- 1501 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
FAKİRİN ZENGİN YÜREĞİ
FAKİRİN ZENGİN YÜREĞİ
Sait Küçük
Ramazan bayramına üç gün vardı. Emre’nin annesi Suzan Hanım yanıma çıkageldi. Bana dedi ki:
- Sait Bey, yarın akşam Emre’nin şair dostları olan grubu iftar yemeğine alacağım. Seni de bekliyorum. Bahane bulup da gelemem deme. Rahatsızlığından dolayı senin yemeklerini tuzsuz yapacağım.
- Davetin için teşekkür ederim, elbette gelmeye çalışırım.
Suzan Hanım gitti. Aradan üç dört saat geçmişti ki Emre geldi. Önümüzdeki eğitim öğretim yılında sekizinci sınıfa gidecekti.
Emre’yle tanışmamız üç yıl öncesine dayanıyordu. Sevimli, güler yüzlü, güzel ve masum bir çocuktu. Saz öğrenmek, türkü söylemek, şiir yazmak maksadıyla yanıma gelmişti. Yeni başlayıp çaldığı bir iki türkü vardı. Ben de yöre türkülerinden pratik olarak birkaç türkü tarif ediverdim. Bir de halk şiiri yazmasını öğütledim. Heceyi, kafiyeyi öğrettim. Derken yazmaya başladı. İşi çabucak kavrayıverdi.
Emre artık yanıma gidip geliyor, çıkardığım haftalık yerel gazeteyi kurum kuruluşlara ve halka dağıtıyordu. Ben de cebine harçlık koyuyordum.
İlçemizde yayın yapan yerel bir radyoda Cemali mahlaslı bir şairimiz her haftanın Çarşamba gününde Gönülden Damlalar adlı bir şiir programı sunuyordu. Ziyani, Nurhani, Samihi ve benim Endami mahlasını verdiğim Emre bu programın daimi konuklarıydı. Gönüllerinden damlayan duyguları mısralara dönüştürüp yöre halkına her hafta şiir ziyafeti çekiyorlardı.
Emre’nin yaşı küçüktü ama büyük yaştaki şairler ile programlara katılıp yazdığı şiirleri okuyabiliyordu artık. Bir çırak olarak ustaların yanında yetişip bilgi sahibi oluyordu. Bu program sayesinde küçük Emre’nin büyük dostları vardı.
Emre’nin annesi oğlunun bu sanatçı, şair dostlarını da iftar yemeğinde hep bir arada görmek istiyordu. Gerçi ben varlıklı bir aile olmadıklarından bizim için masraf etmelerini istemiyordum. Çünkü altı nüfuslu bir aileydiler. Bu ailenin reisi olan Muzaffer Bey yaz aylarında gurbete çıkıp inşaatlarda çalışıyor, kışın işsiz kalıyordu. Üstelik kirada oturuyorlardı.
Emre:
- Sait amca, annem dedi ki diğer arkadaşların onda telefonu vardır . Yanına uğrayana dilden söylesin, gelmeyeni de bir zahmet arayıp haberdar etsin.
- Olur, hemen arayalım, dedim.
Ziyani’yi, Nurhani’yi, Samihi’yi arayıp söyledim. Daveti kabul ettiler. Bir tek Cemali’ye ulaşamadım. Telefonu çalıyor ama cevap vermiyordu.
O günün akşamı il dışında çalışan Muzaffer Bey bayramdan dolayı evine gelmişti. İftara gideceğimiz günün sabahı karşılaştım.
- Hoş gelmişsin Muzaffer kardeş. Akşam Emre’ye davetliyiz. Arkadaşların hepsini haberdar ettim. Bir Cemali kaldı. Telefonumun şarjı azaldığından bitme korkusuyla numarasını kağıda yazdım. Vereyim sende de bulunsun. Hangimiz ulaşırsak haberdar edelim.
- Olur, dedi. Numarayı alıp gitti.
Cemali’yi oda aramıştı. Akşama doğru ben de aradım. Bizim gazetenin bürosunda toplanıp ezana yarım saat kala gitmeyi kararlaştırdık.
Vakit yaklaştı. Tam gidecekken Emre’de geldi. Hep birlikte yola koyulduk. Ev zaten yakındı. Eve vardığımızda sıcak bir ilgi, güler bir yüz ve sevgiyle karşılandık.
Geçtiğimiz oda da Suzan Hanım’ın medrese eğitimi görmüş babası Yusuf amca Mevlit okuyordu. Koltuklara oturup Mevlit dinlemeye başladık. Ezan yaklaşınca yere serili bez üzerine sofra kuruldu. Sofra üzerine yarımşar bardak şerbet getirildi. Ekmekler konuldu. Meşrubat şişeleri ve su bardakları da sofra da yerini aldı. Ezan okunmaya başlandı.
Suzan Hanım’ın babası Yusuf amca Mevlit’in sonuna geldi. Ezanın okuduğunu duyunca:
- Şerbetinizi için dua yapıp yemeğimizi yiyelim, dedi.
Herkes sofradan şerbetini alıp yudumladı. Yusuf amca, duasına devam ederken çorba, pirinç pilavı, tavuk eti ve salata dolu servis tabakları da sofrada yerini aldı.
Duasını bitiren Yusuf Amca:
- Herkese afiyet olsun, dedi ve hep birlikte yemeklerimizi yemeye başladık.
Suzan Hanım, nefis yemekler yapmıştı. Bana sunulan yemekler gerçekten de çok az miktarda tuz katılarak yapılmıştı. Yemeklerimizi yedik, meşrubatlarımızı içtik ve sofradan çekildik.
Sevgiyle, dostlukla perçinlenen sıcak bir yuvanın sıcak ve lezzetli yemekleriyle iftarımızı açıp, karnımızı doyurmanın mutluluğu, kalbimizin nimetlere olan şükrüyle:
- Muzaffer Bey’in kesesine bereket, Suzan Hanım’ın da ellerine sağlık, sofranızdan Halil İbrahim bereketi eksik olmasın diyerek müsaade isteyip akşam namazını kılmak, teravi öncesi ve sonrası açık olan kahvehanelerin birinde çiçekli çay yudumlayarak sohbette bulunmak için çarşının yolunu tuttuk.
Bu davet beni düşündürmüş ve çok duygulandırmıştı. Ertesi gün Samihi ile karşılaşıp çay içerken bu davet bahsini ona açtım:
- Samihi usta, dedim. Sen bir emekli ve evi olan bir insansın. Ziyani, Nurhani, Cemali yine öyle. Ben de işyeri ve evi olan bir insanım. Oysa bizi yemeğe davet eyleyen Suzan Hanım bir kiracı. Evi barkı yok. Eşi Muzaffer Bey’i dersen o da inşaatlarda çalışan bir insan. Yazın ne kazandıysa yıl boyu onunla geçim sağlıyor. Yani bu ailenin maddi durumu zayıf. Kendileri bizlerden daha fakir. Ama yürekleri zengin. Diyorum ki biz şairler camiası olarak Ramazan ayı boyunca birbirimizi davet etme cesareti gösteremedik. Ama Endami’nin annesi Suzan Hanım bizi davet etti. Ve beni utandırdı. Sen ne diyorsun?
Samihi:
- Emin ol ki ben de senin gibi düşünüyorum. Bizim yapacağımızı onlar yaptılar. Helal olsun. Takdir edilecek bir davranış. Adeta ders çıkarılacak bir davet oldu bizim için.
Sohbetimizde, icabet ettiğimiz davetin ezikliğini konuşarak çaylarımızı yudumladık. Samihi işinin olduğunu söyleyip eyvallah etti, düşünce karmaşası içinde yanımdan ayrılıp gitti.