ÇALIŞMA HAYATI...
Müzisyen kocayla, öğretmen eşinin çalışma hayatlarında mesai saatleriyle ilgili uyumsuzluk, yeni yapılan evliliğin huzurunu çabucak bozuvermişti. Akşam sekiz oldu mu evden çıkıp işe giden koca, gece üçten sonra eve döndüğünde, ikinci uykusunda bilmem kaçıncı rüyasını görmekte olan eşinin rahatsız olmaması için sessizce yatağa giriyordu. Aynı şekilde, koca ikinci uykusunda bilmem kaçıncı rüyasını görürken, öğretmen eş gürültü etmemeye özen göstererek yataktan çıkıyordu. Eskişehir İktisadi Ticari İlimler Akademisi ve değişime uğradığı o dönemde yeni yapılanmasıyla Anadolu Üniversitesi İktisat Fakültesinde öğrencilik yapmakta olan koca, öğlen üzerleri uyanmasına müteakiben okula giderken eşi okuldan dönüyordu. Velhasılı, doğru dürüst bir araya gelmemeleri nedeniyle huzuru kaçmakta olan evliliği kurtarmak isteyen eşler, kocanın bir gündüz işine girmesinin zaruri olduğuna karar verdiler. Bu defa da karşılarına sorun olarak askerlik çıkmaya başlamıştı. Nereye başvursa apışıp kaldığı tek soru, askerliğini yaptın mı, sorusu oluyordu.
--Hayır, yapmadım, tecilliyim.
--Yok, biz askerliğini yapmış eleman arıyoruz.
Askerlik mademki sorun olmaktaydı, gidilir, yapılırdı. Nitekim, müracaat eder etmez gidilen askerlik Çorlu Orduevinde müzisyen olarak tamamlandıktan sonra dönüldü. Askerlik engeli de böylece ortadan kalktı.
Milliyetçi Cephe Hükümetleri yıllar boyunca cılkını çıkartmışlardı memleketin. Onlardan olmayanın değil bir işe girebilmesi, yaşayabilmesi bile ortalıklarda görünmemesiyle mümkün olabiliyordu. Yolumuzdan dönenleri vurun, diye genelgeleri olduğundan bile söz edilmekteydi. Neyse…Eş dost devreye girerek, lise mezunu kocaya (Üniversitedeki öğrenime 3. Sınıftayken ara verilmişti) Eskişehir Bankası (EsBank)’da bir memuriyet buluverdiler. İşin tuhafı, bu işe girerken kesinlikle “askerliğini yaptın mı?” diye bir şey sormamışlardı.
O süreçte devam mecburiyeti olan İktisat Fakültesinden yeni açılmış olan Açık Öğretim Fakültesine yatay geçiş yapılarak 3. Ve 4. Sınıf orada okunarak alınan diploma iş yerine verildi. İş veren de, üniversite mezunu memuru danışıp sormaya bile lüzum görmeden servis şefi yaparak Balıkesir Şubesine yolladı.
Kenan Evren’in darbe yaptığı günlerden az sonraydı. Koca, Balıkesir’e yeni yeni alışmaya başlamıştı ki, Burdur Bucak şubesine 2. Müdür olarak tayin edilmek istendi. Evin hanımının öğretmenlik yaptığı Balıkesir Ovaköy’de oturuyorlardı. Öğretmen eş, Balıkesir Seka Kağıt Bankasına işçi alındığını duymuş, “git, İş ve İşçi Bulma Kurumuna müracaat et”, deyince, “kızım oraya alınacak adamlar bellidir, boşuna gitmiş olurum” diyerek, gitmek istemedi. İstemedi, ama “Milliyetçi Cephe Hükümetlerinin dönemi bitti, artık Kenan Paşamız var, iş bulmak artık torpille değil,” diyerek ikna olmasını sağlayan eşi kızdırmamak maksadıyla gitti, İş ve İşçi Bulma Kurumuna kaydoldu. Seka Kağıt Fabrikasına İş başvurusu için bir kart aldı. En düşük Kimya Meslek Lisesi ve normal lise fen bölümü mezunu olanların başvurabildiği laborantlık için iş başvurusu yaptığında diğer başvuranlarla birlikte bir imtihana sokuldu. Bildiği sorular denk gelince imtihanı kolayca kazandı, hatta en yüksek puan tutturanlardan biri olmuştu.
Kağıt Fabrikası yeni yeni faaliyete geçiriliyordu. Laboratuarı da öyle… Kaloriferler henüz faal olmadığından, laboratuar mühendisi bayanın sobasını yakıvermek baş işlerinden birisiydi.
Laborant grubunun içinde erken bir gruplaşma meydana gelmiş, işçilerden eskiden tanışan bir grup, birkaç işçiyle birlikte onu karşılarına almıştı. Kepsutlu Gafur adında biri vardı o grubun başında; riyakar herifin tekiydi. Nedense hayatının her döneminde böyle seçmece heriflerle mutlaka karşılaşıyordu! Laboratuar mühendisi bayanın sobasını yakma sırası onda olduğu bir gün, bayan mühendis her gün yaptığı gibi sobasını yakıverdikleri için teşekkür ediyordu. Bu Gafur denilen tip, teşekkürü kabul ederek yalakalık yapınca dayanamadı, “sobayı ben yaktığım halde sen yakmışsın gibi sahiplenmeye utanmadın mı?” diye sordu. Gafur, kendi mantığına göre, yapılan işin önemsizliği nedeniyle edilen teşekkürün de önemsizliğine binaen öyle davrandığını söyledi, ama onun bu mazeretini kabul etmedi. Adamı iyice düşman edinmiş oldu tabii ki... Bu yalaka ve bu yalakanın yalakası olan tipler, hep birlikte, resmen düşmanları olarak ilan ettiler onu. Nasıl olduğunu anlayamadan sabah yedi, akşam beş çalıştığı merkez laboratuardan üç vardiya halinde çalışılan işletme laboratuarlarına yollandı. Aslında bu yalakaların arasından ve soba yakma derdinden kurtulduğundan dolayı yollandığına da sevindi.
Bu hengâmede altı ay geçti, sıra kadrolarının onaylanmasına gelmişti. Diğerlerinin kadroları onaylanmış, onunki ise, iş arkadaşları ile geçinememesi ve iş yerinde huzursuzluğa sebebiyet vermesi gerekçe gösterilerek onaylanmamıştı. Laboratuar işçileri arasında bir tek o, bir yan işletme olan Kereste Fabrikasına sürüldü.
Kereste Fabrikasında tomruklarla adeta güreşerek işçilik filan değil, amelelik yapmaya başladı. Bu çalışma biçiminin tek yararı, vücudundaki adaleleri bir halterci gibi geliştirmesi oldu. Böylece, 1981’den 1985’e kadar dört yıl huzursuz bir serüven gibi geçti.
Ne karısıyla, ne işiyle barışık olamıyordu ve tüm boş zamanlarını içki içmek için sarf ediyordu. Onun gibi içkiye düşkün bir iki kişi dışında hiç kimseyle hiçbir ilişki kurmuyordu. Alkolizmin de tesiriyle karısıyla da sürekli tartışmalar yapmaya başlamıştı. Velhasıl kendine de, karısına da hayatı zehir etmekteydi. Bu kıskacın içinden çıkabilmek için, bu şehirden gitmeye can atıyordu.
Tam da o dönemde Tüberküloz hastalığı ile İstanbul’da Süreyya Paşa hastanesinde üç ay tedavi gördü. Müteakiben aldığı istirahatı, okulların tatil dönemine de denk geldiği için Eskişehir’de geçirdi. Eskişehir’de dolaşırken, bir gün, İş ve İşçi Bulma Kurumunun önündeki uzun bir kuyruğa sokulup, onun ne kuyruğu olduğunu sordu. Söylediklerine göre Eskişehir Şeker Fabrikasına, yeni kurulan güvenlik teşkilatı için Koruma ve Güvenlik Memurluğu için sınav yapılacakmış. Hemen kuyruğa girip o da kayınvalidesinin evini ikametgahı olarak göstererek müracaat etti. Kendi kendine, amacının sadece vakit geçirmek olduğunu mırıldanıyordu ama, bilinç altında, bunun sanki Balıkesir’den kaçmak için bir fırsat olacağına dair duyulur duyulmaz bir fısıltı oluşuyordu.
Sınavı Fabrikanın yemekhanesinde, yemek masalarında yapıyorlardı. Masalara dörder kişi oturtulmuştu. Seslendirdiği maksadı gırgır olunca sınavda aynı masaya denk geldiği diğer üç kişiye, cevaplayamadıkları ya da yanlış cevapladıkları sorularda yardım etmek istedi. Yardımını kabul eden tek kişi oldu, o da sınavı kazandı; diğer ikisi ise kazanamadı. O da kazandı, hem de birincilikle…
Sınav oldubitti. İstirahat da bitince çoluk çocuk Balıkesir’e döndü. Eskişehir’deki sınavı tamamen unuttuğu sıralarda, kayınvalidesinden, Şeker Fabrikasındaki yeni işine başlama tarihini haber aldı. Bir hafta, on gün sonra işbaşı yapmasını istiyorlardı.
Çok ani bir kararla Eskişehir’e gitmeye karar verdi. Eskişehir’e giderek işbaşı yapmak üzere Seka’dan istifa ederek, Eskişehir Şeker Fabrikasına (Makine bölümü) müracaatını yaptı. Tayinini eş durumuyla Eskişehir’e yapan karısı da çok geçmedi, geldi Eskişehir’e…
1985’den itibaren Eskişehir Makine Fabrikasında Güvenlik memuru olarak çalışmaya başladı. İçki alışkanlığından dolayı depresyondan da kurtulamıyordu. Bu sorunlu döneminde, bir de iş yerimdeki amirini dövünce, üç ay geçici işten çıkartılma cezasına çarptırıldı.
1991’ de Makine bölümündeki güvenlik teşkilatı lağvedilince, onu Şeker Fabrikasının muhasebe bölümüne memur olarak naklettiler. İnsan, yatkın olduğu işi yaparken tatmin duygusu yaşamaya başlıyor ve huzursuz çalışma hayatının etkilerinden kurtulmaya başlıyor. O da böylece uzun yıllar süren vardiyalı çalışma hayatından ve onun huzursuz ortamından kurtulmuştu ve alkolik olmamıştı, ama bir işkolik oluvermişti.
Bu durumda Fabrika Genel Müdürlüğü de böyle bir elemanını terfi ettirerek emekli olduğu güne kadar yönetici statüsünde, tayinden tayine süründürerek ödüllendirdi.
YORUMLAR
Fırtınaya tutuluyorum her defasında. Gerçekler ve zamanın yokuşu bir arada. Yüzüme vuran girdapsız cümleler ancak içine kabul edildikçe öykünün, ortalama bir hayatın dışına çıkıyorum. Düğümleniyor boğazım bazen kesiliyor soluğum bazen daha gür çıkıyor. Ama utanıyorum içine battığım dünyadan her defasında. Keşke diyorum...daha güzel bir dünyayı konuşma imkanımız olsaydı...
Tebrikler, yine başarılıydınız dost kalem.