10
Yorum
1
Beğeni
0,0
Puan
2107
Okunma
Yeter ki talan edilmesin duygular.. Hiçbir kötülük, diş bileyemesin, bizi mutlu edecek duygularımıza.. Ve umut hep saklı kalsın yüreğimizin bir köşesinde. Çünkü yaşadığımız ve yaşayacağımız nice fırtınalarda bize en gerekli duygu, umut…
Umudu iyi bellemek gerekir bize ait yaşamda.. Umudun ne kutsal ne mucizevi ne büyülü bir kavram olduğunun iyi bilinmesi gerek.. Bu hafta size yaşadığım bir süreçten bahsetmek istiyorum.. Bunun için biraz geriye, lise yılarıma gitmemiz gerekiyor.. Anlatacaklarım, taşındığımız evin tam karşısında ki ortopedik engelliler (yatılı) okulu ile ilgili. Bu umutla yaşayanların, yaşama yürekleriyle tüm güçleriyle sarılmış olanların öyküsü.. Umudun ne demek olduğunu belki de hepimizden daha iyi bilenlerin yaşamları…
Taşındığımızın ilk günlerinde arkadaşlarımla okulun bahçesinde oynayan, dinlenen yatılı okul öğrencilerini izlerdik. Daha o süreçte kaynaşmamıştık kimseyle.. Genelde bedensel özürlü erkekler bahçede futbol oynarlardı. Kızlarda okul duvarına dizili banklarda oturup futbol oynayan erkekleri izlerdi.. Daha sonra zamanla, okul müdürünün oğluyla aynı sınıfta okumamın da vesilesiyle iç içe olmaya başladık okul öğrencileriyle. Bizler için “sağlamlar” diye bahsederlerdi. Kimi doğuştan kimi sonradan, çeşitli nedenlerden ötürü bedensel işlevlerini kaybetmiş bu insanları tanımam, benim yaşamımda önemli bir dönüm noktası olmuştur…
Kendi içlerinde kurmuş oldukları dünyaya iyiden iyiye alışmışlardı. Bense bu zaman akışında, sürekli düşünüyordum; nedenleri, hayatın acımasızlığını, adına kader denilen kavramın, bazı insanların yaşamlarını nasıl da farklılaştırdığını…
Doğrusu, umut kavramının ne denli kutsal, kıymetli, paha biçilemez bir kavram olduğunun o sıralarda farkında değildim. Bazen kendime şu soruyu sorardım; nasıl oluyor da bahçede neşeyle, kahkaha içinde top oynayabiliyorlar, arkadaşlarıyla şakalaşabiliyorlar, pırıltılı gözlerle yaşama bakabiliyorlardı? Ama bu sorunun ne kadar önemsiz, içi boş, kof bir soru olduğunu pek sonra, onların bana umudun ne demek olduğunu öğrettikleri an anladım…
Anladıkça, bedensel engelli bu dostlarıma saygım, hayranlığım o ölçüde artmaya başladı. Anladıkça; bizler, onlar ayrımının geçersizliğini kavradım. Bana yaşamı, olgunluğu, çıkarsız sevgiyi öğrettiler. Ben orada, iki kolu iki bacağı olmayan ama yüzünde ki gülümsemeyi asla kaybetmeyen dostlar tanıdım. Niyetim kimsenin yüreğini burkmak yada duygu sömürüsü içine girmek değil. Beni bağışlayın, beni yanlış anlamayın. Ama biliyorum, “sağlamlardan” ilk istedikleri şey kendilerine acımamaları. Ya da kendileri için timsah gözyaşı dökmemeleri…
O dostlarımdaki umut hepimize yeter de artar bile. Kimse kusuruma bakmasın, alınmasın; o dostlarımda ki umut en gerçek, en hakiki, en parlak umut. İstedikleri yüreklerinde barındırdıkları o gerçek umudun karşılığını bulması. Karşılığını insanca yaşamak, sevgi olarak bulması…
İşte ben, o yıllarımda bu dostlarım sayesinde tanıdım, yaşamın gerçekliğini, sevgilimle parkta yürürken; yaşadığım, yaşayabildiğim anın ne kadar değerli olduğunu ve asıl olanın beden değil yürek olduğunu.. Asıl olanın yürekte taşınan gerçek sevgi, gerçek umut olduğunu…
Bu yazıyı okuyan dostlarımın üzülmesini istemem... Gülümseyin... Gerçekten gülümseyin.. Çünkü eminim o dostlarım da böyle istiyorlardır şu an. Gülümsememizi, kendilerine acıyarak değil de sevgiyle gülümsenmesini… “vah vah” diye değil de, yüreklerinde sevgiyle parlayan umudu fark ederek gülümsememizi…
Oktay Coşar