geçmişe bir sıçrayış
Daha erkendir işe gitmek için., ama biraz çıkıp dolaşsam iyi olur. Üstümü giyindim, saçlarımı taradım-bu arada hala uzun- kapıya doğru ilerledim. Tekini ayağıma geçirdiğim kunduramın öbür eşi beni boya diye yalvarıyordu neredeyse.nAldım boya kutusunu ve kırmadım onları. Çocukluğumdan beri ayakkabılarımı hep kendim boyarım.Ve her boya kutusunu elime aldığımda sol yanağımda bir acı hissederim destekli bir tokat yemişçesine. Küçükken, ilkokul ikinci sınıfın bitimi yaz tatiliydi, ayakkabı boyalarımı doldurdum bir poşete ve bir terlik aldım elime herkesten habersiz boyacılığa soyundum.Bir bisiklet alacak ve herkesçe taktir edilecektim kanımca. Boya poşetini kaptığım gibi daldım şehrin en kalabalık sokaklarındaki kahvelere.
_Ağabey boyayalım mı?
_Yok istemez.
_Hadi lan oradan!
_Kahretsin, okeyi yedik! Çekil uğursuz.
Hepsi ağız birliği etmiş gibiydi. Bir müddet sonra kendimde gerçekten bir uğursuzluk aramaya başladım. Sıska ve çelimsiz bedenimle kavurucu o yaz sıcağında dolaştım sokak sokak. Beyhude bir çırpınış lakin. Hiç kimse yanaşmadı bir ayakkabı bayatmaya. Ne hikmetse her kimin yanına uğradıysam uğursuzluk getiriyormuşum, okeyde, tavlada, kağıtta yenilmesine sebep oluyor muşum(?) Vallahi ben de anlamadım bunun nasıl olduğunu. Ama çok düşünüp, ardından da ağlamıştım. Güven duygusu kırılmıştı bende. Eve doğru geliyordum yorgun ve kırgın bir şekilde. Yolumun üzerindeki ara bir sokağa saptım. Hem gölge hem kestirmeydi. Kaldırım kenarında duran bir amca seslendi:
_Boyacı! Gel oğlum şu ayakkabıyı boya.
Ne yalan söyleyeyim. Koştururken adama doğru sanki dünyalar bağışlanmıştı o an bana. Okey masalarında, tavlanın hep yek zarlarında, kupa kızlarının aslara tutsak düştüğü kağıt oyunlarının oynandığı kahvelerde kaybettiğim kuruyan umutlar tekrar canlanıp çiçek açmışlardı çocuk yüreğimde. Hemen adamın ayakkabısına sarıldım. Çıkardım poşetten sarı renk abdestlik terlikleri. Ayakkabıyı özene bezene boyadım.
_Tamamdır Amca.
_Ne kadar?
_Beş kuruş.
_Ne beş kuruşu be!
_Amca, herkes beş kuruşa boyuyor.
_Herkes adam gibi boyuyor. Ayakkabıya bir baksana. Ayakkabılar boyanmışa benziyor mu?
Adam verdi veriştirdi. Yahu suçum neydi? Adam beş kuruş için kırk kuruşluk laf söyledi. Hıçkırıkların saplandığı boğazımdan çıkartabildiğim tek şey:
_Paramı ver!
Gözlerim doldu ve boncuk boncuk yaşlar döküldü.
O an gözüm kahramanım olacak bir yaşlı nine aramıştı. Şu heriften belki paramı alırdı diye; ama nerde? Bizdeki kör Salih.Amca yaklaştı, elini cebinden çıkardı. O zaman kırılgan umutlarım yine canlandı.
_Al paranı!
En son hatırladığım bu laftı. Devamını yanağımda hissettim. Savaşa çıkan Osmanlı akıncılarının düşmana vuruşu gibi bir tokat patlattı yanağıma. Yoluna devam edip gitti. Bense uyuşmuş yanağıma elimi koymuş, kaldırım kenarına yığılmış bir vaziyette gözyaşı döküyordum. Ama bütün küfürleri de sıraladım arkasından. İşte; o gün o tokat umutlarıma atılmıştı, ilk tokatını yemiştim hayatın. Elimdeki boya torbasını fırlattım bir yana. Gözyaşlarımı döke döke yol aldım evime doğru. Haftalar, aylar, yıllar geçti; ama ne o his değişti, ne de o tokatın acısı geçti. Ogün bu gündür korkar oldum bir şeylere girişmekten. Boyacı bir çocuğu her gördüğümde hayattan yediğim ilk tokat, ilk umut kırılışım gelir aklıma. Ve ne zaman ‘Ağabey boyar mısın?’ derse, gözlerinde bir bisiklet hayali görürüm onun; kendi yanağımda bir uyuşma, yüreğimde bir acı hissederim. Hepsi bir tokat denilebilir. Ne var bu kadar abartılacak? Hayır, sadece bir tokat değil, koskoca bir yenilgiydi. Hayal kurmaya korkmamın başlangıcıydı. Ayakkabılarımı boyadım, kapıyı açıp kimsesizlik durağından milyonların içindeki yalnızlığıma yol aldım.
YORUMLAR
Yok... O hayatın tokatı değildi.. Resmen kendini bilmez, taş yürekli bir zavallının
bir çocuğa karşı kullandığı kuvvet gösterisiydi.
Belli ki o esas hayattan çok tokat yemiş adamın biriydi. Ama sana güç vermiş besbelli.
Daha bir sıkı sarılmanı sağlamış hayata. Bence :))