- 1337 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Dünya Küçük
Görevli olarak Almanya’nın Bremen kentinde bulunduğum 1991 yılında yaz tatili için otomobille Türkiye’ye geldim. Dönüş yolunda Bulgaristan’dan geçerken Sofya yakınlarında yolda bir otomobilin arıza yapıp kaldığını ve sürücüsünün de elinde bir şey sallayarak geçen araç sürücülerinden yardım istediğini görünce durdum. Tesadüf, o kişi de bir Türk vatandaşı ve elinde salladığı şey, otomobilinin radyatörü ile motoru arasındaki soğutma suyunu nakleden lâstik hortum. Hortum, bağlantı kelepçesinin altından kesilmiş ve kopmuş. Yanında yedek hortum olmadığı için vatandaş yolda kalmış. Bende de yedek bir tane vardı. Nasıl olsa ben dönüş yolundayım ve arabamın bakımını yaptırıp yola çıktım diyerek vatandaşımıza verdim parçayı ve yoluma devam ettim.
Aradan dört yıl geçti.
1995 yılının ilkbaharı. Almanya’daki son görev yılım.
Birkaç meslektaşımla birlikte yurda dönmeden şöyle bir genel Avrupa turu yapalım diye düşündük ve münasip bir zaman dilimi kolladık. Mayıs ayında beş günlük bir boşluk var. Az zamanda çok yer görebilmek düşüncesiyle küçük otomobil yerine minibüs ile çıkmaya ve otellerde kalmayıp minibüste idare ederek aracı da münavebeli kullanarak geceli gündüzlü dolaşmaya karar verdik. Bizimle aynı frekansta bir işçi arkadaşımız var güzel bir minibüsü olan.. O da istiyor böyle bir turu. Kendisiyle beraber beş kişi olduk ve kararlaştırdığımız günde çıktık yola..
İlk durak Hollanda’nın Amsterdam kenti. Oradan dolanarak farklı şehirleri gördükten sonra Belçika’ya, sonra Fransa’ya geçtik. Fransa’da en fazla merak edilen yer neresi? Elbette ki Louvre Müzesi, Eiffel Kulesi, bizim vatandaşlarımızın telâffuz kolaylığı olarak "Sakar Kör" diye esprili olarak söyledikleri Büyük Kilise ve Eiffel Kulesi yakınında bulunan açık hava müzesi, Elyssee Sarayı, Hürriyet Kapısı ve Şanzelize denilen büyük cadde/bulvar. Aklıma geliveren başlıca ziyaret yerleri bunlar..
Dolaşıyoruz birlikte. Eiffel kulesine geldiğimizde hava oldukça sıcaktı ve benim başım ağrıyordu. Giresunlu meslektaşım Hamdi Bey de kendini pek iyi hissetmediğini söyleyince diğer üç arkadaş kuleye tırmandılar ve biz aşağıda kaldık. Asansörler bakımda olduğu için merdivenler ile çıkılıyordu ve arkadaşların yukarıya çıkıp çevreyi izledikten sonra tekrar geriye dönmeleri için ortalama olarak birbuçuk- iki saat kadar bir zaman gerekiyordu.
Aşağıda kalan biz iki arkadaş ne yapalım ? Çevreyi şöyle bir kolaçan ettik; ilerde bir ağacın gölgesinde oturabileceğimiz müsait bir yer var. Oraya doğru yürüdüğümüzde, bir seyyar dondurma arabasının önünden geçerken , "hadi birer dondurma yiyelim" dedik. Tam dondurmacının önüne gelmiştik ki, sol tarafımdan omuzuma bir el dokunup beni kendisine doğru dönmeye zorladı. Tanımıyordum adamı ama Türk olduğu "kara kafa" oluşundan belliydi.
"-Merhaba hocam, beni tanıdınız mı?" deyince afalladım.
"-Hayır, tanıyamadım. Nerden tanışıyoruz?" dedim.
"-’91 yılında Bulgaristan’da, yolda, birisine devridaim borusu vermiş miydiniz?" deyince adamı değil ama yaşadığım olayı hatırladım.
"-Evet!" dedim. "Ama burada karşılaşacağımız hiç aklıma gelmezdi. Nasıl tanıdınız beni?"
"- Ah Hocam, ah! Ben o gün tam dört saat yolda bir Allah’ın kulu durup da yardım etse diye gelip geçenlere elimdeki hortumu salladım. Bir tek sen durdun. Nasıl unuturum senin simanı? Bana yardım ettiğin gibi verdiğin parçanın parasını bile almamıştın. Şimdi hiç olmazsa dondurmaları ben ısmarlıyayım da hakkınızı helâl edin!"
"- Ehh.. Ne diyelim muhterem kardeşim. Ben hakkımı zaten helâl etmiştim sana amma madem ki sen öyle rahatlayacaksın, hadi bakalım, benim dondurmam vanilyalı, arkadaşım kavunlu yemek istiyor." dedim ve gülüştük. Sağolsun, bize büyük külâhlarda dondurma ikram etti ve eşi ile birlikte kuleye tırmanmaya gittiler. Biz de arkadaşımla birlikte gözümüze kestirdiğimiz ağacın gölgesinde oturarak diğer arkadaşlarımızın dönüşünü bekledik.
Arkadaşlar merdivenlerden zirveye kadar tırmanamamışlar. Çok kalabalık olduğu için yarıdaki seyir teraslarından çevreyi biraz gözleyip geri dönmüşler. Tahminimizden evvel geldiler ve oturduğumuz yerden kalkıp Seine ırmağının diğer yakasında bulunan açık hava müzesine doğru yürümeye başladık. Bir taraftan da sohbet ediyoruz. Biraz evvel yaşadığımız olay üzerine konuşurken herkes böyle bir buluşma hikâyesi anlatıp "dünya küçük" diyor..
O ara ben :
“-Lisan kursunda Fransızca grubunda olan arkadaşlardan Paris’te görev alanları bir bulsak. İşte asıl o zaman dünya küçük derim ben.” Dedim.
Hamdi Bey ;
”-Hakikaten, o arkadaşlardan kimler Paris’e verildi ki?” Diye sordu.
Ben;
“-Burdurlu Rasık Bey Paris’teymiş diye duydum ama başka kimler var bilmiyorum. Fakat onu da kimden sorabiliriz ki?” dediğimde karşımdan, benim olduğum yere göre şöyle sağ çaprazımdan bir ses:
“-Meselâ bana sorabilirsin!” dedi.
Başımı o tarafa çevirdiğimde tam tabiri ile “Eşekten düşmüş karpuza döndüm.” Çünkü karşımda duran kişi kendinden bahsettiğimiz Rasık Bey idi. Yanında da Belçika’da görev alan hemşehrisi var; ziyarete gelmiş Belçika’dan Paris’e. O da arkadaşını gezdiriyor. Tabii bu arada herkesin ağzı bir karış açık.. Beşimiz birden aynı anda aynı şeyi söylemişiz :
-“Dünya gerçekten küçükmüş.!”
İki saat içinde yaşadığım bu iki ilginç olayı hiç unutamam..
muhacir bozkurt
Mustafa KÜTÜKCÜ
17.08.2011 – Bayraklı / İZMİR.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.