- 985 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Buzdan Rüyalar
Sadece bir kahve içip geri dönecektim. Bu boğucu, sıkıcı, beyaz duvarlar arasında, sessizliğin sesini dinlemekten başka yaptığım bir şey yoktu. Üzerimdeki kasvet azalmayıp çoğaldığı anda nefessiz kaldığımı hissettim. Hızla merdivenlere koştum. Asansörün tutuculuğunu sevmeyecektim. Beni sarıp sarmalayıp dört duvarına kapatacak O korkunç kapılarını belki açmayacak nereden bilebilirim. Kaçar adımlarla hastane kapısından dışarı ittim kendimi.
Hava çok soğuk. Kaşkolumu sardım boynuma, ağzımı kapatıyorum eldivenlerimin sıcaklığı işe yarıyor. Fakat havaya azad ettiğim nefesimin dumana dönüşmesini engelleyemedim. Keskin buz etkisi titrememe sebep oldu. Birden ortamın kalabalığı, korna sesleri, insanların uğultulu konuşmaları başımı döndürdü bu sefer. Yoldan geçen arabalardan yükselen müzik seslerinden hiçbiri doyurmadı beni. Uyuşan bedenimi neredeyse zorluyordum.
Sahile sürükledi ayaklarım beni. Bedenimin canı deniz çekiyordu. Ben acı çekiyordum. Bu dünyada O’ndan başka kimsem yoktu. O olmazsa öl diye bağıran bir çocuk besliyordum içimde. Düşünmek… Şu an istemiyorum… Sonlandırmaktan korkuyorum. Sonu gelmeyen bu düşünceye bile inanabilirim.
Ellerimle kapının kolunu kavrayamadım. Tuttuğumu sandığım kapı kolu elimde eriyip sonsuza kaybolmuştu sanki. Omzumla itmeye çalıştığım an da içeriden genç çocuk koşarak gelip yavaşça açıp kapıyı reverans yaptı. Yüzünde taze çiçekler gibi tebessümü vardı. Bir adım attım, sendelemeye başlayınca genç elimden tuttu. İşte o vakit yaşadığımı ve ölmediğimi anladım. Yaşamak sıcaktı… Ah bu sıcağı kaybetme korkusu… Kimsenin beni görmediğini, hissetmediğini, düşünmediğini, umursamadığını zannediyordum. Genç koluma girip beni cam kenarında deniz manzaralı bir yerde, masaya oturtana kadar eşlik etti. Halimi hatırımı sorup, bana kahve getirmek için uzaklaştı.
Saatlerimiz sayılı dedi doktor . Bu zor geceyi atlatalım sağlıklı bir sonuç alacağız. Güçlü olmalısın… Sabaha kadar bu sözcükler yankılandı kulaklarımda. Üzüntünün insanı nasıl güçsüz bıraktığına yeniden şahit oldum. Daha önce de duymuştum buna benzer sözler, o zaman çok canımı yakmamıştı. Şimdi içimi ezen kocaman ayaklı bir dev vardı üzerimde, her defasında ağırlaşan, daha hızlı ve tüm öfkesiyle öcünü alan…
Denizi seyrettim doyuncaya kadar, uykumu bağışladım, koptu bi tufan puslu bir sonbahar sabahı. Puslu sözcüklerimi gemi yapıp her birini limandan ben uğurladım. Martılar alçalıp - yükselip omzuma yer ettiler. Kanattılar pençedeki tırnak, ağzındaki gagalarıyla. Hiç acımadı. Acı : sensiz seyrettiğim denizdi, göğsünde uyuduğum yorgan, sensiz arşınladığım Balat, karşıma çıkan çocukların gözlerine sensiz dokunmak. Acımı azaltmak için kaçtım oysa o hastane odasından. Sensiz çıkmaya alışmak… İşte böyle kıyısında oturduğum kahve, seni düşünüp ağladığım denizin ortasında kaybolmakmış. Alışmak… Öylesine söylediğim bir söz aslında. Ağzıma yakıştıramadığım ve her aklıma geldiğinde tükürdüğüm kan!
Sayılı saatler çoğaldı. Belleğime kazıdığım harflerden ölümü çağrıştırıyordu her sözcük. Ölüm arşınlayıp kahkahalarla çıkıyordu merdivenlerden. İzini sürdüğüm her çizgi senin yolunu gösteriyordu. Nefes nefese, içimi kaplayan ürperti, ayaklarımı külçe gibi yapan korkudan kurtulamadım. Yaklaştıkça kulağımda çığlık çığlığa sessizlik hüküm sürüyordu.
Düşünmeyi istemiyordum dediğimde bile düşünmüştüm bu gerçeği. İşte bu yüzden ellerini aradım. Ellerin sıcak sımsıcaktı.
Şimdi uykuda denizi seyrediyor gözlerin… Dalgaları okşayan narin, usul birer rüzgârdı ellerin.Ellerin artık kanatların kelebek güncesi. Gün yoksun takvimden... Ben nerede eksik kaldım. Bulamıyorum...
Banu Kalyoncu/2009