16
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2034
Okunma
Küçük bir kız çocuğu...
Hayatta ilk hatırladığım babamın beni okula kaydettirmek için götürmesiydi. Müdür bey
-"Daha küçük, seneye başlasın" dedi.Ben ise çok istiyordum okula gitmeyi. Bana :
"Sen sayı saymasını biliyormusun ?
Babamın yüzüne baktım. Babam “ haydi cevap ver “ gibi işaret etmişti. Sonra müdür beyin yüzüne baktım.
-“ Evet biliyorum “
-“Say bakalım ellerini küçük kız..Bakalım kaç parmağın varmış?”
Annemin bir tabağın içine karışık koyduğu nohutlar ile fasulyeleri:
-” Kızım şimdi bunları önce ayır. Bak bakalım hepsinden ne kadar varmış.Hangisi hangisinden çokmuş” dediğinde öğrenmiştim ben saymayı.
Sonra tığ ile zincir çekmeyi öğrenmiştim.Yüze kadar upuzun bir zincir çekiyordum…Annem okumamıştı.Okutmamış dedemler.
-“Kız kısmı neyine okuyacak ? Alan dürzü görür herhalde”
Böyle bir zihniyetin içinde, hep uhde kalmış okumak annem için.Demiş:
“Günün birinde kızım olursa Allah şahidimdir tuvalet temizleyeceğim,hizmetçilik yapacağım onu okutmak için…" Canım annem ...Güzel annem ...Vefalı annem…
Müdür beyin çatık kaşları yumuşamış yüzü gülüyordu.Ceketini hafifçe kalkıp önüne çekti.İyice kurulmuştu koltuğa.Babamda müdürün tebessümüne karşın gülümsüyordu O da keyiflenmişti.Kocaman elleriyle başımı okşuyordu” aferin “ manasında…
-Yaşar bey.Bu kızı hemen kaydedelim.Siz geç bile kalmışsınız. Cin gibi kız. Maşallahı var.Valla benden düzgün sayıyor.”
Utanmıştım .Yanaklarımın kızardığını, hırkam ile aynı rengi aldığını hissettim. Ben demek okula başlayacaktım. Pazarda gördüğümüz o kırmızı çantayla çizmeleri istiyordum. Babam zaten “ söz sen başla okula alacağım kızıma “ demişti. Sevincimden yerimde duramıyordum. Kayıt işlemleri bitiyordu. Müdür bey; kocaman bir deftere bir şeyler yazıyordu. Ne yazıyordu? Nasılda güzel tutuyordu kalemi. Bende öyle tutacaktım. Bende öyle yazacaktım. Defterler,kitaplar,renkli renkli kalemler gözümün önünden geçtiler.Hiç bir zaman o anki mutluluğumu sevincimi bir daha duymayacaktım.Yaşadığım müddetçe…
Okulumu,sınıfım, arkadaşlarımı çok sevmiştim.Hele ki; Cannur öğretmenim, hepimizin annesiydi. Beni de çok severdi.Gerçi ayırım yapmazdı ama bana öyle geliyordu işte.
Arkadaşlarım olmuştu. Ayşe, Demet, Fadime, Selma, Yasemin, Yetiş, Salih, Ali, Cengiz, Seyhan, Haktan onları hiç unutamadım çok iyilerdi. Kimi zaman oynadık, kimi zaman birbirimizin peşine düşüp kavga ettik.Ama içimizden birine dışarıdan biri müdahale ettiği zaman hemen birbirimizi kollar, savunmaya geçerdik. Birbirine çok bağlıydık. Arkadaştan da öteydik…
Keşke hiç büyümeseydik...Hep beraber olabilseydik…
Soğuk bir kış gününü hiç unutmam. Öyle bir rüzgâr esiyordu ki. Zaten hava ayaz . Kırmızı kiremitlerin ucundan, kendilerini intiharın eşiğine bırakmış buz tutmuş saçaklar gibi, burnum kıpkırmızı olmuş, soğuk iliklerime kadar işlemişti. Ellerimi hiç hissetmiyordum. Tipi gittikçe hızını artırıyor, rüzgar ise gitmem için değil tam aksine yoluma çekilmiş bir set gibi beni engelliyordu… Küçük, zayıf bedenim, sert esen rüzgâr karşısında daha fazla dayanamamış düşüvermişti. Gölgesi olmayan öksüz bir yaprak gibi…
Sıcak bir nefes yüzüme doğru esti. Neredeydim ? Uyumuşmuydum ? Yoksa gördüklerim rüyamıydı ?
Annemin, can veren nefesi yüzümde geziniyor, üşümüş parmaklarımı koynunda ısıtmaya çalışıyordu.
Ağlamaya başlamıştım. Gözlerimden süzülen demler yanağımdan aşağıya inmeden annem şevkatli elleriyle siliyordu… Çektiğim acıları bana sevgisiyle, sıcaklığıyla unutturmuştu annem. Annemin sıcak koynunda hayata yeniden gelmiştim…Hayat bana yeniden annemi sunmuştu…
Annem ! Hayatımın vazgeçilmez tek kadını !
Yaz tüm ihtişamıyla kurulmuştu mevsimin en başına. Karne zamanı gelmişti. Pek öyle parlak bir öğrenci sayılmazdım.Ama hiçbir zamanda zayıf notum olmamıştı. Notlarıma ayar çekilmiş gibi karnenin bir tarafı baştan ayağa dört bir kısmı pekiyi idi…
Şayet okusaydım benden mutlaka bir şeyler olurdu. Ama o zaman tahta cetvelle parmak uçlarımıza vurulduğunda yanan canımın acısıyla
-” İlkokulda böyleyse, ortaokul da lise de kim bilir ne işkenceler vardı” diye düşündüğüm için okumak vazgeçtim. Babam da zorlamadı.Annem ise çok çırpındı:
-” Oku kızım ben gibi olma.Cahil kalma.Evlenince kocanın eline bakmassın.Yok ! Faydası yoktu.
Cetvel ve tırnak uçlarımdaki acı kalbime kadar sızmıştı.Günahımız suçumuz da yoktu.Biri kabahat işlediği zaman, herkesi sıra dayağından geçirirdi Müdür bey… Pişmanmıyım diye soruyorum kendime…Bunun tarifi yok ki… Keşke her gün cetvel ile tırnaklarımın içine kan dolsaydı da okusaydım…
* Üç kardeşin en büyükleri idim.
Annem bana:
-“Sen onların ablasısın idare et ! Ben olmadığım zaman evi idare etmesini öğren !
Yarın öbür gün kocaya gidince, arkamdan sövdürürsen analık hakkımı helal ettirmem bilesin. Okumadın ya sürt şimdi evde bakalım.Akılsız kız…”
İdare etmenin ne demek olduğunu o zaman öğrenmeye başlamıştım…Daha on üç yaşında…
Bir akşam misafirler geldi. Uzaktan hısımlarımız olurlarmış. Yemek,sohbet derken ben mutfakta bulaşık yıkıyordum. Adımın geçtiğini duyunca kulağımı kabarttım. Evet benden konuşuyorlardı. Babam:
-“ Olmaz ! Vermem daha küçük” diyordu. Annem :
-“Hayır ne münasebet ! Bunun için geldiyseniz.Varın sağlıcakla gidin” diyordu. Misafir gelen kadın:
-Hiçte küçük durmuyor maşallah on sekizlik gibi …Benim oğlumda iyidir.Askerliğini yaptı. Babasıyla beraber iş kurdular…Rahat eder. Bir eli yağda öbürü balda olur. İsterseniz bir fikrini alın .Anlamıştım ama yinede anlamlandıramıyordum . Meğerse beni istemeye gelmişler. Annem yanıma geldi. Geldi ama rengi atmış,çehresi beyaz -sarımtrak bir hal almıştı…Dili damağı kurumuş gibi bir bardak suyu içti...Bana dönüp:
-Seni istemeye gelmişler. Sen ne dersin ? Evlenmekte neyin nesiydi?
-İstemem anne! Beni çok mu görüyorsunuz ? Ben daha küçüğüm…Bir dilim ekmeğiniz bana fazlamı geldi…”Dedim ama, gözlerimden yaşların akmasına, hıçkırıklarımın boğazımda düğümlenmesine bir türlü engel olamıyordum.Annem de dayanamadı halime…
-Sen merak etme.Bize yük falan değilsin.Hiç öyle şey olur mu kızım.Sadece fikrini almak istedim hepsi o.Sen istesen de ben seni vermem merak etme ! İçimi bir ferahlık almıştı, annemin söylemlerinden sonra…
Devam etme olasılığı bir ihtimal...