AĞAÇ
‘Cevizli avucumu soktum çukura ve örttüm tekrar üzerini.’(1)
Bekledim… Hem de çok bekledim büyüsün diye parmaklarım.
Günler geceye geceler deli boran aşk mevsimlerine sürükledi, gözümün gördüğü herkesi.
O arada…
O arada, yırtılırcasına bağırıp ağladı bebekler. Sanırsın doğum sancısı çektiler. Ölüm sancısıymış meğer. Azrail çekip almış ana rahminden onları. Hayata bağlayan bağlarını kesip düğümlemiş.
Yazı masasında… Yalnızlıkla birlikteyken…
Sürüklenmeden yazmalıyım
Sürüklenmeden yazmalıyım
Sürüklenmeden…
İyi de bu fırtınada nasıl olur? Hani o deliliğin ilk kuralı sallarken, manasızca bedenimi…
Peki ya durmadan çoğalan deniz canlıları, tek hücreliler, bölünerek çoğalanlar! Onlardan daha hızlı ve azılı olmamalı mı kalem tutan bu parmaklar?
Çok bekledim büyüsün diye parmaklarım.
Ne söyleyecektim? Hani, gördün mü bak yetişemiyor aklımın diyeceklerine bir küçük parmakmış gibi davranan bu çıkıntılar. Büyüsün diye cevizle gömdüm onları toprağa.
Neden bir kargayı dost etmedim ki kendime bunca sene? Ya olur, ya olmaz, ya büyür ya büyümez, bekle dur tohumun başında işin yoksa. O dikmiş olsa küçücük gagasıyla ne kadar derinde olacağını iyi bilirdi oysa. Hangi toprağa düşüreceğini de. Kurak, çorak, çamur…
Aklını yitirenleri ara, bir ara. Sahi nasıl şeymiş bir sor deliler kitabına.
Normalsin sen. Diğerleri delirmiş olmalı. Duvara vuran gece karanlığından yüzler uydurmazsın sen. Ya da su borularından gelen seslerde aramazsın sinsi sürüngen baskınlarını. Duvarların kılcallarından ele geçirmez böcekler evinin her yerini ve sen sımsıkı yumarsın çeneni, ağzın hiç açık kalmaz uyurken.
Ya tabutsuzluk. Sahi neden tabutla gömmezler bizi ecnebiler gibi. Yatak döşek hazırlanmış şık tabutlarıyla uzanıyorlar toprağa hani, bir bunu kıskanıyorum onlarda. Daha mı kıymetsiziz biz, öyle dikişsiz ak bir kefenle uzatıveriyorlar toprağa. Sonra rızık deyip koşuşuyorlar bedenlerimize, bir ömür tiksintiyle kaçtığımız börtü böcek. Biri kolumda biri ayakucumda, gıdıklanıyorum mu sanıyorsun? Yiyorlar yahu! Ne gıdıklanması, göz göre göre cansız bedenimi kemiriyorlar işte. “Sen ölüsün duymazsın” deme bana. Gassal’in yıkarken kullandığı suyun sıcaklığını nasıl bildim, ya nasıl gördüm peşim sıra feryadınızı! Nasıl acı çekiyorum Allah’ım bir tek sen biliyorsun halimi.
“Ölüm güzel şey diye anlat yazarken” diyorsun, yalancı mı olayım? Nesi güzel ölmenin? Misal, “İntihar” eylemi ölümün çok güzel olması sebebiyle mi yasaklandı sence, ha? Daha neler. Alkolü de sevmedim hiç, işte açıkça söylüyorum. Çocukken içtiğim acı şuruplardan beter tatları. Şeker şerbet değil ki zıkkım meret. İçebilenlere hayretle bakıyorum. Sanırsın bal şurubu, iç babam iç. Şaşırınca pusulayı dolaşınca ayakları bir diğerine ve yitince akılları başlarından ne anlarlar bilmem? Deli miyim ben, hayır deli olamam. Hala idrak edebiliyorum zıkkımla şerbetin tatları arasındaki uçurumu.
Allah’ım büyüt toprağa şu taneyle diktiğim parmaklarımı. Büyüt ki yetişebileyim aklımın söylediklerine. Aklımda kaybolup yitmesin diyeceklerim. Parmaklarım… Uzun uzadıya yazacaklarım var uzayın haydi. Büyüyün kök salın. Sonra birlik olup son sözün ardından yapışırsınız boynuma.
Salonda hiç var olmayan bir kadın ayak altında dolaşırken…
İlham ver bana kadın… Güzelliğini kilitle ceviz oymalı o dolapta. Görünme gözüme.
… Suskunluklarında saklı kalsın dünyevi heveslerin. Anlatma bana.
… Aşın ekmeğin olmasın. Pişirme taşırma. Koyma masaya iki tabak.
… Bir gün de üşen ağlamaya, umursama yazdıklarımı, alınma üzerine.
İlham ver bana kadın. Seviyor muyum, sevmiyor muyum yoksa diye hesaba vurma beni.
Deli miyim ben, hayır. Bu sallanıp duruşumdan korkma. Parmaklarım sızlıyor eklem yerlerinden. Yoksa… Yoksa büyüyecekler mi, büyütecek misin Allah’ım bu çıkıntıları öyle gönlümce?
Ne geveliyorsun öyle, deli miyim sence? Sus be kadın. Aklını oynatmışsın besbelli, aynaya bak istersen. Madem deli diyorsun bana sen nesin, kimsin? Deli değilim, öyle olsam ne cevap vereceksin şu soruma; “Neden hala benimlesin?”.
Gecenin bekçiliğinde…
Parmaklarım. Hissetmiyor muyum sizi nedir? Sağ elim kaybolmuş sanki sol tekinden çıt çıkmıyor. Toprak emiyor kanımı haklı deme bana. Almadan verenin türabına gömdüm sağ elimi. Yüzüm güneşe dönük kavruldukça kabuk bağlıyorum tenimde. Yaşlılık bu belki de. Yaşlanıyor mu bedenim? Yoksa bilmeden… Bilmeden ağaca mı vurdum kendimi.
...............
Tamamen empatik bir yaklaşımdan yola çıkılarak hazırlanmıştır.
(1) Sitemiz yazarlarından Aynur Engindeniz Hanımefendi’nin bir yazısında geçen ilgi çekici bulduğum bir cümlenin yol göstericiliğinden yola çıkılmıştır. Farkında olmadan verdiği fikir için teşekkür ediyorum.
YORUMLAR
Çok etkileyiciydi. Ölüm her canlının kaçınılmaz sonu ama ne kadar geç gelirse o kadar iyi. Daha yazacaklarımız, paylaşacaklarımız var ama değil mi? Tebrik ederim. Sevgilerimi sunuyorum.
asran
Teşekkür ediyorum Aysel hanımcığım, var olun.
“Neden bir kargayı dost etmedim ki kendime bunca sene? Ya olur, ya olmaz, ya büyür ya büyümez, bekle dur tohumun başında işin yoksa.”
Vallahi hiç tavsiye etmem kurda kuzu teslim etmekten beter, haberiniz olsun.
Eğer ceviz yetiştirmekte kararlı iseniz karga yerine başka bir hayvanı dost edineceksiniz, köpek, kedi gibi. Eğer kedi köpek fobiniz varsa şirin bir Japon balığı ideal. Şayet uçan bir hayvanda ısrarlıysanız alternatif olarak evcil güvercinler var. Olmadı güzel kafes kuşları var, bülbül, saka, ispinoz, kanarya. Ayrıca papağangillerden rengârenk birçok muhabbet kuşu var. İlle de kargayı dost edinecekseniz o zaman ceviz yetiştirmeyeceksiniz. Cevizden kastım kabuklugillerin (fıstık çamı, ceviz, meşe palamudu vs)hepsi
Eski alışkanlığımdır, ara sıra yaz başlarında fıstık çamı yetiştiririm. Ufak bir leğene ektiğim fıstık çamlarını çimlenince müstakil kaplara (plastik çay bardakları ideal) hafif boy attıktan sonra boş yoğurt kaplarına alırım. (bu işe başlamadan bir iki ay önce konu komşu akrabaya boş yoğurt kaplarını atmamaları tembih edilir) Daha sonra kimisini boş gördüğüm yerlere diker kimisini dostlara hediye ederim. Bu yaz başı elliye yakın fıstık çamı dikmiştim. Karganın biri gel sen leğene dadan, her gün çaktırmadan ziyaret et. Allah Allah leğenin yanında fıstık kabukları. Arkadaşlardan şüpheleniyorum, çatacağım... Yok canım ne alaka. Allahtan suçüstü yakaladım namussuzu da skandalın eşiğinden döndüm...
Onun için naçizane tavsiyem kulağınıza küpe olsun.
****
Yazının akabinde; “Ölüm Allahın emri de ah şu ayrılık olmaya”
İlle de ceviz merakı ile tabutsuzluk özlemi arasında bir bağ kurmaya çalışıyorum. Gerçi kitaplarda “ahşaptan” olur diyor, ağaç ismi belirtilmemiş. Tam burada meramınızı anlıyorum. Mesajı aldım sanırım.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Akıcı ve derinlemesine bir yazı. Okurken hissediyor insan.
Doğrusu ürperdiği de oluyor. Güzel bir giriş ve ilginç bakış açısı. Ölüm korkusu değil de toprakta yaşanacakların korkusu var.
Yazılarınız çok güzel oluyor. Okumaktan zevk duyuyorum.
Tebrikler ve sevgiler.
asran
asran
Köklerinden çıkan bir yolculukta kaleminin sesini duymak için hazırım o halde sevgili Nunile. Sevgimle...
Gecenin bekçiliğinde sayıklayan cümleler ve iç sesin dışa vuran labirentler firarisi...
İlham veren güzelliği ise ayrıca kutlamak gerekir....
Tebrikler sevgili asran....
asran
Mehtap ALTAN
sonuç ; sabaha dolu dolu doğmak:)
sevgimle...
Cevizli avcumu soktum çukura ve örttüm tekrar üzerini. Şehirden seslendi bir adam: "Dur, bu kentte ceviz dikenleri asarlar!"
Bir şiir okudum. Bir dua ettim. Bir kere gülümsedim. Uyudum sonra.
Ceviz büyümüş işte. Dallarında ak kuşlar kara kuşlar var. Yaşlılık değilmiş o uyuşmalar, büyümenin sancılarıymış. Akılda kaybolup gitmeyecek söylenmesi gerekenler. Sonra kargalar uzaklara taşıyacak AĞAÇ'tan ç/aldıklarını. Bir sürü öğretisi dağılacak aleme. Müridleri olacak başka bayırlarda.
İyi ki sokmuş birisi cevizli avcunu toprağa...
***
Sıradan bir cümleden böyle etkileyici bir esere...Hareketli geçişler, benzetmeler, düşünmeye yönlendiren fikirler çok iyi. Teşekkür ediyorum ve kutluyorum değerli yazarımı.
Sevgiler, saygılar.
asran
Kendi kurduğum cümlelerin korkutuculuğu yetiyor gece vakti su içmek için kalkarken. :)
Minnettarım, ilham verici çalışmalarınız için. Varolun. Selam ve sevgiyle...
Aynur Engindeniz
"Aklını yitirenleri ara, bir ara. Sahi nasıl şeymiş bir sor deliler kitabına."
Bedri TOKUL beyefendinin dediği gibi "taç cümle" zaten bu cümle. Aklını yitirenle empati yapmak...
Umarım salonda olmayan bir kadına rastlamazsınız su içmek için uyandığınızda...
Bu yazı bir silsileye sebep olacak sanırım:))
Eksik olmayın. Sevgiler.
Sanırım bu yazınızdan sonra bir yazı yazmaya daha teşvik ettiniz.Bütün duyu organlarımla içten, bağlanarak, hissederek okudum yazınızı. Hele o öldükten sonra böceklerin sinsi istilasına uğramak yok mu,çocukluğumda her gece uyumadan önce hep düşündüğüm ve düşündükçe ayaklarımın gıdıklanıyormuşçasına bir his uyandırması.
Bir geçmiş geldi gözümün önüne, bir gelecek.Bir yaşanmışlk br sonsuzluk, bir ölüm.Usta parmaklarla dizilmiş cümleleriniz, empatik yaklaşımınız da harika...
Elleriniz dert görmesin, parmaklarınız hep yazsın...
Sevgiyle kalın...
asran
Bir yazarın çelikten zincirlerinin kopartılması gerektiğine inanıyorum. Yazdıklarınızı okumak beni çok etkiliyor ve geliştiriyor, yalan yok. Size ve yapacağınız çalışmalara duyduğum güvenin derecesi sonsuz. Okurken hep eşimle paylaştığım cümle ise tek : "Bak bu insanlar gerçek edebiyatçılar büyük ustalar olacaklar, bunları takip et".
Selam ve sevgimle...
Ya tabutsuzluk. Sahi neden tabutla gömmezler bizi ecnebiler gibi. Yatak döşek hazırlanmış şık tabutlarıyla uzanıyorlar toprağa hani, bir bunu kıskanıyorum onlarda.
Sevgili Asran, toprağın yumuşak koynu kuru tabuttan daha güzel olduğu için direk toprağa yatırıyoruz ölülerimizi.
Topraktan gelip, toprağa gark olmak...
Aynur'un verdiği ilhama da senin güzel yazına da tebrikler. Sevgiler.
asran
Sevgim ve selamla...
Emine UYSAL (EMİNE45)
selam ve sevgimle...
asran
Sıra sizde, merakla ve sabırla bekliyorum. Sevgimle...
(( Seçil Nimet ))
Zira ben yüreğim kanarken kaleme aldım bilesin...
Başka bir şey dilesen olurmuş...
Sevgimle kal ve sağlıcakla...