- 789 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAMAL (12. Bölüm)
Birgün gelir de bir an, çokça zamanlardan sonra
Geri dönüp baktığında bilmem anlar mısın
O senin bir anının benim ömrüm olduğunu
Ne çok sevildiğini
Artık çok geç olduğunu
Zor!...
Zor kadere emanet ettim seni
Sen benim kördüğümüm, tutamadığım gözyaşım
Zor!
Zor bir daha , daha da güvenmek
Bana düşen kabullenmek, zor da olsa dönüp gitmek...............(*)
5 Nisan 2010, Samandağ
Antakya’nın mahalle kıvamındaki kasabalarından biriydi Küçükdalyan. Haluk Bey mütevazi bir çiftlik evinde dünyaya gelmişti bu ‘’köy’’de. O zamanlar köydü ve on altı yıl önce kasaba statüsü kazanmıştı ama hala bahsederken ‘’bizim köy’’ derdi; o zamandan bu zamana köylüğünden hiçbir eser kalmasa da… On binden fazla nüfusuyla doğudaki bir çok ilçeden bile büyüktü burası fakat birkaç aile dışında tarım ve hayvancılık ile uğraşan kimse kalmamıştı, zaten çiftçilikle geçinmeye çalışanlar, gelişen ve sanayileşen sektör yüzünden zor günler yaşıyorlardı. Bunlardan biri de Haluk Bey’in çocukluk arkadaşı Hasan Bey’di. Her ikisinin ailesi de çiftçilikle uğraşıyordu ama Hasan Bey’lerin durumu o zamanlar daha iyiydi. Hasan Bey’in babasının fikri idi bu iki delikanlının yüksek tahsilini yapmaları ve ziraat mühendisi olmaları… Hasan Bey’in babası Hayrettin Bey oldukça ileri görüşlü bir insandı ve bugünleri o ta o zamanlardan görerek ‘’çocuklar bu işin bilimini öğrenmeli’’ demişti. Böylece İstanbul’da devam etmişti bu iki kafadarın macerası…
Aynı yıl doğmuşlardı, ilkokuldan liseye ve üniversiteye aynı sınıfta okumuşlar, hayatı paylaşmışlardı. İkisi de hayat arkadaşlarını İstanbul’da tahsil hayatına devam ederken bulmuştu. Firuzan… Mersin’in zengin evlerinden birinin bir kızı, kardeşlerin dördüncüsü ve en küçüğü. Nermin… Mersin’in mütevazi evlerinden birinin biricik evladı… İkisi de ailelerinin gözbebeği doğal olarak. Onlar da liseden arkadaştı ve İstanbul’a öğretmen olmak için gelmişlerdi; Firuzan resim öğretmeni, Nermin ilkokul öğretmeni… O iki delikanlıya rastladıktan sonra ‘’Hayır, biz mutlu bir yuva kurmaya geldik’’ diyeceklerdi. İkisi de ailesini bu evliliğe ikna etmek için çok dil dökmüşlerdi, çünkü o iki delikanlı da Aleviydi. Her iki aile de yaşadıkları coğrafyadan dolayı Alevi kültürünü biliyor ve seviyorlardı, hatta dostları arasında hiç ayrımcılık yapmamışlardı ama iş evliliğe, aile kurmaya, sadece bir olmak değil bütünleşmeye geldiğinde bir adım geri durmaktan kaçınmıyorlardı.
‘’Ben size kızımı verirdim’’ demişti Hayrettin Bey Nermin’in babasına. ‘’Biz de insanız yahu; çalışıyor, alnımızın teriyle kazanıyoruz paramızı, durumumuz da iyi çok şükür; ne kadar toprağım var hesabını bilmiyorum, büyükçe de bir çiftlik evim var’’ diye de isyan etmişti. Nermin’in babası Vilayette memurdu, mütevazi kazancıyla mütevazi bir hayat sunmuştu ve zar zor okutmuştu evladını, şimdi elin adamı gelmiş ve Antakya’ya gelin götürecekti biricik çiçeğini… ‘’Bakın beyefendi’’ dedi, bir süre sustu ve devam etti; ‘’Sizin ne kadar toprağınız, ne kadar paranız olduğu beni ilgilendirmiyor. Siz Alevisiniz, biz ise Hanefiyiz. Bugüne kadar hiç ayrımcılık yapmamıştım ve çok sayıda Alevi dostum var ama hiç biri gelip kızımı benden istememişti! O benim biricik evladım, her şey bir yana ondan ayrılamam’’ derken gözleri doluvermişti koskoca adamın… Hayrettin Bey de mahçup bir sesle ‘’Estağfurullah efendim, ben buraya kızınızı paramla almaya gelmedim, ne olur bağışlayın beni, sadece onun iyi bakılacağından emin olmanız için…’’ demiş, gerisini getirememişti.
Diğer tarafta da benzer problemler yaşanmasına rağmen, birer ay arayla evlenmişti çiftler. Samandağ’daki yazlıkta işte o günleri yad ediyordu eski dostlar… Kızlarını kırmak da, onları uzak ellere vermek de istemeyen babaların ‘’kem-küm’’leri, o kızları illa ki almaya yemin etmiş babaların eğilip bükülmelerini anımsadıkça yerlere yatarcasına gülüyorlardı.
Kahvaltıdan sonra içilen kahvelerin boşlarını almaya gelmişti şimdi Leyla. ‘’Güzelim, sahile iner miyiz birazdan?’’ diye sorduğunda hınzırca gülümsemiş ve ‘’zevkle’’ diye çığlık atarcasına cevap vermişti.
Üç bayan ve Haydut sahilde denizin nisan dinginliğine paralel yürüyüş yaparken, Haluk Bey ile Hasan Bey tavlaya tutuşmuştu. Bir yandan atılan zarla taşlar yerinden oynarken sohbete dalmışlardı. ‘’Sana borcumu hiçbir zaman ödeyemem’’demişti Hasan Bey. ‘’Ne borcu Allah aşkına, aramızda borç-harç olur mu hiç?’’ diye cevap vermişti Haluk Bey.
‘’Öyle deme Haluk, yardımların olmasa Koray’ı nasıl okuturdum. O da bir şey değil, neredeyse kendi işinin patronu, ortakmış kadar para kazanıyor hergele; bize buradan yazlık alacakmış yakında, satılık villa bakıyormuş buradan, planını çizdiği siteden bir villayı satın alacak’’demiş ve gülmüştü, acıydı biraz gülüşü…
‘’Allah ziyadesini versin, o aklıyla kazanıyor o parayı, hepsi helalden helaldir; onun zekası, iş kabiliyeti ve çabalarıyla bak ne kadar büyüdü şirket, çok yakında reklam bile vereceklermiş ulusal kanallara… Hem Koray’a destek çıkmayacaktım da kime çıkacaktım? Senin baban, bana az mı yardım etti okurken? Allah göstermesin, oğlum düşerse kim kaldıracak onu, senin oğlan!’’
‘’İkisi de düşmesin, hep yükselsin, düşmesi kötü oluyor!’’
‘’Keşke sen de benim gibi üniversitede kalsaydın diyeceğim ama sizde her şey yolundaydı zaten, nerden bileceksiniz ki… Benim gibi akmasa da damlayan bir iş kesmezdi seni’’
Acı acı gülümsemeye devam etti Hasan Bey. Eski şatafatlı günleri yoktu ama çok şükür aç kalmamışlardı. Nermin de harika bir insandı, zaten yokluğa alışıktı ve hiç ‘gık’ dememiş, bilakis hep destek çıkmıştı kocasına. ‘’Parayla saadet olmaz’’ derdi Nermin’in babası, parasız da mutluydu onlar…
Beyler terasta bunları konuşurken, Koray annesini aramış ve müjdeyi vermişti. Almanya’da yaşayan bir müşterisi pek uğrayamadığı Altınkoy’daki yazlığını satmaya karar vermiş ve anlaşmışlardı. Denize sıfır olanlardan değildi gerçi ama villacık (Koray yaptığı bu evlere ‘’villacık’’ derdi) havuz manzaralı olanlardandı. Sevinç çığlıkları sona erdikten sonra Firuzan Hanım telefonu almış ve tebrikten sonra oğlunu sormuştu. İlk defa dün gece aramış ve İzmir’de olduğunu bildirmişti. Herhangi bir sorun olup olmadığını sormuş ve detaylı bilgi istemeden telefonu kapatmıştı. Bu kadarını biliyordu ama yine de sıcak bir teşekkürü esirgemedi Koray’dan. Telefonunu Nermin’e uzatırken dertlendi;
‘’Eskisi gibi olamayacak mı bunlar?’’
‘’Zor şekerim, aralarına bir kadın girdi’’ dedi ve kahkahayı bastı Nermin Hanım.
‘’Yine de iyi idare ediyorlar ama, ikisi de çok olgun. Sürekli beraberler ama ikisi de hala hayatta’’ dedi bu defa kahkahayı Firuzan Hanım bastı.
‘’Ah o cadaloz, neydi adı; hah: Sevcan!’’
‘’Sev ve yan!’’
‘’Yamyam!’’
Kahkahalar koptu yine, Haydut da havladı. Leyla ise içten içe aşık olduğu patronun oğlu hakkında bir bilgi daha edinmişti, demek ondandı kadınlara güvenmeyişi ve en ufak bir tereddüt yaşadığında arkasına bile bakmadan gitmeleri…
Firuzan Hanım ‘’İkisi de hala hayatta’’ dediğinde Leyla ‘’Hayır, Burak pek hayatta değil…’’ diye itiraz etmişti içinden. Aynı şeyi Firuzan Hanım da düşünmüştü ama çarçabuk atmıştı kafasından o düşünceyi; biricik evladı diri diri toprağa girmiş olamazdı!
‘’Öğle oldu ama hala aramadı’’ dedi Firuzan.
‘’Niye endişeleniyorsun ki, İzmir’e gidiyor dememiş miydin sen de; bırak gönlünce eğlensin biraz, son olanlardan sonra iyice çöktü, bunaldı çocuk.’’
‘’İzmir iyi gelmez şimdi oğluma, yine yolda eminim; sakin bir yer arıyor o kendine, nereye gideceğini bilmeden yola çıkılır mı hiç?’’ dedi ve ‘’cık cık’’ladı.
‘’Konak’ta konaklamak!’’ dedi Nermin ve gülümsedi, çok sevdiği o şehri sadece konaklamak için kullanmak bir çılgının işi olabilirdi sadece, Burak çıldırmış mıydı? Firuzan haklı mıydı endişelerinde?
Firuzan Hanım’ın haklılığı bir saat kadar sonra ortaya çıkacaktı. Burak İzmir’den ayrılmış ve yola düşmüştü yine. Annesi merak etmesindi, yavaş yavaş ve geze geze gidiyordu; Akşama doğru Ayvalık’ta olacaktı Birkaç gün dinlenip geri dönecekti.
Net bir planının ortaya koyulması rahatlattı Firuzan Hanım’ı. ‘’Allahım sana emanet’’ dedi gökyüzüne bakarak.
Allah’ın verdiği can bize emanetti aslında…
Ufuk Bayraktar
___________________________________________________________________________
(*) Nev ’zor’ isimli parçasından...
Resim : Akdeniz’in başladığı yer, Hatay’ın Samandağ ilçesinden bir görünüm. Arka planda yükselen ’Keldağ’ diye bilinir civarda...