- 818 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
DÜNDEN BUGÜNE FAİZ VE TEFECİLİK
DÜNDEN BUGÜNE FAİZ VE FAİZCİLİK
İlk uygulanmaya başladığı tarihten itibaren gerçek ve tüzel kişileri perişan edip, iflasların ve intiharların eşiğine sürükleyen faizi sosyal, ekonomi ve dini açılardan değerlendirmek; faizin daha iyi anlaşılması bakımından büyük önem taşımaktadır.
Ekonomistlere göre faiz; serbest piyasa ekonomisinde yaşamsal bir fonksiyona sahip olup, kaynakların tasarruf ve tüketim arasındaki paylaşımı tayin eder. Tasarruflar yine faiz mekanizması vasıtasıyla daha verimli alanlara yönelir. Kaynakların azaldığı durumlarda nispeten verimliliği düşük olan yatırımlar tavsiye edilir.
En yaygın hali ile faiz; paranın kiralanması karşılığında hak edilen bedeldir. Dar anlamda faiz; ödünç fonlara uygulanan ve piyasanın belirlediği kira bedelidir. Bu bağlamda fon, piyasalarındaki arz ve talebe göre oluşur. Buna “Borç faizi” denir.
Bir başka deyişle faiz; mal ve hizmet kullanımını ertelemenin karşılığıdır veya öne almanın bir bedelidir. Yani, bugün ile gelecek arasında bir bağ kurma çabasıdır.
Faiz çeşitleri:
a-) Basit Faiz: Vade sonunda anaparayla birlikte ödenir. Ödenmesi ve hesap edilmesi kolaydır. İmzalanan evraklar üzerindeki faiz basit faizdir.
b-) Bileşik Faiz: Faizi olduğundan fazla gösterir, anaparayı azdırıp, borçluyu şaşkınlığa uğratır. Bu, faize faiz işletilmesi anlamına gelir. Misal: Bir yıl vadeli bir ticari kredide, vadede borç tavsiye edilmeden evvel, senede dört defa faiz tahsil edilir. İşte bu sebepten dolayı bankanın müşteriye %60 olarak beyan ettiği faiz oranı gerçekte %75 oranında işlem görür. Anapara ve faizin aylık taksitlere bölündüğü kredi kartı borçlarında bileşik faiz çok daha yüksek seviyelerde gerçekleşir. Bu sebeple; hiçbir banka veya mali kuruluş, kredi için başvuran müşterisine bileşik faiz oranından bahsetmez. Ancak çok ilginçtir ki; aynı bankalar hazine bonosu pazarlarken müşteriye sağladıkları nemadaki bileşik faizi ön plana çıkararak bildirir. Bileşik faiz, katlanarak büyür ve borçlunun önüne büyük bir borç yığını olarak gelir.
c-) Iskonto Faizi: Önceden hesap edilen faiz oranı, anaparadan peşinen düşülerek geri kalan bakiyenin ödenmesidir. Bu faiz uygulaması borçlular yönünden oldukça aldatıcıdır. Misal: Banka, bir alacaklı tarafından %40 olarak ileri sürülen 6 ay vadeli bir ıskonto faizi aslında %50 olarak gerçekleşir.
d-) Temerrüt Faizi: Faizli borcunu zamanında ödeyemeyip, temerrüde düşen borçluya yüksek faiz oranlarının uygulanmasıdır. Temerrüt faizindeki temel mantık; borçluların borcunu kasten ödemediğidir. Bankalar, hiçbir zaman borçlunun durumunu göz önünde bulundurmaz. Alacaklı, temerrüt faizini alabilmek için hiçbir zaman uğradığı zararı ispat etmekle mükellef değildir. Aynı şekilde borçluda kusursuzluğunu ya da sıkıntı içinde olduğunu ispat ederek temerrüt faizi yükünden kurtulamaz.
e-) Gecikme Faizi: Alacaklarını vadesinde tahsil edemeyen alacaklıların bu sebeple uğradığı tahmin edilen zararın karşılığı anlamına gelir. Bir başka deyişle; alacaklının maruz kaldığı zararı karşılamayı amaçlayan bir tazminat niteliğindedir. Burada temel mantık; alacaklının ileri sürdüğü zararı ispat etmesi gerekmiyor. Borcun ödenmesindeki gecikmeler gecikme faizinin alınması için yeterli sebep olarak kabul edilir.
f-) Cezai Faiz: Borç veren ile alan arasında imzalanan sözleşmeye uymayan borçlulara uygulanan bir faiz uygulamasıdır. Bu tarz uygulama sadece para borçları için değil, diğer borç türleri içinde söz konusudur.
g-) Kanuni Faiz: Bu faiz türü; ne borçlu ve ne de alacaklıların iradesinden doğmaz. Burada belirleyici olan yasalardır. Alacaklılar ve borçlular, sözleşmelerine herhangi bir faiz şartı koymasalar dahi, borcunu zamanında ödeyemeyen borçlu aleyhine kanuni faiz uygulanır.
h-) Akdi Faiz: Herhangi bir alacak için yasalarda faiz hükmü bulunmasa bile; alacaklı ile borçlu arasında belirli bir faiz oranı kararlaştırılabilir ve sözleşmeye konulabilir.
FAİZİN TARİHÇESİ:
Ülkemizde yapılan kazı çalışmalarında Asurlu tüccarların M.Ö. 2000 yıllarında Anadolu halkına %100 faizle ödünç altın, gümüş, para, kalay ve buğday verdiği ortaya çıkmıştır. İnsanlık tarihi kadar eski olan bu faiz anlayışı, iktisatçılar, filozoflar ve din adamları tarafından sürekli eleştirilmiştir.
Faiz, tüm semavi dinlerde ve tüm hukuk sistemlerinde daima hedef tahtasına oturtulmuştur. Gerekçeler çok açıktır: Ödünç sözleşmeleri ve diğer mukavelelerden kaynaklanan ana borcun üzerindeki meblağların borca dâhil edilmesi, alacaklıya karşılıksız kazanç sağlaması ve borçluyu da iktisaden zor duruma düşürmesi sebebiyle hem ahlaki ve hem de toplumsal açıdan daima sakat bir uygulama olarak görülmüştür. Faiz, ilkçağlardan itibaren bir doktrin, adalet ve ahlak meselesi olarak ele alınmış ve şiddetle eleştirilmiştir.
Konu ile ilgili olarak Yunan Filozofu Aristo ‘Politika’ isimli kitabında faiz ile ilgili şu çar-pıcı tespitlerde bulunmuştur: “En çok tiksinmeyi hak eden faizciliktir. Çünkü bundan sağlanan kazanç, doğrudan doğruya paranın kendi varlığından ileri gelir ve paranın doğuşuna yol açmış olan ereğe aykırıdır. Zira para mübadele için yaratılmıştır; oysa faiz, paranın miktarını çoğaltır. Dolayısıyla da doğaya en aykırı düşen para kazanma tarzıdır…”
Saint Thomas d’Aquin, faiz hakkında şöyle demiştir: “Parayı ve paranın kullanımını ayrı ayrı satmak imkânı yoktur. Herhangi bir malın bizzat kendisiyle kullanımını ayırmak ve böylece satmak mümkün olmadığına göre; kullanım karşılığı olan bir faiz is-temek aslında haksızlık, hatta hırsızlıktır. Çünkü bu aynı şeyi iki defa satmak (kulla-nımıyla bizzat malın kendisini) demektir. Faiz, zamanın bir fiyatı ise, hiç kimse faiz talep etme durumunda değildir. Çünkü zaman bütün insanlar için ortaktır ve sadece Tanrı’ya aittir. Öyleyse, bir faiz ödetmek hem hırsızlıktır ve hem de zamanı insanlara bedava veren Tanrı’ya karşı işlenmiş bir suçtur…”
Roma hukuk sisteminde faiz önceleri sınırlandırılmış, sonraki dönemlerde tamamen yasaklanmıştır.
Yahudiliğin orijinalinde faiz şiddetle yasaklanmıştır. Daha sonraki dönemlerde İsrail Kavmi arasındaki ilişkiler gözetilerek bu yasak delinmiş ve sadece Yahudiler arasında geçerli olduğu, Yahudi olmayanlardan faiz alınmasının serbest olduğu hükmüne varılmıştır.
Hıristiyan Dini’ne baktığımızda, faizin çeşitli evrelerden geçtiği görülür. Hz. İsa, faiz işlemlerini kesin olarak reddetmiş; müritlerine ve havarilerine çıkar gözetmeksizin yardıma muhtaç olanlara yardım ederek hayır işlemelerini öğütlemiştir. Ancak kiliseler, Hz. İsa’nın bu yasaklarına karşı uzun süre direnmiş; toplumsal hayatın baskısıyla ve kapitalizmin ortaya çıkmasıyla faiz; hem toplumların ve hem de devletlerin iktisadi yapısına sinsice kök salmıştır. Dönemin din adamlarından olan Jean Calvin, faizi yalnızca tüketim aracı olarak görmemiş, üretimi de hesaba katarak faizle para almanın meşru olduğunu söylemiştir.
Merkantilistlere göre faiz; sermayenin kirası olarak tarif edilmiştir. Faizi, arazinin icarı ve gayrimenkullerin kirasıyla aynı değerde görmüşler; “faiz de kapitalin kirasıdır” diye-rek, faizciliğin önünü açmışlardır.
Fizyokratlara göre faiz; bir para tutarının ödünç verilmesi halinde hak ettiği faiz, bu parayla satın alınabilecek toprağın getireceği ranttan daha az olamaz, şeklinde izah edilmiştir.
Adam Smith ve David Ricardo gibi dönemin ünlü ekonomistleri faizi ödünç alanın ödünç paradan sağlayacağı kar için alacaklıya ödediği karşılık olarak değerlendirmiş-lerdir.
Kuran-ı Kerim’i incelemesiyle de tanınan teorisyen Karl Mark, faizi tabiata aykırı ve ahlaksızlık olarak nitelendirmiştir.
Ünlü iktisatçı Keynes, faiz konusunda klasik iktisatçılardan ayrı düşünerek; faizin tasarruf için gerekli olmadığını savunmuştur. Keynes’e göre; faiz yatırımları teşvik et-mez, aksine engeller.
Diğer semavi dinler gibi İslam Dini de faiz konusu üzerinde ciddiyetle durmuş; ayet ve hadislerle faizin bir felaket olduğunu belirterek şiddetle men etmiştir. Kapitalist anlayış üzerine inşa edilen günümüz ekonomilerinin itici (motor) gücü faizdir. Bu sistem içerisinde para ve sermaye piyasalarının ulaştığı muazzam boyutlar tüm yönleriyle ortadadır.
Öz sermayesi güçlü olanlar bu sistem içerisinde yükselişe geçerken, kıt imkânlarıyla yürümeye veya hayatta kalmaya çalışan küçük ve orta ölçekli işletmeler en küçük bir ekonomik dalgalanmada iflas etmektedir. İflası belirleyen tek unsur, hiç kuşkusuz ki faiz ve faiz oranlarının bir anda yükselmesidir.
Kapitalist ekonomi düzeni varlığını faizler (sömürü) sayesinde sürdürmektedir. Dünya ülkelerinin tamamı alış-verişlerinde, uluslar arası ticaretlerde faizle alış-veriş yapmak-ta, borçlar yine faizle verilmektedir. Bu küresel ekonomi çarkı, faizle alış-veriş yap-mak istemeyen insanları çaresiz bırakmaktadır. Yani, iş kurmak isteyen kişiler büyük finans kuruluşlarından faizle para alarak onlara ilk etapta büyük paylar kazandırmaktadır. Faizle işletme açan kişiler; ileride işletmesinin çalışıp-çalışmayacağını, kâr edip-etmeyeceğini kestiremez. Bu durum küçük ve orta ölçekli işletmeler için çok bü-yük risktir.
İslam literatüründe faiz, Riba olarak nitelendirilmiştir. Riba; fazlalık, ziyade, nema (artma-çoğalma) anlamına gelir. Böylece ödünç karşılığında alınacak fazlalık ister nakit olsun, ister mal karşılığı olsun birbirinden ayırt edilmeden yasaklanmıştır. Bir diğer ifade ile Riba, haram kazanç anlamına gelmektedir.
Kuran’da faiz için şöyle denmektedir: “Eğer tövbe eder, faizden vazgeçerseniz anaparanız sizindir. Böylece ne zulüm etmiş, ne de zulme uğramış olursunuz” (Bakara Suresi/279. ayet) Ayrıca; İslam Peygamberi Hz. Muhammed, faiz için Veda Hutbesi’nde şöyle buyurmuştur: “Cahiliyet ribasından olan her çeşit riba kaldırılmıştır. Ancak sermayeniz sizindir. Böylece ne zulüm eder, ne de zulme uğrarsınız”
İslam’ın bu mesajları şu anlama gelmektedir: Ödünç verilen değer karşılığında herhangi bir fazlalık istenmez. Aynı zamanda alacaklı kişiler, ödünç verdiği anaparayı eksiksiz alma hakkına sahiptir. Ödünç alınan maddenin veya paranın aynı cinsten ödenmesi gerekmez. Yani; ödenecek miktar para ise, miktarı tutarınca bir arsa veya bir mal ile ödeme yapılabilir. İslam, alacağını alması için alacaklıları korumuştur. Borcunu zamanında ödemeyenler de İslam’a göre zulüm etmiş sayılmaktadır. Çünkü alacaklı, zamanında parasını alamadığı için zaman içinde zarar etmiş olabilir. Bu durumda borçlu kişi, alacaklının uğradığı zararı karşılamakla mükelleftir.
Batı dünyası, bankalar için; “müşterilerinin üzerine güneşli havalarda şemsiye tutup, yağmur başladığında çeken kuruluşlar” demiştir. Bu doğru bir tespittir; zira yakın tari-himize baktığımızda hem ödünç verenlerin ve hem de ödünç alanların mağdur olduğu dramatik olaylar görülür.
1980’li yıllara dönüp baktığımızda; 7,5 bin liraya alınan bir belge ile nereden ve nasıl türediği belli olmayan bankerler, küçük bürolar kurarak halkımızdan faiz karşılığı para topladılar. Tasarruf sahipleri bu yolla paralarının katlanacağını düşündüler. Denetimsiz bir şekilde, serbest piyasa ekonomisi içinde faaliyet imkânı bulan bu sahtekârlar, müşterilerine vaat edilen faizleri ve anaparaları ödemeden iflas ettiklerini beyan ettiler. Böylece; arsalarını, arabalarını, evlerini ve hatta emekli maaşlarını bu kişilere yatıranlar hüsrana uğradılar. Kimileri intihar etti, kimileri eşlerinden boşandı, kimileri de işletmelerini kapattı. 1996 yılında meydana gelen Nesim Malki cinayeti, faizin insanlara neler yaptırabileceğine ilişkin trajik bir örnektir.
1994 yılında ekonomik kriz patlak vermişti. Bankalar, müşterilerine bilgi göndererek kredi hesaplarına %700 oranında faiz uyguladıklarını bildirdiler. Çok geçmeden pek çok işyeri ve fabrika kapanmak zorunda kaldı. Hükümet, parasını bankalara kaptıran-ları koruyucu önlemler alarak büyük faciaların yaşanmasını engelledi.
Kasım-2000 ve Şubat-2001 yıllarında meydana gelen ekonomik krizde, kredi faizleri bir gecede %3000’lere çıkarıldı. Bu ağır faiz yükü altından kalkamayan sayısız firma iflas ederek ticari hayattan çekilmek zorunda kalırken; bazı iş adamları da bankalardan aldıkları kredileri yatırıma dönüştürmeyip, kişisel hesaplarına geçirdiler. Yani, banka sahipleri, kendi bankalarını hortumlamaktan kaçınmadılar. Sonuç itibariyle bu dönemde toplam 22 banka battı, sahipleri de cezaevlerine atıldılar.
Toparlayacak olur isek; şayet faiz, insan fıtratına uygun olsaydı tüm semavi dinler faizi ticaretin bir parçası olarak görür ve hiçbir yasaklama getirmezlerdi. Kapitalist ekonomi düzeni, bir avuç zengin tabaka oluştururken, pek çok ezilen, mağdur edilen ve sömürülen bir halk tabakası oluşturur. Elde edilen kapitaller, bu bir avuç kapitali-tin elinde döner durur. Kapitalist ekonomi düzeni ve onu koruyup kollayanlar, açlığa ve darlığa mahkûm ettikleri fakir halkın emek gücünü sınırsızca sömürerek yükselişlerini sürdürürler…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.