- 551 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
Anneni Bağla
Zilin sesi duymadığı halde sokak kapısını açtı. Kimse yoktu. Kapatıp, içeri geçti. Salondaki duvar saatine baktı: Yediyi on iki geçiyor, on üç geçiyor, on dört geçiyor... Bu saatte kim gelirdi?
“Gelecek olan gelir, saate bakmaz.” diye mırıldandı.
Kendi kendine konuşup deli yaftası yemek de korkutmuyordu. Artık korkacak pek bir şey kalmamıştı. Kanepeye oturdu, saate tekrar baktı: Yediyi çeyrek geçiyor, çeyreği bir geçiyor, çeyreği iki geçiyor...
Dayısının emanetiydi bu duvar saati. Kore’ye gidip de gazi olmayan dayının. Ne şehit olmuştı, ne de geri dönmüştü. Kore kaybıydı Özdemir Dayı. Yüzünü hatırlamıyordu bile. Bir gün ihtiyarın teki kapısını çalsa ve Özdemir olduğunu iddia etse, tereddüt etmeden emanet saati eline tutuşturur, kapıyı kapatırdı.
Çok değil, bir kaç hafta öncesine kadar kapısı sürekli çalardı. Açtığında karşısında ağlamaklı yüzler bulur, bu yüzler nereden çıktıkları belli olmayan kollarıyla kendisine sarılır ve tek söz etmesine izin vermezlerdi. Sonra bir anda boşalırlar, hıçkıra hıçkıra ağlarlardı. Onlar ağlayadursun, Meryem ses etmeden onları yatıştırmaya çalışır, acılarını biraz da olsa paylaşmaya çalışırlardı. Onlar ise gözyaşları arasında
“Başın sağolsun Meryem Abla.” demeye çalışır ama kelimeler hıçkırıklara karışırdı.
Eğer cümlelerini bitirebilirlerse Meryem de onlara karşılık olarak “Vatan sağolsun” der ve taziyecileri içeri davet ederdi. Geleceklerini bildiği için önceden hazır ettiği ikramları yeni demlediği çay eşliğinde sunardı. Bir süre evi konu komşunun getirdiği yemeklerle dolmuş, neyse ki onları daha sonra gelenlere sunup kurtulmuştu. Başkalarının getirdikleri tükenince de, gelenlere kendi yaptıklarından tattırmış, kimse de gelmeyince yeni bir şeyler yapmaktan vazeçmişti.
Kapı zilinin ilk sessizleştiği dönemi Hüsam’ın parmakları bozmuştu. Hüsam Zekiye’nin ağabeyi idi, nişan hediyelerini iadeye gelmişti. Meryem geri çekilmiş, Hüsam onları getirip koridora bırakmıştı. Çıkarken yere bakarak “Başın sağolsun Meryem Yenge” demiş ve gitmişti. Onun ardından Meryem koridordaki yığını alıp Gökhan’ın odasına götürmüştü. Kutuları yapılmış yatağın üzerine bıraktıktan sonra bir daha da ellememişti.
Hüsam’ın ziyaretinden sonra ikinci sessizlik dönemi başlamıştı. Kapı çalmıyor, gelen giden olmuyordu. Meryem yine de ara ara kapıya gidiyor, birisinin kapı önünde beklemediğinden emin oluyordu.
...
“Ne meraklıymış ziyaretçilere! Oğlunu unuttu, onları peşine düştü.”
Kendisine seslenildiği farkeden Ayfer çamaşır asmasına ara verip:
“Zaten tek damla gözyaşı dökmedi çocuğun ardından. Düğün masraflarından kurtulduğuna mı sevindi, nedir?”
...
Hiç bir sonsuza değin sürmez. Kapının sessizliği de sürmedi. Saat dokuzu dört geçiyordu, beş geçiyordu, ama altı geçemeden kapı çaldı. Gelen Özdemir Dayısı değildi. Oğlu Gökhan da değildi. Zekiye idi.
“Benden duyun istedim Meryem Ana. Babam beni Kocamışgillerin Mustafa’ya veriyor. İki haftaya nişanımız var.”
Sonra bir şey söylemesini ister gibi Meryem’e baktı. Meryem ise yere bakıyordu. Kimse konuşmayınca Zekiye özür diler bir havada:
“Anam beni bekler; geldiğimi bilmiyor.” dedi ve gitti.
Meryem kapıyı kapattı, misafir odasındaki kanepeye oturdu. Saate baktı; saat dokuzu yedi geçiyordu, sekiz geçiyordu, dokuz geçiyordu.
YORUMLAR
tik tak -tik tak zamanlar ,yüzler sahneler
bekleyişler hüzünler
-bir de annem
sevgiler
İlhan Kemal
Yürek yakıcı, acı bekleyış...Ruhlar bedenleri terk ederken yalnız gitmiyor.Hep başka hayatlardan parçalar da götürüyor.Böyle acılar ne zaman yasanmaz ki...Mümkünü var mıdır?Yaşayanlara Allah sabır versin...Saygılarımla...
İlhan Kemal
Öykünün kalp atışlarını duydum.
Dakikaları sayanlara eşlik ettim. Kapıya baktım.
Sahneye bizi de dahil ettiniz sayın yazarım.
Okudum yirmi üçü otuz bir geçti, otuz iki geçti, otuz üç geçti ancak yorum yazabildim.
Kutluyorum.
(Hala kıskanmaktayım.)
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
Güne gelmek çıta değil. Çıta gördüğüm bir kaç yazardan birisiniz.Üstelik erişilmesi zor olanlardan. Bu böyle. Bunu sizle bile tartışmam:)))
Medusa'yı beğenmenize çok sevindim. Benim için biraz zahmetli bir çalışmaydı. Sıkıldım da galiba. O yüzden kalitesinden emin değilim.
Bu öykünüzü çok çok beğendim.
Tekrar tebrikler.
İlhan Kemal
Anladığım kadarıyla bir süre ara vereceksiniz yazmaya. O dönemin sonunda Medusa ya yeni bir gözle bakacağınızan eminim. Saygılarımla.
Allah kimseyi kapılara baktırmasın derler...
Hiç boşuna söylenmemiştir böyle sözler. Çünkü hepsi içinde
ne yaşanmışlıklar gizler de kimseler bilmez. Hüzünlü bir yazıydı.
Buruk bir tat bıraktı :(
Sevgiler,
Billur T. Phelps tarafından 8/16/2011 12:00:34 AM zamanında düzenlenmiştir.
İlhan Kemal
Yazılması en hassas ve en zor konulardan biri. Çok duygulandım. Allah kimseye bu acıyı yaşatmasın. Hayat nasıl da devam ediyor değil mi? Kutlarım anlatımınızı. Selamlarımla.
İlhan Kemal
Aysel AKSÜMER
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Ne güzel bir söz var; Vah gidene....
Şehitler gider kalanlar ağlar. Analar daha çok ağlar , yanar hem de ne yanma. Sonra hayat devam eder hiç bir şey olmamış gibi Zekiye hayatını devam ettiriyor.
Şehit haberleriyle üzgün olıduğumuz bu günlerde bu öykü çok yerinde yazılmış. Hep şehit haberlerinde akla gelen analar olur.
Duyarlı hem de çok duyarlı bir yazı okudum. Kutluyorum sizi, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Güzel sözleriniz için teşekkür ederim. Sevgilerimle.