ZİHNİME BULAŞAN İNSANLIK
Analardır adam eden adamı
aydınlıklardır önümüzde gider.
Sizi de bir ana doğurmadı mı?
Nazım HİKMET
ZİHNİME BULAŞAN İNSANLIK
“Ne zamandır bu halde?” diyor esmer bir adam.
“Dün bu halde buldum.” Kadının sesi hüzünlü geliyor. Biri göz kapaklarımı kaldırıp bakıyor. Sararmış parmak araları sası sigara kokuyor. Sesler uzaklaşıyor kulaklarımdan ve kendimden geçiyorum. Ne zamandır bu haldeyim bilmiyorum. Yağmur yağıyor dışarıda. Çinko çatıda dans ediyor damlalar. Ben yine uyuşuk beynimle mücadele halindeyim.
Kilolu kadın yine gelip başıma dokundu. “Canım” dedi usulca. Kim bu kadın? Tanımıyorum. Zihnimdeki görüntülerde o, hiç yok. Sis iniyor zihnime, buğulu her taraf. Usulca bekliyorum.
Esmer adam bugün yine geldi. Bir kâğıda bir şeyler karaladı ve kadına verdi. Kadın İlaç falan, dedi. Anlamadım gerisini, dışarı çıktılar. Başım ağrıyor. Beyaz bir sıvı getirdi kadın. Burun kıvırdım anlamadı. Zorla dayadı ağzıma. Genzime kaçtı, öksürdüm. Sonra da kustum. Uğraşmasa benimle ne olur ki. Ben bunları düşünürken birden pencerenin camları titremeye başladı. Kadın koşup sarıldı bana. “Korkma!” dedi. Bana mı yoksa kendisine mi dediğini anlayamadım. Camın sarsıntısı kadına geçmiş gibi kadın titredi.
Korkuyorum şimdi. Kanlı bir kol geliyor gözümün önüne, bağıran, kaçışan çocukları görüyorum. Toz, toprak ve insan bedenleri yağıyor önüme ağlıyorum. Kadın kollarının arasında tutuyor beni ve seslerin durmasını bekliyoruz. Tek atışlık
-mahalle arası- insan avına dönüşüyor sesler. Üstümüze örttüğümüz battaniyeyi atıyor kadın ve kayboluyor. Az sonra bir tas suyla geliyor. İtiraz etmiyorum ve lıkır lıkır içiyorum suyu. Derin bir uykunun kolları beni sararken kendimce gülümsüyorum yanımdaki meleğe.
Uyandığımda güneş yüzüme vuruyor. Gözlerimi açamıyorum. Burnuma taze ot kokusu doluyor. Emre’yi hatırlıyorum. Gök gürültüsünden çok korkardı Emre. Varlığımla onu sakinleştirirdim. Nerede şimdi Emre? Hatırlayamıyorum. Kadın “Uyandın mı?”diyor. Şarkı mırıldanıyor başımı okşarken. Ağlamak istiyorum. Burnumun içi sızlıyor. Emre’yi düşünmek istiyorum. Annesini, babasını, evimizi hatırlamaya çalışıyorum. Sirenler çalmaya başlıyor. “Hülya koş!” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor adam. Sarsılıyor, savruluyorum. Önümüzdeki iki katlı ev büyük bir gürültüyle patlıyor. Herkes savruluyor bir tarafa. Kadın sıkıca tutuyor beni. O an hatırlıyorum her şeyi, Emre’nin ölümünü. Onu ve arkadaşlarını uyarmaya çalıştığımı hatırlıyorum. Ama mayına basıyor Emre ve yer sarsılıyor, toprak sağanak olup yağıyor. Emre’nin ve yanındakilerin bedenleri parçalanıp kana bulanıyor. Önüme bir kol düşüyor ve yüreğimdeki acıyla durmadan koşuyorum ve sığınıyorum bir dam dibine, gerisi büyük bir boşluk.
Kendime geldiğimde her yer karanlık. Kesik kesik öksürüyor biri; biri bir dua mırıldanıyor. Sadece Âmin sesi net duyuluyor. Kimseyi göremiyorum. Ağlama sesi var ve çok derinlerden geliyor. Dudağıma ıslak bir şey değiyor. Ne olduğunu bilmeden içiyorum.
“Kocası mücadele edenlerdendi. Allah rahmet eylesin. İyi insandı.”
“Bu milletin çektikleri yetmedi mi? Ne olacak bu ülkenin hali?”
“Hülya ne yapacak şimdi? Bu acıya dayanılır mı? Vah yavrum vah!”
Kapı çalınıyor. Kadınlar aynı anda susuyorlar. Biri yalpalaya yalpalaya yürüyor. Ayak seslerinden iki kişi olduklarını anlıyorum.
“Dünkü saldırıda mı? Allah rahmet eylesin.” diyor bir adam.
“Amin!” sesi odanın her köşesinden aynı anda yankılanıyor.
Yaşlı bir kadın sesi; “Bu kadar da olmaz canım. Kocası ölen kadın yas tutar, bir şey düşünmez. Bırak canım, at bir kenara. Yok, o ne yapıyor doktor çağırıyor. Yazık ya yazık!”
Bir erkek sesi “İnsanlık ölmedi teyze. Acınacak ya da ayıplanacak halde olanlar insanlıklarını yitirenlerdir.” diyor.
Biri dokunuyor bacağıma ve acı kemiklerime yayılıyor. “Bacağı kırılmış.”
Metal sesi geliyor kulağıma ve acıyla haykırıyorum. Acı dayanılır gibi değil. Karnıma ve boynuma bastırıyor biri , “Kızım uslu dur!” diye fısıldıyor biri kulağıma. Gözlerime değiyor parmaklar, şaklama sesi duyup sese doğru başımı çeviriyorum. Kırpıyorum gözlerimi ama karanlıktan başka bir şey göremiyorum.
“Gözleri göremez teyze. Şarapnel parçaları saplanmış.”
“Vah yavrum vah!” diyor cılız bir ses. Beni istemeyen kadının sesi olduğunu anlıyorum. Görmeyen gözlerimi kapatıyorum. Seslerin kulağıma dolmasına izin veriyorum.
Her gün aynı işkenceyi yaşıyoruz. Bana bir şey yedirmeye çalışıyorlar. Bir gün süt, bir gün ciğer, bir gün peynir getiriyorlar. Kemikli et bile getirdiler, yemedim. Çok zayıfladı diye dert ediyor kadın. Adı Hülya’ydı. Evet, Hülya dert ediyor kendine. Her gece ağlıyor. Benim karanlığım, onun karanlığıyla aynı. Şehrin sokaklarını saran düşman askerleri onun ve benim dünyamı mahvettiler. Şimdi açlık kol geziyor şehirde ama o bulduğu her şeyi bana getiriyor. İyileşmem, ona can yoldaşı olmam için elinden geleni yapıyor. “İyi ki varsın. İyi ki seni ben bulmuşum,” diyor. Masal anlatıyor, şarkı söylüyor. Ben tepkisiz ve çaresiz ona karanlığımdan başka bir şey veremiyorum.
Bir gece kapı tekmelendi. Uyanıktım sesimi çıkarmadan bekledim. O da uyandı sarıldı bana. Nefes almadan bekledik. Kımıldamadan dakikalarca bekledik. Pencerenin önünden çatırtı sesi geldi. Nice sonra silah sesleri duyuldu sokakta. Hülya’nın ağladığını hissettim. Sabah bahçede bir adam cesedi bulunmuş. Güvenlik güçleri alıp götürmüşler. Osman’mış. Kocasının arkadaşı sığınmak için buraya gelmiş. Hülya vicdan azabı çekiyor. “Nereden bilebilirdim ki anne. Keşke baksaydım. Keşke bu kadar korkak olmasaydım.” Sesi ağlamaklı ve pişman…
“Yavrum takdiri ilahidir. Allahın hükmüne kimse engel olamaz.”
Günler birbirini kovalıyor, sıkılıyorum. Bacağım iyileşmeye başladı. Yavaş yavaş yürüyorum. Adımlarımla evi ezberledim bile. Oturma odasına ve dış kapıya duvara sürünerek gidebiliyorum. Bir gün kapının önünde oynarken keskin bir ter kokusu geldi burnuma. Hülya mutfakta bulaşık yıkıyordu. Kulaklarımı dikip evi dinlemeye başladım. Kapıya bir kere yavaş sonra hızlı hızlı üç kere vuruldu. Hülya mutfaktan koşarak geldi. “Şeker, sen burada mıydın?” diyerek kapıyı araladı. Ter ve tütün kokusu gözlerimi yaşarttı.
“Hülya bacı iki güne kadar şehri terk ediyoruz. Hazırlığını yap. Ama yanına az eşya al.” dedi. Başımı kaldırıp neler olduğunu anlamaya çalıştım ama sessizlikten ve pis kokudan başka bir şey algılayamadım.
“Olmaz. Ben gelemem.” dedi. Adam onu ikna etmeye çalışıyordu. “Şehirde toplu katliamlar olacak. Volkan’ın emanetisin bize.”
“Ben memleketimi, Volkan’ın mezarını düşmana bırakıp gidemem. Gitsem ne olacak?”
“Aklını başına al. Anneni düşün, gelecek güzel günleri.”
“Güzel günler mi? Yaşamak istemiyorum ki kaçayım.”Burnunu çekmesinden ağladığını anladım. Kısa bir süre sonra boğuk bir sesle; “Ölüm benim için ödüldür.” dedi. Adamın huzursuzluğu ayağını sandalyeye vurmasından anlaşılıyordu. “O zaman hakkını helal et! Haber vereceğim yerler var daha.” Sinir bozucu sessizliği kapının gıcırdaması bozdu. “Annemi sizinle yollayayım. Ama ona benim gelmeyeceğimi söylemeyin.” Sözcükler titrek çıkıyordu ağzından. Adam gidince uzun süre evin içinde sessizlik hakim oldu. Hiçbir şey anlayamadım. Sezebileceğim en ufak bir ses veya koku duyabilmek için bütün evi gezdim ama yok oluşun acısından başka bir şey algılayamadım.
Saatler sonra yufka ekmeği sarıp çıkına koyduğunu söyledi. Gece yattıktan bir süre sonra anneyi karanlığa doğru yolcu ettik.
“Anne, biliyorsun ben bebekli bir kadına eşlik edeceğim. Yol uzun, ne olur ne olmaz hakkını helal et!”
“Sus! Öyle konuşma. Hiçbir şey olmadan kavuşacağız.” Ayak sesleri boş sokakta yankılandı.
“Şeker içeri gir.” dedi. Sabah uyanınca mezarlığa gideceğimizi söyledi. Sabah erkenden yola koyulduk. Guguk kuşları sabahı müjdeliyordu. Volkan’ın mezarının kenarında dur, dedi. Kımıldamadan onun ağlama sesini, ardından okuduğu duaları dinledim. Eve döndüğümüzde kapı açıkmış. Evdeki bütün eşyalar ortalıktaymış. Ben kokudan birden fazla kişi olduğunu anladım. Hülya sabun kokulu bir sıvıyla kendini ve beni yıkadı. Sudan kaçmaya çalıştım. Tırnaklarımla kollarını yırttım ama pes etmedi. Kurulayınca beni “Acıkmışsındır.” diyerek yemek yedirdi. Yemekten sonra şarkı söyledi. Sarıldı, öptü. Sonra odadan çıkıp gittiğini duydum. Yatağa büzülüp sessizce onu bekledim. Nice sonra gelip uzandı yanıma. Uyandığımda üşüdüğümü hissettim. Hülya’ya sokuldum. Buz gibiydi. Soğukluk bütün evi sarmıştı. Kaç gün geçti bilmem kapı tekmelenerek açıldı. Rap rap sesleri odayı doldurduğunda askerlerin geldiğini anladım. Bir asker “Burnunuzu tutun” dedi, diğeri “Koku iğrenç.” derken öğürüp kusmaya başladı. Ortalıkta bir hareket, bir koşturma vardı. “İntihar etmiş.”dediler. Karnıma tekme geldiğinde ne olduğunu anlayamadım.
Bir adam “Pis leş yiyici kedi, ortalıkta dolanıp durma!” dedi. Koşup bahçeye çıktım. Görmeyen gözlerimle, kırpık kırpık bakmaya çalıştım. Yağmur damlalarının beni ıslatmasına izin verdim. Belki arınır, temizlenir, zihnime bulaşan insanlıktan kurtulurum diye yağmurun altında bekledim.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.