- 705 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BEYAZ ADAMLA SİYAH ADAMI BİR KILMAK (BÖLÜM 2)
SİYAH ADAMLA KARŞILAŞMA
(BÖLÜM2)
Hava sulu sepkenle, kar arası. Kar yağarsa Eskişehir’in ayazının biraz yumuşayacağı hayali ile kutsal vazifesini yapmaya giden, kar beyazı sakalları olan, yağan sulu kara, bedeni ile eşlik eden bir yaşlı adam ve camiye girerken, o etkileyici minarelerin altında duran, gecenin karanlığı ile uyumlu siyah bir adam.
Yaşlı beyaz adamla, siyah adamın orada olması garip bir çelişki gibi görünse de, Yaradan bir karşılaşma, bir tanışma ya da kaderlerin kesişmesi için gerekli zemini oluşturmuş. O inanılmaz soğuk ise, bu karşılaşmanın olmazsa olmaz koşulu.
Genellikle çevresi ile çok ilgilenmeyen bu yaşlı adam, bakışlarının bir günaha takılması ihtimalini de düşünür. Aldığı terbiye nedeniyle gözleri ile genellikle çevresine bakmaz iken, camiye girerken o siyah adamı görmemek, onun ayazda titrediğini hissetmemek, bu yaşlı adam için bile olanaksızdır. Bu kesişme camiye girmekle kalmaz; yatsı namazı sonrası, zenci adam yine cami kapısındadır. O zenci, inanılmaz üşümektedir. Büyük bir olasılıkla, onun geldiği bölgede bırakın ayazı, karı, ısı nedeniyle fanilanın üzerine dahi bir şey giyilmemektedir.
Afrika’dan koparılıp Eskişehir’e gelmiş bir garip siyah adam. Titremektedir. Nereye gideceğini bilememenin çıkmazında, o cami; belki sadece sıcak olması, belki de sığınacak Tanrıdan başka kimsesi olmadığı için cazip gelmektedir.
Beyaz sakallı ihtiyar, huzur içinde kıldığı yatsı namazı sonrası ayakkabılarını giyerken, o gecenin karanlığı ile uyumlu o zenciye yönelir. O dualarını bitirirken “Allah’ım veren olayım” cümlesini annesinin öğüdü gereği tekrarlamış, belki bu duanın etkisi, belki de başka kaderlerin kesişmesine bir elçi olması sıfatıyla o zenciye yanaşır.
“Oğlum benim dediklerimi anlar mısın, Türkçe bilir misin?”
O siyah adam, olmayan Türkçesi ile belki açım, belki gidecek bir yerim yok, der. O muhterem, konuşulan dili anlamaz ama var olan sıkıntıyı, o zencinin çözülemez sorunlarını algılar. Çevresine bakınır, biraz uzakta bir durak görür ve o durakta otobüs bekleyen gençlere yönelir.
“Gençler, burada bir zenci var, benim başka bir lisanım yok. Bir sorun, kimdir? Nereden gelip nereye gitmektedir. Bir sorun hele” der.
Gençler tıp fakültesi öğrencisidirler ve birden fazla dili konuşabilmektedirler. Zenci ile ilgili konuşmalarını o beyaz sakallı, sevimli ihtiyara tercüme ederler. O siyah, bir gün önce kaldığı otelden atılmıştır. Gidebileceği, sığınabileceği bir yer yoktur. Cami bir sığınma yeri olabilir mi düşüncesiyle gelmiştir. Çaresizdir.
“Ona söyleyin bu gece benim tanrı misafirim olsun, yarın bir çözüm üretiriz” der ve zenciyi yanına alarak gider.
Yolda ihtiyar ismini sorar, zenci “Mbanza” der ama o söyleneni anlamaz. İkisi de farklı dillerde sadece elliyi geçmeyen kırık Türkçe kelimelerin yer aldığı, genelde vücut dillerinin kullanıldığı bir diyalogla eve gelirler. Apartmanın girişinde alt komşuları ile karşılaşırlar, bu ikiliye bir garip bakarak, merakla sorarlar:
“Hayırdır hacı amca...”
“Tanrı misafiri”
Kapı zilini çaldıklarında, başı örtülü, yaşlılığın getirdiği yumuşak bir güzelliği olan bir teyze kapıyı açar ve genç ama zenci bir adamla yüz yüze gelmenin korkusu ile geriye kaçar. Hacı amca, “korkma Tanrı misafiri.” der. Teyze alışkındır gece gelen misafirlere ama hiç bu renkte misafiri olmamıştır.
“Hele bir telefonu ver Ankara’yı oğlumu arayacağım”
“Ali’m hayırlı akşamlar, ben eve bir misafir getirdim. Onunla bir konuşsan, bize bir tercümanlık yapsan”
Ali, telefona istediği bu yabancı ile İngilizce konuşmaya başlar. Onun Kongo’dan geçici vize ile gelen birisi olduğunu, yanındaki paranın ancak bir ay otele yettiğini ve bu gece için kalabileceği bir yerinin olmadığını anlatır.
“Babacığım yarın Eskişehir’e geleceğim siz onu doyurun ve rahat ettirin”
Evin annesi hemen bir masa kurar. Hacı amca Mbanza’nın pasaportuna bakarken İdrissa olan ikinci adını görür. Onun anlayacağı bir şekilde;
“Ben baba, ismim Mehmet Ali, bu anne Fikriye, sende bundan sonra İdris olacaksın.”
İdrissa Mbanza o gece, uzun zamandır özellikle son bir aydır bulamadığı huzur ortamında, rahat bir uykuya dalar. Yeni babasının, İdris süt içer misin, diye sorduğu soruya cevap veremeyecek derinliklerde yakaladığı rüyaları ile yepyeni dünyalara yelken açar.
YORUMLAR
Güzel bir konu. Cümlelerin kurulumlarına biraz daha özen ister ama. İmla için de öyle.
Misal;
Yaradan bir karşılaşma, bir tanışma ya da kaderlerin kesişmesi için gerekli zemini oluşturmuş. O inanılmaz soğuk ise, bu karşılaşmanın olmazsa olmaz koşulu.
cümlemizi bir daha ele alalım.
Yaradan, bu karlılaşma ve tanışmayı, kader için gerekli gördüğü bu zemine oturtmuş. Havanın bu denli soğuk olması ise bu karşılaşmanın başka bir dokunuşuydu adeta.
Nesir çalışan arkadaşlarımızın gayretleri bizi çok mutlu ediyor. Sizi de aramızda görmekten mutlu olduğumu belirtmek isterim. Mükemmellik arayışımız yok ama bu denli güzel çalışma çıkarabilen arkadaşlarımızın çok daha iyi eserler vereceğinden kuşkumuz yok. Takip etmekten keyif alacağım çalışmalarınızı. Selam ve sevgimle...