- 1071 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
RENKSİZ BİR KADIN
Çok yıllar önce beyazdı kadın. Duru, saf, göz alıcı bir beyaz… Şehirden uzaklarda, dağların yamacında sessiz yemyeşil vadilerin, papatya ve gelincik tarlalarının bulunduğu o diyarlarda bir köyden diğerine uzanan ipte sallanan beyaz bir çarşaf gibiydi.
Adını hatırlamadığım ama varlığından emin olduğum, hiç kimsenin el uzatmadığı ve o yüzden kirletemediği o köylerden birinde kış kadar beyazdı kadın… Evleri damlarına kadar karla örtülü manzaranın dokunmaya kıyamayacağınız yanıydı.
Hafızanıza onu sadece uçsuz bucaksız bir beyazlık olarak kazırdınız.
Yıllar önce pembeydi kadın…
Pespembe yanaklarıyla, dudaklarıyla gül bahçesi gibiydi… Hani sabahın seherinde şafak renk değiştirir ya mordan lilaya sonra pembeye döner… Hani gün sarı ışıklarını ufukta bir süre gizler ya o pembeliğin içinde. Öyleydi işte. Biraz ürkek biraz sıkılgan ve mahcuptu. Hayallerini dile getiremez kendi içinde yarattığı dünyada kaybolur gibiydi. Bastığı yerin yaslandığı duvarın farkına varmayacak kadar pembeydi… Ayağı taşa çarpsa, tökezlese, düşse; acısını anlamayacak kadar, kendi dikenlerinde kanayacak kadar, başkasının canını yakmamak için sakınacak kadar pembeydi kadın… Dudağından gülümseme, dilinden şarkılar eksik olmazdı. Cıvıl cıvıl şakırdı. Bahçede, verandada, aynanın karşısında hiç duyulmadık ezgilerle kuş olur uçardı sanki.
Yıllar önce kızıldı…
Kızıl saçlarıyla dudaklarıyla kan kızıldı. Perdeleriyle, lambasıyla, geceliğiyle… Bahçesindeki gülleri, saksılardaki tüm çiçekleri kızıldı. Gün geldi durdurulmaz öfkelerden dolayı kızıllaştı. Patlayan dudağından, yarılan kafasından, kestiği bileklerinden kızıldı artık hayatı… Sevimsiz bir kızıllığa dönüşünü çok geç fark etmişti. Ne kadar uğraşsa da bir ömür lavabosundan, küvetinden, halılardan duvarlardan o kızıllığı yok edemiyordu… Sildikçe, ovdukça, uğraştıkça her yer daha çok, daha çok kızıla boyanıyordu…
Yıllar önce mordu kadın…
Önce gece moru olmuştu rengi… Dudakları, boynu ve omuzlarından başlayan bu morluk zamanla yine öfkenin ve gücün temsiline dönüşmüştü… Artık gözleri, sırtı, tüm bedeni bulaşıcı bir hastalık gibi morarmaya devam etti… Bu mor renk kadına bir başkasının elinden sürekli bulaşıp duruyordu… Ne zaman rengi değişmeye başlasa yeni morlar oluşuyordu.. Aynada kendine baktığında bir dinozorun vücudunu kaplayacak kadar morardığını gördü… O artık sadece mordu…
Yıllar önce sarıydı kadın…
Soluk ,sessiz ve sevimsiz bir sarı… Beyaz giymeyeli çok olmuştu. Kızıllardan arınmış ve artık morda değildi. Kendi derisinin içine sıkı sıkı saklanmış ve zamanla sarı kalın bir kabuk oluşturmuştu… Kimsenin dokunamadığı, kimsenin kıramadığı sarı bir kabuk. O kadar soluk bir sarıydı ki sanki hiç yoktu. Hiç kimse onu fark etmiyordu. Zaten onunda istediği buydu.. Kimse dokunmasın, üzmesin istiyordu… O kadar silik bir kadındı ki sesinin nasıl, gözlerinin ne renk olduğunu sorsanız kimse tarif edemezdi.
Şimdi umursamaz ve acısız… Duygusuz ve umutsuz… Sessiz ve hafif…
Gözle görülmeyecek kadar saydam…
Dışarıda soğuk gri sevimsiz bir hava hakim. Bir çoklarına göre sevimsiz olan bu hava, odanın derin sessizliğine, rutubetli duvarlarına, o duvardaki soluk resimlere gittikçe yabancılaşan kadına hiç tesir etmiyor.
Çünkü onun gölgesi yok…
Ne nefesi ne de ayak sesi var…
Bin yaşında olduğunu söylerler belki. Bin çeşit isimle anarlar. Nereden geldiği ve kim olduğu unutulmuştur.Soluk teninin ölüm gibi koktuğunu hissedersiniz.
Odanın içindeki çürümüş döşemeler, dökülen duvarlar kadar eskidir.
Zaten o odaya girip baksanız onu net bir şekilde göremezsiniz.
Tüm renkleri itinayla silinmiştir.
sermin ergöl