. Ben de kendi kendime acaba söylemeseydim mi diyerek kendi kendime pişmanlık duydum. O akşam evde büyük bir sessizlik ve sevgisizlik rüzgarı esti.
Ertesi gün annem içeri odaya sakladığı belikleri getirdi. Ablamı önünde diz çöktürdü eline iğne iplik aldı özenerek belikleri ablamın ensesindeki kesilmiş saçlarına dikti. Tabi saçlara dikiş tutturmak kolay olmadı ama yine de belikler enseye monte edildi. Ablam tülbendiyle başını özenle örttü, arkadan bakınca tülbendin bittiği yerde belikler eskisi gibi görünüyordu. Annem eseriyle bayağı bir rahatladı. Akşamın olmasını bekledi, babam işten geldi, namazını kıldı, sofraya oturduk. Annem “aman herif sen de şu tırnak kadar zıpır çocuğun sözüne inanıyorsun. Yalan söylüyor biz Miyase’nin belikleri filan kesmedik. İnanmıyorsan bak belikler yerinde duruyor. Haydi kızım dön arkanı da baban beliklerini görsün” diyerek ablamın arkasını döndürdü. Babab da göz ucuyla baktı ama hiç mutlu olmadı. “Siz nasıl biliyorsanız öyle yapın, artık size karışmıyorum” diyerek onlara gücenikliğini sürdürdü. İşte ben önce kesilen, sonra da yerine geri dikilen Miyase’nin beliklerini hiç ama hiç unutamıyorum.
24 Ekim 2010
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.