- 760 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Neva - 2
Bayılmıştı Neva… Kendisi de dahil olmak üzere herkesi de korkutmuştu.. Ayılmaya çalışırken tüm aile efradının ona endişeli gözlerle baktıklarını gördü.. Halaları enişteler, amcalar ve yengeleri hepsi uyanmasını bekliyordu.. Neva’nın onlar gibi koşup oynayamadığından dolayı çok sinir olduğu afacan ve bir o kadar da enerji dolu kuzenleri de “Neva! Neva uyan!” diyerek etrafında koşuşturmaya başladılar.. Birden doğruldu.. Babası;
--Bıdııkk ! Yine yormuşsun kendini… Anlaşılan o ki bütün gün oyunlar oynadın ve başın döndü bak düşünce de kendinden geçtin, hadi bakalım kalk sana istediğin bebeği aldım tıpkıı senn!...
Babasının elinden tutup bahçeden eve doğru yürürken başını çevirip hayattan ve kendisinden bi haber kuzenlerine ve kardeşlerine baktı. Hiç bir şeyleri yoktu, uçurtma bile uçuruyorlardı… Oysa Bıdık babasının yaptığı uçurtmayı bir kez olsun oynayamamıştı. Yukarı doğru bakınca başı dönüyor, kendini yerde buluyordu çünkü… Ve içeri girdiler neşe içerisinde hiç bir şey olmamış gibi… Her şey az önce olup bitmiş ve geçmişti artık. Kalan ömrü metanetle mutlu geçirmekti önemli olan aile bunu yapmaya çabalıyordu… Neva’yı Ayşe yukarı odasına çıkardı. Çok severdi Ayşe’yi, onu hiç incitmezdi ki nasıl sevmesin.. Ilık bir banyo yaptırdıktan sonra el ve ayaklarındaki yaralarına büyük bir titizlikle ve sevgiyle merhem karışımını usulca uygulayıp jelâtin geçirdiği el ve ayaklarına çorap ve eldiven giydirdi ve her gün bu işlemi gece ve gündüz yapardı. Ayşe dedim ya; çok severdi Nevayı. Şefkatinin tümünü bu çocuğa vermişti neredeyse. En güzel giysisini giyinen Neva Ayşe’nin ona verdiği kocaman hapları görünce içmek istemediğini söyler, Ayşe de onu en tatlı cümlelerle kandırmayı başarırdı... Havale geçirmesini önlemek amaçlı alınan bir ilaçtı bu... Ayşe, Neva’nın saçlarını usul usul incitmeden tarayıp cimcime yapardı tombiş, tatlı yanaklarına yuvarlak yüzüne, iri gözlerine çok yakışırdı bu model...
.....
Aşağıya indiler ve hergün olduğu gibi saatini hiç şaşmayan akşam yemeği vakti gelmişti. Saat beş olmuştu... Annesi ve Ayşe masaları hazırlıyorlardı. Evin içi yine bayram yeri gibiydi... Neva’nın babası ailesinin en büyüğü olduğundan, herkes onların evinde toplanırdı... Saatlerce yenilir, içilir, bahçede tatlı servisi yapılır ve çaylar içilir sohbetler ardı adına gelir, kahkahalar evin içinden ve sokaktaki köşe başından bile duyulurdu... Neva bu durumu çokta sevmezdi. Çünkü hiç bir zaman kocaman bir aileden ziyade kendi ailesi anne babası ve kardeşleriyle yalnız bir gün geçirmemişti... Hastane ve tedaviler için şehir dışına anne babasıyla çıkmasının haricinde öz ailesi ile bir akşam yemeği yediklerini hatırlamıyordu... Sıkıldığını ve içeri girmek istemeyen salonun kapısından bakınıp duran Nevayı gören ağabeyi;
—Bıdık abicik gel bakalım.. Baba verdin mi bebeğini? Bak abicik aynı sen, ağlıyor bu bebek aaa ne güzelmiş... Herkes hep bir ağızdan;
_Aaa, aaa, evet evet, çok güzelmiş, bu benim olsun yok yok Bıdık’ın bu, al bakalım hadi...
Ve anlamlı bakışlar her kafadan bir ses ve acıyan türden bakışlar. Neva başını öne eğdi ve bebeğe dalıp gitti. Bir an başını çevirip evdeki akrabalarının yüzlerini sırayla dolaştı inceledi. Aslında kocaman bir aileye mensup Neva, kalabalığın içinde kendi dünyasında tek başınaydı ve bunu hissederek yine bebeğiyle oynamaya devam etti...
En çok istediği şey okula başlayabilmek diğer çocuklar gibi okul çantasını sırtına asıp, beslenme çantasını eline alıp annesine bahçe kapısından el sallayıp hoşçakal deyip gitmekti... Çok istediği okuluna, defalarca gitmişti. Annesiyle ablasının öğrencilik durumunu öğrenir, bu arada Neva da okulu inceler ve öğrencilere imrenerek bakardı... Altı yaşlarındaydı Neva, büyüye bilecek miydi acaba? Okul sıralarında oturup ders işleyebilecek miydi? Anlamadığını; ’’Öğretmenim, ATATÜRK kaç yılında doğmuştu?... Andımızı ben okuyabilir miyim?’’... Diye sorabilecek miydi?
Nevanın ağır iğneler olduğunu bilirdi herkes. İğneci amcası vardı. Babasının da ahbabıydı, rahatsızlanmış hastaneye yatırılmış olduğundan yerine de yardımcısı bakıyordu... Önemli ve ağır, yakıcı bir iğneydi. Zayıf minicik kollarına bileklerinden yapılırdı bu iğneler... Yardımcısını bıraktığına göre ona iğneyi yaptırabiliriz diye düşündü babası:
—’’Oğlum sana güvenebilir miyiz, yapabilecek misin iğneyi?’’ Diye sordu... Genç delikanlı;
—’’Tabii ki amcacım, kaygın olmasın’’...
İğneyi oldu Neva ve birazda ateşi vardı, zor tutuyordu başını ve o minicik akıllı kız, babasını üzmemek için söylemiyordu ateşinin yükselmeye başladığını... Çıktıktan sonra;
—’’ Uykum geldi’’ dedi babasına.
Arabaya biner binmez, kendinden geçen Nevanın iğne etkisiyle uyuduğunu babası biliyordu. Bundan dolayı baba eve dönene dek sesimi çıkarmayayım da uyusun diye düşündü... Eve döndüklerinde uyandıramadı babası ve kucakladı onu eve girdiler yukarı Nevanın odasına çıktılar. Ayşe’nin yardımıyla minik ayakkabılarını çıkarıp yatağına yatırdılar… Ama Ayşe Nevayı iyi görmemişti babası odadan dışarı çıktığında, çocuğu tepeden tırnağa kontrol etti ve ateşinin olduğunu fark etti... Ve bir iki seslendi;
--Bıdık’ıım kuzuum aç gözlerini bir hadi aç gözlerini hafiften sarstı. Yine ses yok… Doğruldu endişeyle merdivenlere koştu...
NEŞE CÖMERT