- 668 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Dumanı Eksik Tükenişler...
Bu hayatta kaç kere harcanıp, bir köşeye öylesine atıldınız? Hiç mi yoksa?
Biraz kırmızı, çoğu zaman da karamsarlığın gölgesinde simsiyah; ’Yaşamak!’ Sigara dumanın geri dönmemek için yandığı gecelerde, ömür boyu sadakatin peşinde, uzaklaşmak istersin kendinden. Felsefe rüyasına dalıp, suyun üzerinde yürürcesine ateş kokularına bürünüp, durduğun yerin sıkıcılığını kavradıktan sonra, kalkıp gitmek istediğin yerin daha sıkıcı olduğunu anladığı zaman, durmanın manasız kalışını hareketle bağdaştıran raf raf kitaplardan kopya çekmeye başlarsın. Yağmurun bağrı yanıktır, küser somurtuşlarına. Tezahüratlar içerisinde tecrübe koleksiyonlarının çoğunda ağlamalar birikir. Ağlak gölgelerinin peşi sıra, zayıf bir kişilik tezahür eder rumuzlarının ardınca. Alkışların ve şakşakların bol olduğu hayaller kurmaya başlarsın o an. Kime söylersen söyle, kabul etmez hiçbir kimse. Herkes, derviş hırkası giymişçesine gerçek amacını söylemekten vazgeçer ve oyunlar oynanmaya başlanır. Beyaz gömleklerin kirlenmek için üretildiğini o an insan anlamaya başlar.
Sonra bir sigara daha yakmaya başlarsın. Yanlışlıkla bir çarşafı daha yakıverirsin; istemeye istemeye. Her şeyin başlangıcı, sadece başlamaktır. Bunu düşünürsün çoğu zaman. İster günah olsun, isterse de sevap; başlamakla insan bir şeyler işlemeye başlar. Kendinden korkmaya başlarsın. Aklına şeytan öyle saçmalıklar getirir ki, şeytanın da yalnız olduğunu düşünürsün kendin gibi. Oysa sadece işsizler yalnız değildir. Büyük işler uğrunda çaba gösterenler de tek başınadır hayatlarında. Sağına soluna bakmaya başladığında, bunun yalan olduğunu söylersin. ’Hani, ben yalnız mıyım? Yanımda bu kadar insan varken...’ derken, aslında ne kadar da aciz bir yalnızlık içinde olduğunu kanıtlarsın. Angaryalığın sitemleri başlar böylece. Tekdüze yaşamının dilek taşına varıp, yeni ümitlerle eğlenmek de zor gelmeye başladığı an, ilgi çeken her şeyin ya yeni ya da büyük olduğunu fark edersin. Anlamak, varlığın yeraltı düzmeceliğine soyunur, üzülürsün anlamsız bakışlarına. Gerçeği aramaya başlarsın; beyaz ya da siyah! Netice hiç de hoşuna gitmez; çünkü gerçekler gridir. Soyutsal bir bulanışa savrulduğunu, kelimelerin dahi bu tükenişi anlatmaya mecali olmadığını görürsün. Beyaz sayfalar ağlamalara yaraşır en fazla. Ağlayamadığın için küsersin yazdıklarından. Sivrisineğin kanatılmak üzere emdiği bir damar olur acın. Kıvranırsın gerçek saydığın yalanların içinde. Bilirsin ki, insanı yaralayan tek şey, gerçektir. Küsersin bağlamlarına, inançlarına, sevdiklerine. Bir çocuğun melül bakışları ağlamana yeter o an. Kirli bir bankın üzerindeki tozları dahi silmeden, oturuverirsin yalnızlığına. Ömür boyu sürecek bir yanış başlar kâinatta.
’Uğurlu kokun nedir anacım?’, ’Ablacım vereyim mi burdan bi buket be ya?’, ’Abiçim, sevgilisiniz, Rabbim korusun sizi, al bu çiçekleri hanımablama be...Ne olur?’ diye sana seslenen bir çingene çıkıverir karşına. Manolya kokar her bir tarafın. Bir ter damlası düşer saçlarından. Sevişmeye başladığın andır. Boynuna sarılıverir ilkin. Sonra da iki göğsünün arasından göbek deliğine kadar ilerleyiverir. Durağını bulmuştur. Saklanır ufacık deliğine o ter damlası. Kimi zaman bir gözyaşı kadar lezzet bulur tenin, o ter damlası ile. Ahşap bir tavan arasından damlayan su birikintileri olur kaderin. Gerçek hiç gecikmeye alışamadığı için, bir inleyiş duyulur o an tenine ait balkonlardan. Kulağında sallanıveren işlemeli bir küpe kadar sanatsaldır göz şaşılığın. Leonardo çizmek ister, Dostoyevski yazmak, Balzac’da hayalini kurmak. Hiçbir zaman ünlü bir yazarın kadın olduğuna inanmak istemediğin için, kendi yaşlarını göstermekten kaçtığın sinema arkası sahnesi olur hayatın. Alkış umurundadır, ama alkışlayanlar senin önünde oturmaktadır. Filmleri yakmak, hareketlerin ezberlenişlerini silmek istersin benliğinden. Her anın bir sevişme sahnesi gibi çarpar suratına. Tokat olsa yeridir, merak edersin. Delice kıskandığın bir sinema yıldızının, sevdiğine fısıldaması kadar özgün kalır haykırışın. Merhametsizlik, avuntundur. Ömür boyu güvenmelerin özlemini duyarken, sana en yakın olan şeyin, yine sen olduğunu anlamaya başladığın an avuntun sahneye girer. Sürrealist kıskançlıklar, doğanın iliğine lehimlenircesine söz öbekleriyle bağlanır. Gitarın anayurdu kadar güleç yüzlü bir sonbaharın gelişi olur saçmalıkların ve Meksika’da rüzgârlar, dilinin tadını arzular. Dilin oysa çoktan acımıştır, hayali olmayan kozmopolit bir semt olur tatminkârlığın. Uç noktaların arasında güzellikler yansır. İyi değildir çoğu; oysa iyi olan her şey güzeldir. Kafan karışır, kamikazeye binmiş gibi hissedersin kendini.
Bazen olur son sigaranın dumanıyla savaşır gözlerin. Kapakların kaldıramaz baskıları, yumarsın gözünü karanlığa. Bir şarkı açmışındır, anılar gözyaşlarından çıldırıverir. Uykusuz bir gece çalmaya başlar gothic bir âlemin kapısından. Hiçbir sanat bu kadar tanıdık gelmez sana da; ağaçlar, kuşlar, toprak misali... Sonra aklının dümenini kaçıverdiğin fotoğraflar olur geçmişin. Hayıflanırsın, üzülürsün. Sanat, Anadolu aşığı bir ozan olur avuçlarında. Kendini örnek alamadıkça, kimseyi örnek alamayacağını öğrenirsin. Aslında kendi yapmak istediklerimizi bildiğimiz için sorun yoktur, ama bir başkası çok farklı şeyler bekler gözünün önünde. Senin yapabileceklerin değil, yaptıkların anlamlı olur onun için. Şaşırmak serbesttir artık. Hiçbir makale affedemez günahları, hiçbir günahtan dolayı da yaşarken aforoz edilemez insan. Sitemin haklıdır, ancak dört kitap için el basar yakarışın. Aşkı güldürür yaşlı gözlerin. İncil tükenmiştir, Tevrat yırtılmış, Zebur saklanmıştır. Hepsi hayaldir artık, senin olmayacağın zamanlar gibi. En kutsal kitabını da okumadığından, anlatmaz sana hiçbir şey. Sadece değerlidir ve saklanmalıdır en güzel yerde. Oysa Dolar’ların, Euro’ların daha kıymetlidir. Materyalist anafordur zevk çağın; mimiklerin lunaparklarda eğlenceliktir artık!
Okumaya başlayıp, sıkıldığın bir andır ve hiçbir anlamamışındır. Oysa iyi kitaplar okumaktan yoksun zihnin, sevişmekten başka ne düşünebilir ki? Susmak en iyi ilaçtır, kelimeler gibi. Susmakla, kelimeler kardeştir Adem’den beri. Trajikomik Kilise çılgınlıklarında Âdem baban günahkâr sayılır, Havva annen Cennet süprüntüsü. Kayıtsız kalmaya başladığın an, kendi değersizliğin katlanıverir faizlerince. Muhasebecin dahi yoktur yanında, yalnızlığı ömür boyu paylaşmak zorunda kaldığını anlamaya başladığın an olur farkındasızlıklığın. İyidir, çok iyi!
Sessizliğinin yaşamaya ihanet etmediğini anladığın kalıtsallığında, genetik bir çığlık yapışıverir özlemlerinin kaderine. Toplumsal bir gidişata sürüklenen koyun sürüleri ürker imtihan kurtlarından. Merakla bakmaya çalıştığın an, hiçbir kolluk gücü itiraf edemez ölümlerin sebebini. ’Çokça zaman aynı trende gittiğini bilmeyen insanların, Kâbe’de ki putlar gibi duygularından yıkılışıdır...’ der bir derviş.
Zamanı gelmiştir, düşünmek artık gerekir. Gözlerin kapanır ve yeni bir doğuş için bedenin istirahata çekilir. Ter damlası çoktan kurumuştur bile...
YORUMLAR
Buram buram edebiyat kokuyordu satır aralarında. Çok beğenerek okudum. Kutluyorum. Selamlarımla.
HakkınSesi
Saygılar ablacım...
Bu hayatta kaç kere harcanıp, bir köşeye öylesine atıldınız? Hiç mi yoksa?
Hiç olur mu? Herkesin siyahi - beyazla karıştırıp grilere boyadığı ne çok günü olmuştur kim bilir.
Yazını okudum. Bir kez okumak kesmedi tekrar baştan aldım ve bu kez sindire sindire gezindim satırları.
Doydum :))
HakkınSesi
Teşekkürler her daim..
Hürmetle...
Senin düşünce dolu eserlerini okumak ufkumu açıyor. Ağır ve dolu bir başak gibi yazıların. Maşallah sana. İlk cümlelerine hayranım bilesin. Hepsine gerçi ama, girişte çok sıkı deyişler karşılıyor okuyucuyu.
Sana daima on üzeri on...
Kutluyorum.
Aynur Engindeniz tarafından 8/15/2011 11:26:36 PM zamanında düzenlenmiştir.
HakkınSesi
Durmak yok; okumaya, yazmaya devam..
Hürmetle...