- 536 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SATRANÇ
Beynimin dehlizlerinden aşağı iniyorum...
Yavaş yavaş, elimde bir fener...
Gazı bitmesin diye dua ediyorum ben dibi bulmadan...
Yarasalar uçuyor ışığı görünce...
Karşılıklı korku: ben onlardan,onlar benden...
Yılanlar...
Bacaklarıma sürünüyor, soğuk...
Fareler...
Vıcık vıcık, bokun içinde yüzüyorlar...
Dipte en dipte başka bir ışık var...
Yürüyorum o zayıf ışığa doğru...
Küçük bir mum ışığının altında, bir karga ve bir kurt satranç oynuyor...
Yeni başlamışlar oyuna...
Satranç tahtası...
Kareleri siyah ve beyaz...
Acaba ben bu oyunda taşlardan hangisiyim?
Piyon? olamam...
Küçük ve sınırlı hareketlerle yaşamıyorum hayatı...
Bir ordunun öncü kuvveti değilim her ne kadar deli de olsam...
Kale miyim acaba?olamam...
Kale sadece düz hareket ediyor...
Ya ben?
Fil?
Filler ya siyah karelerdedir ya da beyaz...
Bir filin hem siyahı hem de beyazı görmesi mümkün değil!
Şah?
O da değil...
Kendimi korumak için bir orduya ihtiyacım yok...
Zararım kendime...
Beynimi benden koruyacak bir ordu var mı?
Vezir?
Aslaaa!!!
Bir şaha yakın uşaklık edemem...
Hareket yeteneğim sonsuz da olsa tahta üzerinde...
Evet ben ATım...
Biçimsiz hareketlerimle bir siyahım bir beyaz...
Saçma sapan ve en kolay vazgeçilenim belki bu oyunda...
Ama özgürüm, yabani bir atım ben...
Bir piyon son kareye çıktığında, en son tercih edilecek taş benim...
Hastalıklıyım...
Ama özgürüm yabani bir at gibi...
Bu oyunda yer almak zorundayım, benimde bu siyah beyaz dünyada bir görevim var...
Ama yine de özgürüm yabani bir at gibi, siyahı ve beyazı yaşamakta...
İşte buldum kendimi...
Oyun devam ediyor...
Ve ben bir kaç hamlede yok oldum...
Yine de bekliyorum tahtanın köşesinde...
Kim alır bu oyunu?
Son hamle...
Şah Mat!
Karga yendi kurdun asaletini...
Kötüye çalışan zeka iyiye çalışanı yener mi?
YENDİ...