- 867 Okunma
- 7 Yorum
- 0 Beğeni
EMREDERSİN ANNE!
Ahizeyi yavaşça yerine koydu. Suçlu bir çocuk gibi ayakları titremeye, vücut kimyası yavaş yavaş bozulmaya başladı. Yandaki koltuğa yavaşça oturdu. Geriye yaslanıp, derin bir nefes aldı. Karşısında oturan hanımı, televizyon seyretmeye devam ediyordu. Yeni başlayan aşk dizilerinden birinin kriterini yapıyordu. Diğer taraftan da kulak misafiri olduğu konuşmaların kendisinde yarattığı rehavetle;
- Biricik anacığım, seni de çok özlemiştim, dedi. Hemen ardından, kocasına bakmadan; Annem, başka bir şeyler dedi mi, niye gelecekmiş? O da biliyordu; anasının bir derdi olduğunu…
- Beli ağrıyormuş, bacakları da şişmiş, yürümekte zorlanıyormuş. Nerden bulduysa; Haymana’da bir üfürükçü mü nedir sahte bir doktor varmış, onun adresini almış, ona götürecekmişim, öyle tembihledi!
- Hııı, ben çocukken, eşekten düşmüştü. O gündür bugündür, hala beli ağrıyor, dedi hanımı. Filimin akışına kendisini öyle kaptırmıştı ki; kocasının sıkıntıdan yüzünde beliren boncuk boncuk terlerin farkında bile değildi.
Hıdır, kaynanasından öyle korkuyor, öyle tırsıyordu ki; Azrail onun yanında yunmuş yıkanmış, sütten çıkmış kaşık
gibiydi…Yalandan; Türkçelerini bilmediği iki üç Arapça dualarla cinleri, şeytanları, Azrail’i başından savabilirdi ama; kaynanasına gelince işler sarpa sarardı valla…Şimdiden eli ayağı birbirine karıştı, pusulasını şaşırdı.
Kastamonu’dan kaynanasını getirecek otobüsü Ankara terminaline varmadan; Gimat kavşağında karşılamak için hazırlıklarını yaptı. Evden ayrılmadan;
- Gimattaki toptancılardan su almayı ihmal etme. Çeşme suyu çorak gibi kokuyor, diye tembihledi eşi Hayriye.
Hıdır, dalgın bir şekilde:
-Olur, dedi.
Trafik, her zamanki gibi yoğundu. Bugün ise, diğer günlerden daha farklıydı. Acı acı ortalığı yırtan siren sesi, arabalardan kenara çekilmelerini ikaz ediyordu. Gaza yüklendi; iki hamleyle yüksek olmayan kaldırıma arabasını zıplattı. Kuralcı bir yapısı vardı. Kanunlara, nizamlara karşı her zaman riayet ederdi. Bunca yıl boşuna mürekkep yalamamıştı. Önünden köpek geçse; arabasını yavaşlatır, hayvan rahatsız olmasın diye korna bile çalmazdı.
Saatine baktı. Otobüsün geliş zamanı yaklaşıyordu. Direksiyonu yumruklamaya başladı, can sıkıntısından. İki arada bir derede kalmıştı. Otobüse yetişemezse cehennemde yanar gibi yanacak, zebanilerin hışmına uğramaya gerek kalmayacaktı; kaynanası, hepsine bedel olacaktı. Gimat’ tan suyu almadan eve dönmüş olsa, hanımın öfkesi de cabasıydı artık.
- Ulan bunca yıldır, iki karpuzu bir koltukta taşımayı beceremedin!
- Şimdi trafik kazasının da sırası mıydı, nereden çıktı bu hengame? Diye hırıldadı.
Sağındaki solundaki arabalara göz gezdirdi. Herkes de aynı ruh hali. Kimileri hırslarından sigaralarını, kimileri de direksiyonlarını kemiriyorlardı. Bazıları da vardı ki; el kol hareketleriyle tarumar olan trafiği düzeltmeye çalışıyorlardı.
Bir kez daha baktı saatine. Eyvah! Otobüs geldi gelecekti. Hemen kendine bir çıkış noktası aradı. Kaynanasına yetişemeyecekti nasıl olsa. En iyisi mi hanımın dediğini yerine getirmeliydi. Havada, karada, batakta, çatakta en önemlisi de yatakta her zaman ona ihtiyacı vardı. Kaynanasından oklava yemeye çoktan razıydı ama; hanımın yüzünü ekşitip sırtını dönmesine asla gönlü razı olmazdı.
- Tamam, dedi kendi kendine.Trafik de açılmıştı. Toptancılara döndü. Koli koli su dolu pet şişeleri Fort Transite yükledi. Oradan otobüslerin yolcu indirdikleri, Gimat kavşağına yıldırım hızıyla yöneldi.
Kısa boylu, eni boyu birbirine dek kadın siluetini uzaktan görünce rahatladı.
- Oh be, Allah’ın sevdiği kulluymuşum ki; otobüs de geç gelmiş! Diye buruk bir sevinçle parmaklarını şaplattı.
İlerden sola manevra yapıp, kaynanasının önünde durdu.
- Beş dakkadır bekleyip duruyom, damat! Nerelerdesin ha?
Mazeretini bir çırpıda aktardı. İşin içinde kızının istekleri olunca; yumuşadı.Ellerini beline dayadı,şöyle bir geriye doğru gerildi:
- Otobüsün lastiği balon etti. Onun için geç kaldık.
Hıdır, şimdi daha da rahatladı.
- Allah’ım dualarımı kabul ettiğin için sana minnettarım!..diye belli belirsiz fısıldadı.
Kaynanasının elini öptü, yalandan boynuna sarıldı. Kaynanasının gururunu okşamasını da çok iyi becerirdi.
- Anacığım, seni çok özlemişim valla!
Yel mi attı, sel mi attı, derdin dermanın nedir diyemedi. Hepsini de telefonda sıkı sıkıya tembihlemişti kaynanası.
- Saol evlat! Ben de sizleri…
- Ulan bir kez de “seni” diyemiyon, hınzır kaynana diye geçirdi içinden.
Arabayı, sitenin içinde stop edip, kaynanasının inmesine yardım etti.
- Ufff bacaklarım! Vay belimmm! Diye inledi kaynanası.
- Sırtıma alam anacığım, sana gurban olsun bu garip Hıdır!
Kaynanasının gözleri, çakmak çakmak oldu, hiddetlendi.
- Neren garipmişsin damattt! Aslan gibi anan var yanında.
Sürc- i lisan ettiğini son anda farkına varan Hıdır:
- Sıpalığıma bağışla anam benim. Bazen unutuyom ne dediğimi. He ya aslan gibi sen varsın arkamda değil mi!
Ana kız, hasret gidermeler, hoş sohbetler devam etti, salonda. Hıdır, el pençe divan kaynanasının karşında olanları izliyordu.
Analı kızlı hasret gidermeler, nihayete erince; kaynana elindeki kağıt parçasını uzattı:
- Damat, Haymana da bu adrese götürecen beni. Adamın elinden uçan kuş kurtulmuyormuş. Dohtorlardan daha gavim dohtormuş. Çıkık, gırıh işlerinden eyce anarmış. Tamam mı?
“Ne çıkıhcısı, gırhcısı ana!” diyecek oldu son anda kendini frenledi. Boş boğaz olmanın bedelini çok ödemişti bu zamana dek. Ketum ağızlı olmakta her zaman fayda vardı.
- Peki, anacığım!
Karısı oradan hopladı:
- Hazır gitmişken kaplıcaya da gireriz. Benim de, bacaklarım sızlanmaya başladı.
Kaynanası, kızının bu lafı üzerine oturduğu koltuktan:
- Gül gibi kızımı ne hale getirdin. Sünepe memur emeklisi, diye mırıldandı.
Hıdır, konuşulanları duymamış gibi:
- Çok güzel baktım, Hayriye’mi de mi, anacığım!
- Hoşşşttt damat, atı gıçından yemlemeyi çok da iyi beceriyon.
Çıkıkçı(!) adam, eşiyle birlikte gelen hastaları muayene etmeye devam ediyordu.
- Sıradaki gelsin!
Kaynanası, kızıyla birlikte muayene odasına girdiler.
-Ananın sırtını aç kızım, şöyle; yüzüstü yatsın masaya.
Sırtının ağrıyan yerlerinde cam bardak bastırdı, vakumlayıp çekti. Bacaklarının şişen yerlerini eliyle inceledi. Bir sürü lokman hekim ilaçlarından yazdı.
- Bunları uygula, 21 gün sonra turp gibi olursun.
- Saol dohdor bey, gelmişken gaplıcaya da girebilir miyim?
Hangi cehenneme girersen gir dercesine savsakladı, çıkıkçı dohtor!
- Sıradaki hasta… diye seslendi salona doğru.
Hıdır, iki günlüğüne pansiyon kiraladı. Kaynanası, eşiyle birlikte kadınlar bölümüne, kendisi de erkekler bölümüne girdi. Sıcağa dayanaklı olmadığı için on dakka sonra çıkıp salonda beklemeye başladı, kaynanası ve eşini.
Bir saat geçmeden kadınlar bölümünden yükselen telaş ve koşuşturmacalar dikkatini çekti.
- Hayırdır diye o tarafa doğru baktı. Bağırmalar, haykırmalar yankılanıyordu koridorda. Bu sesler yabancı değildi.
- Bana deli Fahriye derler! Ben adamın şeyini carttt diye ikiye ayırırım. Ulan kaltaklar, orospular, bu kurnalar sizin tapulu malınız mı?
Hıdır:
- Eyvahh! Yine kaynanamı dellendirdiler!..Şimdi ne yapacağım ben, ara dayağı yemesem bari…
Kaynanasının bütün öfkesi üzerinde; görevlilere kan kusturuyordu:
- Verdiğim paraları geri verin ulan. Her bir kadın kurnaların başlarına yerleşmişler, maşrapaları da ellerinde; sanki babalarının tapulu malları. Biz yunamadık, çimemedik ya! Verin paramı geri. Gaplıcanız da sizin olsun!
- Hadi damat, geri dönüyoh!
- Emredersin anne!...