- 835 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YÜCEL ÇAKMAKLIYI ANLAYABİLSEYDİK!
Yücel Çakmaklı, bizde “Sinema Dili”nin sağa da söyleyeceği şeylerin olacağını gösteren bir usta idi. Bunun içindir ki,”Milli Sinema”yi bir ideal yapılanmanın zorunluluğu olarak gördü ve daha 32 yaşındayken “Elif Film” şirketini kurdu. Ne var ki, çok pahalı bir sektördür sinema. Yeterli sermayen olmazsa, ayakta durman, kaliteli filmler çekmen mümkün değildir. Kendi oyuncu kadron olmayınca bu işin zorluğu daha da artmaktadır. Bütün bunlara rağmen, böyle bir riske talip oldu. Başaramaması, onun eksikliği değil, bizim toplum olarak duyarsızlığımızın sonucudur. Bu mesele aslında uzun uzadıya tartışılacak ve yeniden bir kalıba oturtulacak özelliğini korumaktadır. Umarız, yeni sermaye sahipleri içerisinde rahmetlinin bu ülküsünü paylaşanlar çıkar ve onun ideallerini emanet ettiği yeni nesle destek vererek bu işi hayata geçirir…Umutlu muyum? İtiraf edeyim hayır. Çünkü kendisiyle 20 yıl kadar önce ilk karşılaştığımızda şunları söylemiştim:
“Üstad, bizim kesim maalesef sinemaya karşı kördür ve sağırdır. O gözleri ve kulakları açmak sana sıkıntı verecektir, ama iraden ve sabrınla başarman için dua ediyorum.”
Onun cevabı, benim karamsarlığımı gidermese de daha anlamlıydı:
“İnanan kesim, çağın gereklerine kapalı kalamaz. Biz, inanan, inandıkları için topluma yol gösteren, model alınacak insanları tanıtamadığımız, anlatamadığımız için neslimiz Batı hayranlığına yöneldi. Sinemaya dikkat edin, gidenlerin büyük çoğunluğu bu ülkenin mütedeyyin Müslüman insanlarıdır. Onlara başkalarını değil, kendi değerlerini anlatmak için bu bir zorunluluktur…Bu mecburiyetin gereğini birileri yapacaktır. Bugün biz talibiz, yarın arkamızdan başkaları talip olacaktır. Karamsarlığa gerek yok, inanırsak başarırız!..”
Sanırım bu irade ve sabırla yola çıkmış olsa gerek ki, 1992’de Necip Fazıl Üstad’ın “Mümin ile Kafir” adlı eserini iki kişilik diyaloglardan ibaret olmasına rağmen, çok başarılı bir şekilde sinemaya aktarmış ve insanların böyle ağır metni bir macera filmi dikkatiyle izlemelerini sağlamıştı… O filmin galasını, Üstad’ın Kayseri’ye özel muhabbeti olduğunu bildiği için bir nazire olsun diye Kayseri’de yapmıştı. Sevgili Abdurrahman Şen’le birlikte geldiler, buradan Dr. Kemal Tekden’le ben kendilerinin organizasyonun içinde yer aldık ve filmden önce bir de açık oturum yaparak sinemayı konuştuk. Ben şuna inanıyordum: Sinema ya da bütünüyle hayatın değişik anlarının, belki göremediğimiz ama bize yön veren taraflarının çekim yoluyla gösterime alınması, hepimize kendimizde farklı taraflarımızı keşfetmeye, zaaflarımızı görmeye, varsa faziletlerimiz onların nimetlerini toplumla paylaşmaya götürecektir. Bu bir kolektif düşüncedir. Buna inanan birisi olduğum için, benim ilk yazılı eserim, daha lise öğrenciliğim döneminde yazdığım ve sahneye koyduğum “Alpaslan” piyesi olmuştur. Ne var ki, toplumumuzda böyle bir eğilim yoktur. Evlerimizde açık sinemaya dönüşen televizyon en az 12 saat yayın yapar, abur cubur şeyleri seyrederiz de, oraya kendi sesimizi, kendi görüntümüzü, kendi değerlerimizi yansıtmanın kaygısını duymayız. Bu dehşetli bir açmazımızdır. İşte bu sosyal zaaf yüzünden Çakmaklı hedefine varamamıştır. Bunun içindir ki, sol bundan beslenmiş, bu sektörü kendi hesaplarına ranta dönüştürmüşlerdir.
Artık şunu kabul etmeliyiz: “Milli Sinema” olmadan yerli sinema olamaz!.. Bunun en çarpıcı örneğini Rahmetlinin ”4. Murat”, “Küçük Ağa” ve “Kuruluş” filmlerinde gördük. Bu filmler yayına girdiği zaman biz sinemayı ve gücünü adeta yeniden keşfetmiştik. Ne var ki, bunun farkına varanlar, üstüne üstlük sağın ilgisizliğiyle birlikte, o kapıların kapatılması için ellerinden geleni yaptılar ve Yücel Çakmaklı neredeyse izole edilerek dışarıda tutulmaya çalışıldı… Bizim zaafımız işte bu mahkumiyeti görememekti!..
Burada bakınız, elin adamı sinemadan neler bekliyor? Onu size çok düşündürücü bir olayla anlatayım:
Rahmetli Turgut Özal’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde, 1990’lı yıllarda Amerika bize Tekstilde kota uygulamaya başlar. Özal, bunun çözümü için Amerika’ya gidecektir. Karşı taraf protokole TRT Genel Müdürü’nün de dahil edilmesini teklif eder. Tabii alırlar ve giderler. Bundan sonrasını dönemin Genel Müdürü dostum rahmetli Kerim Aydın Erdem’in bana anlattıklarından nakledeyim size:
“Amerika’ya gittik, heyetler arası görüşmeler başladı. Amerikan Devlet Başkanı Ronald Reagan doğrudan şunları söyledi: “Siz televizyonunuzda Amerikan filmlerine kısıtlama getirdiniz. Biz de doğal olarak Tekstil’e kısıtlama getireceğiz!..” Biz şaşırıp kaldık. O yıllarda, yoğun bir Amerikan film kampanyası vardı. Toplumu bu filmlerin getirdiği ahlakî zaaflardan korumak için Latin Amerika dizilerine de yer vermeye başlamıştık. Bu tavır devletlerarası tepkiye dönüştürülüyordu burada…”
“Sinema ve Tekstil, bunların birbiriyle ne ilgisi var”, demeyin. İşte ilgi ortada… Bir devlet, kendi propagandasının kanallarını koruyabilmek için neleri kullanıyor görüyorsunuz…
Rahmetle Yücel Çakmaklı, meselenin bu boyutunu keşfeden bir sinema ustasıydı. Maalesef biz onu anlayamadık, ona sahip çıkıp destek veremedik. Onun çok arzuladığı “Milli Sinema Sektörü”nü oluşturamadık… Bu yüzden de nesillerimiz, başkalarının, başkaları hesabına hazırladığı filmlerin etkisiyle ellerimizden kayıp gidiyor. O fert olarak bunu fark etti, biz toplum olarak edemedik. İşte onun bilinmesi ve dikkate alınması gereken gerçek yönü ve büyüklüğü de burada!..
Ruhu şâd, mekânı cennet olsun…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.