- 833 Okunma
- 4 Yorum
- 1 Beğeni
Gitmiyorduk Geliyorduk
Yıllar önce çok sevgili dostumla yine bir temmuz bunaltısında denize gitmeye karar verdik. Denize gitmek diyorum çünkü bizim vilayetin denizi eksik. Yoksa denizin kıyısında ikamet etseydik denize gitmeye de gerek kalmazdı.Yani biz aslında bir şarkıda söylendiği gibi “Deniz ve mehtap sordular bana neredesin?” demiyor, denizin ve mehtabın yerini gayet iyi biliyorduk.
Hızlı, seri manevralarla biletler alındı, bohçalar toplandı. Vakit gelmişti. Denizdeki gemiyle “Kara göründündüüüü.”, demeye değil de, karadaki gemiyle “Deniz göründüüü.”, demeye hazırdık artık!...
Otobüse bindiğimizde kendisinin otobüs tutması gibi bir hastalığının kesinlikle olmadığına inandığımız sevgili muavinimiz bize mikrofonuyla:” Bizim firmamızla yolculuk yaptığınız için acayip müteşekkiriz, size giderken üstünde kendi markamız bulunan kahvelerden veya gazı kaçmış kolalardan verme kıyağında bile bulunacağız” gibi ezberlediği cümleleri söyledikten sonra (yeni başlayan çaylak muavinler hala kağıttan okuyor.) kara gözlüklü, ajan kılıklı, gardırobundaki altı mavi gömlekten dün hanımının yıkadığını tahmin ettiğim mavi gömleğini giyen kaptan amca gaza tüm asaletiyle bastı ve yolculuk keyfimiz otobana çıkmak suretiyle başlamış oldu…
Ankara izini yeni kaybettirmişti, bizi bekleyen mutluluk topraklarına yaklaşacağımızı hissediyor, sıra dışı, insanda aptal izlenimi uyandıran gülümsemelerle birbirimize bakıyorduk dostumla. İşte o sırada dostumun dudaklarından, oturaklı, Sokrates vari bir cümle döküldü yüzüme karşı :
“Biz aslında gitmiyoruz, geliyoruz!”…
Ben cümle avcısı hemen bu ağır cümlenin esrarını çözmeye çalıştım o vakit. Ne demekti gitmiyoruz da geliyoruz? Basbayağı gidiyorduk işte. Yoksa… Yoksa… Yoksa derin bir anlam mı vardı cümlenin muhteviyatında?
Coşkularımı, mutluluklarımı, çocuksu heyecanlarımı hemen, üstümüzdeki, yolcuların küçük bagajlarını koyması için ayrılmış bölüme koyarak cümlenin mealini aramaya koyuldum o minicik beynimde…
Sanırım her mutluğun bir sonu vardır gibi bir şey… Yoo yooo böyle sıradan, bilindik bir anlatım içine girmez benim dostum. Ya da dünya yuvarlaktır, (tam değil ben de biliyorum!..) aynı çizgide ilerlersek yürüyerek (yürümek şart değil!) yine aynı noktaya varırız gibi bir teoremi mi vurgulamak istiyordu? Hayır hayır, bu vargı da çok sığ, hatta saçma olurdu. Kendisine sorsam kızar mıydı acaba? Ben bulamadım kadim dostum söyle de çatlatma beni desem ne derdi bana? Yok yok, ben kendim bulmalıyım cümlenin sırrını nasıl olsa daha vaktimiz var, tabelayı gördüm, daha İki yüz elli kilometre var denize.
Öğretmeninin karşısında soğuk terler döküp, sözlüden iyi not almaya çalışan bir öğrencinin psikolojisi olmasa da üstümde, içimde yine de bir zorunluluk havası vardı söylenmiş cümlenin gizini ortaya çıkarmak için. Bu karamsar bir yaklaşım mıydı yoksa?: “Tatil dediğin nedir ki elinin kiri, bir çırpıda biter döneriz” anlamında? Off biliyorum bu da değil! Peki neydi o zaman neydiii?
“Sen de getirme şimdi şu alkolünden çalınmış, limonu eksik, markasız, kimin imalatı meçhul kolonyayı, dikkatimi dağıtıyorsun demedim tabii muavine. İki elimi kavuşturdum,” boşalt canım birkaç damla, sakın ziyan olmasın ama” diye mırıldandım sessiz bir söylemle. Sonra yarım bir şekilde ferahlamaya çalıştım belki zihnim açılır da küt diye aklıma gelir, bu dostumun hiç beklemediğim bir anda söylediği cümlenin esrarı.
Size söylemeyi unuttum dostum, en son saydığımda sayıları hala yedi olan cücelerin arasında uykucu olanıdır. O uyurken ben de bu cümlenin anlamını çözmeye ahdettiğim için tekrar düşünmeye koyuldum, koltuğumun geriye yatmasına yarayan kolu biraz yukarı çekerek…
Fakat koltuğu geriye yatırmak uykumun işine gelmiş olacak ki, bu esrarengiz cümlemin anlamını çözmeye fırsat kalmadan uyumuş ve uyandığımda otobüs geleceğimiz yere çoktan varmıştı bile. Bense bu On günlük neşeli, sorunsuz tatilin ardından Ankara’ya vardığımızda çözebildim ancak bu esrarengiz cümlenin sırrını…
Yazgıyla zaman kardeşti. Zaman hızla ilerlerken yazgı da bir gölge gibi onu takip ediyordu. Biz zamanın içindeki yazgıdan keyif almaya çalışırken, zamanın acımasızlığının farkında değildik. Farkında olduğumuzdaysa tekrar Ankara’daydık. Yani gerçekten de gitmiyorduk, aslında geliyorduk. Ve şunu anladım. Ne kadar mutlu giderseniz ve orada ne kadar mutlu anlar yaşarsanız, o kadar çabuk geliyorsunuz…
Oktay COŞAR
2003 Ankara
YORUMLAR
KİMİ KANDIRIYORSUN SEN!
zaman nasıl da geçiyor
boş boş...
bi de hızlı,yetişemiyorum
koş koş...
tamam dur, vazgeçtim...
oynamıyorum,mızıkıyorum
işte!
boz,boz...
.............
kandırdım,kandırdım...
şimdi ben kaçıyorum
öndeyim...
sen arkamdan koş zaman
koş koş...
zamaaannnn,beni yakalayamazzz...
aman da ne hoş,
ne hoş...
kimi kandırıyorsun sen!!!
Gülnur Yener Sarıtaş
02/01/2011
zamanın acımasızlığının farkında olmak,ya da olmamak!..
farkeder mi? :)
Boşluğa savrulan kılıç gibi değil yazılarınız ya da öylesine dolaşmıyor kağıt üzerinde. Dikkati çeken en güzel unsur; insanı mutlaka bir hedefe götürüyor. Felsefesi olan ve düzgün kaleme alınmış yazıları çok seviyorum; tıpkı bu yazı gibi. Harikuladeydi. Saygılarımla.