O, Tam Bir Anaydı Sayfa 2
—Çıkaramadım komşum.
—Her neyse, onun bir yeğeni var. Çok küçükken anasını kaybetmiş, kızcağız on altı yaşlarında. Beni dinlersen o yetimi Cengiz’e iste, derim.
—Kısmetse olur komşum. Akşam çocuklarla hele bir konuşayım, sonra sana haber veririm.
— Dediklerimi sakın unutma. O kızcağızı alırsan çok büyük bir sevap işlemiş olursun.
Her şey kısmet, Allah yazmışsa olur, düşündüğün için de sağ olasın Mahmut. Erken eve gitmem gerek, çünkü Ali oğlum geldi.
Tamam, Musa Efendi! Seni daha fazla tutmayayım.
Güneş batmak üzereydi, Musa Efendi sepetine en güzel üzüm salkımlarını doldurup evinin yoluna koyuldu. Eve vardığında, bütün yemekler hazırdı ve her kes onu bekliyordu. Emine Teyze pek neşeliydi. Çünkü oğlu Ali yarıyıl tatili nedeni ile eve gelmişti. Ali’nin şerefine güzel yemekler hazırlamıştı Emine teyze. Ali için kuzu kestirdi, ateşi aceleyle yaktı. Sacı ateşin üzerine koyup eti bir güzel pişirdi. Etin en güzel tarafını üç oğlunun tabaklarına yerleştirdi. Etler yendikten sonra, karısına seslendi Musa Efendi:
— Gel hele seninle bir şey konuşacağım var
— Hayırdır! Ne diyeceksin?
— Merak etme hayırdır, hayırdır... Bugün komşumuz Mahmut’u bizim bağın orda gördüm.
—E….. ne olmuş ki
— Bir tanıdığının kızı varmış. Cengiz’e istememizi söyledi.
Kimin kızı, biz tanıyor muyuz?
Karısının bir tanıdığıymış. Kız amcasının evinde kalıyormuş. Ne anası var ne de babası.
— Bilmem ki… Cengiz ne dedi.
— Oldu Emine Hatun, yarın Cengiz’le konuş, vakti zamanı geldi artık.
Emine teyze Cengiz’e olup biteni anlatırken,
Cengiz’in benzi birden bire değişti:
—Ana sen ne diyorsun!? Ne evlenmesi, ben önce askerliğimi yapmak istiyorum, daha sonra evliliği düşünürüm.
—Güzel oğlum, ben babana evlenmek istemediğini söyleyemem. Babanı biliyorsun, kafasına bir şey koyduysa yapar…
—Tamam ana, nasıl isterseniz öyle yapın, ama bil ki bu benim kararım değil.
Birkaç gün sonra Emine teyze ve kızı Fatma görücülüğe gittiler. Kızın yengesi Hazal, ağırladı onları. Yerde serili minderlerin üzerine geçip oturdular. Emine teyze, evi bir güzel süzdü.
Tek bir oda ve çamurla sıvanmıştı içi. Odanın bir kısmı ahır olarak bölünmüştü, loş ve kirliydi. Avlunun duvarına, kuruması için yer yer tezek topakları yapıştırılmıştı. Eski, yarıya kadar un dolu bir çuval duvara dayalıydı. Birkaç şilte, yırtık pırtık yorgan ve birkaç yamalı patlak yastık, gömme dolapta yığılıydı. Eski pırtılar görünmesin diye, yırtık bir çul da yatakların üstüne örtülüydü… Kalaysız bir tencere, kırık bir elek, ağaçtan bir kepçe, ağzı kırık bir su testisi ve tavukların su içtiği bir çanak kapının önündeydi. Eşeğin dağınık palanı sütuna dayandırılmıştı.
Ruşen çay tepsisiyle içeri girdi ve titreye titreye çayı görücülere ikram etti.
Emine teyze, kızı Fatma’yı dürterek,”Kız güzel mi?” dedi. ”Evet ana, eve gidince konuşuruz.”diye cevapladı.
Emine Teyze, Ruşen’in yengesi Hazal’a bakıp:
—Merakımı mazur gör Hazal, Ruşen’in babasına ne oldu? Anasının öldüğünü biliyoruz, ama babasını bilmiyoruz…
—Evet haklısın, bu uzun bir hikaye. Ruşen’ in babası kan davasından ceza evine düştü. Altı yıl mahkûmiyetten sonra, karşı taraf onu bir mahkûma öldürttü. Biz de Ruşen’i ve küçük kardeşi Mehmet’i yanımıza aldık. Diğer üç kardeşlerini de bakması için, büyük kaynım Hasan’a verdik… “Çok üzüldüm, yazık olmuş bu çocuklara,” dedi Emine teyze.
devamı yarın...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.