- 4298 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
Kaldırımlar' la Aralanan Şiir Kapısı
Değerli dost, Mehmet Emin Türkyılmaz’ a saygıyla...
“ Kaldırımlar 1
Sokaktayım, kimsesiz bir sokak ortasında;
Yürüyorum, arkama bakmadan yürüyorum.
Yolumun karanlığa saplanan noktasında,
Sanki beni bekleyen bir hayâl görüyorum.
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar.
İn cin uykuda, yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar.
İçimde damla damla bir korku birikiyor;
Sanıyorum, her sokak başını kesmiş devler...
Üstüme camlarını, hep simsiyah, dikiyor;
Gözüne mil çekilmiş bir âmâ gibi evler.
Kaldırımlar, çilekeş yalnızların annesi;
Kaldırımlar, içimde yaşamış bir insandır.
Kaldırımlar, duyulur, ses kesilince sesi;
Kaldırımlar, içimde kıvrılan bir lisandır.
Bana düşmez can vermek, yumuşak bir kucakta;
Ben bu kaldırımların emzirdiği çocuğum!
Aman, sabah olmasın, bu karanlık sokakta;
Bu karanlık sokakta bitmesin yolculuğum!
Ben gideyim, yol gitsin, ben gideyim, yol gitsin;
İki yanımdan aksın, bir sel gibi fenerler.
Tak, tak, ayak sesimi aç köpekler işitsin;
Yolumun zafer tâkı, gölgeden taş kemerler.
Ne sabahı göreyim, ne sabah görüneyim;
Gündüzler size kalsın, verin karanlıkları!
Islak bir yorgan gibi, sımsıkı bürüneyim;
Örtün, üstüme örtün, serin karanlıkları.
Uzanıverse gövdem, taşlara boydan boya;
Alsa buz gibi taşlar alnımdan bu ateşi.
Dalıp, sokaklar kadar esrarlı bir uykuya,
Ölse, kaldırımların kara sevdalı eşi..
Necip Fazıl Kısakürek “
Bir Şiir, Bir Şair Ve Bir Lise Öğrencisinin Örselenmemiş Duyguları;
Kaldırımlar...
Henüz göç ettiğimiz Ankara’ da, İlkokul üçüncü sınıfı okumaktaydım. Yıl, 1968…
Bütün derslerimi seviyordum ancak, Türkçe dersimin yeri ve önemi bambaşkaydı. Yaz tatillerinde diğer kitaplarımızla birlikte “Tatil Kitabı” mız da olurdu; son derece eğitici eğlendirici…
Ömer Seyfettin, Kemalettin Tuğcu, Sek Sek Çocuk Dergisi ve daha nicesiyle insani değerleri öğreniyorduk; inci gibi apak gözyaşlarımızla...
Ortaokul ve sonraki dönemlerde bu meraklı, duyarlı anlayış ve yaklaşım tarzı hep devam etti. Yaz tatilinde geçtiğimiz bir üst sınıfın ders kitabı alınır, yaz boyunca büyük bir merakla gözden geçirilirdi. Bunların içinde tabii ki okuma kitapları ilk sırayı alırdı. Yaşımıza göre masal, hikâye, roman gibi yeni kitapları alacak maddi durumumuz olmadığından, bu kitaplar can simidi gibi imdadımıza yetişir, okuma hevesimizi tatmin ederdi.
Okuyan, araştıran ve bunları yapıcı bir anlayışla birleştirerek kaynaştıran bir gençlik vardı o dönemlerde.
1974 senesi lise yıllarımın başlangıcıydı. Yaz döneminden aldığım ders kitapları içinde edebiyat kitabını büyük bir heves, heyecan ve ilgiyle okuyup bitirmiştim. Okul döneminde bu aşinalık elbette kazanç olarak geri dönüyordu bana. Her ne kadar okumayı seven bir gençlik olsa da dönemim; (hayatın her safhasında olduğu gibi) kısıtlı olanaklar o dönemde de yeni bir kitap veya buna benzer şeyler satın alma şansını tanımıyordu bize ne yazık ki. Bu yüzden edebiyat kitabım, bütün dünyam, hayallerim, geleceğim, özümdü. Öğrenciliği boyunca cep harçlığının ne olduğunu bilmeyen bir çocuğun kitap sevgisini anlamak ayrı bir derinlik isterdi. Bu duygularla geldik lise sona...
Ortaokulda arkadaşlarımın hatırat defterlerine yazdığım doğaçlama şiirleri bir kenara bırakırsak; gerçek anlamda şiirin ne/nasıl bir şey olduğunu, nasıl yazıldığını bilmezdim. Özümdeki lirik duygular ve bu duyguların dilimin ucuna kadar getirdiği söylemlerin ayırtında da değildim henüz. Ta ki, merhum Necip Fazıl Kısakürek’ in “KALDIRIMLAR” şiirini okuyana değin…
Bir edebiyat öğretmenimiz vardı; kızıl saçlı, yüzü sevimli çillerle dolu, Ş ya da R harflerini telaffuzda az sorunlu, mesleğine âşık ve benim çokça sevdiğim, değer verdiğim… Adı “ Kâmil AKARSU “ idi. Yanılmıyorsam, bizim mezuniyetimizin ardından Gazi Eğitim Enstitüsüne geçmişti, öğretim görevlisi olarak. (Bugünkü adı Ankara Gazi Eğitim Fakültesi ) Yaşıyorsa eğer (ki, dileğim budur.) Allah, sağlıklı uzun ömürler nasip etsin diyerek, ellerinden öpüyorum öğretmenimin.
Kâmil öğretmenimiz, ikinci dönemde ev ödevi vermişti bize. Herkes istediği bir şiirin teknik yapısını ( kafiye, redif, içerik, kurgu, ana fikir, vs.) irdeleyerek, defterine yazacaktı. Ödevini en iyi şekilde yapana on üzerinden not verilecekti sonuçta. O ana değin edebî anlamda bildiğim her şey, edebiyat kitabımın içeriğinde bulunanlardan ibaretti. Bu kısıtlı olanaklar içinde doğaldır ki, edebiyat kitabımın içinden alacaktım ödevime konu olacak şiiri.
O akşam büyük bir şevkle ödevimi hazırlamaya başladım. Önce kısa bir şaşkınlık, tereddüt anı yaşadım, hangi şiiri konu alacağıma dair. Sonra, gözlerimi kapadım ve edebiyat kitabımdan rast gele açtığım sayfalardan üç şiir seçtim. Bu üç şiirden birisi ödevim olacaktı. Çıkan ilk şiir Faruk Nafiz Çamlıbel’ in “Han Duvarları” idi. Farklı tekniği ve içeriğiyle oldukça etkileyiciydi. Diğeri, dörtlükler halinde bir koşma olan “Garip” şiiri idi. Ve sanırım Âşık Garip’ e aitti. Son şiir ise, adını ve şiirini ilk kez duyup okuduğum bir şaire ait olan “Kaldırımlar” idi. Sırasıyla okuduğum her üç şiirde etkili olmasına rağmen, içlerinde baskın çıkan, bütün ruhumla odaklanıp kaldığım, “Kaldırımlar” oldu. Kalan diğer iki şiiri ise, okulda (teneffüs arasında) ödevini yapamamış olan iki arkadaşıma (geniş açıklamalarıyla) hazırlayıp verdim. O arkadaşlar -hali hazırda- iki şiirden de ( edebiyat dersinde alınması zor olan) en yüksek notu alarak, mutlu bir paylaşımın hazzını yaşattılar. Buraya kadar iyi… Biz, yazımıza esas olan söz konusu şiire, “Kaldırımlar” a gelelim…
“Kaldırımlar” ı okurken, ifadesi zor duyguların eşiğinde yüreğim çarpmış, olabilecek buruk duyguların hemen hepsini derinliğince hissetmiştim özümün en ücra hücrelerinde.
Bu şiirde bir şey vardı beni derinden etkileyen! Gerçek hayatta bire bir yaşanan acının, yalnızlığın, yoksulluk ve yoksunluğun – duygudaşlık yoluyla - bire bir yaşamadan da yaşanabileceğinin… Bu duyguların çokça derin bir algı, güçlü bir hissediş olayından ibaret olduğunun ayırtına varmıştım.
Şiiri okurken, şiirde geçen o “ tak tak” seslerini ruhumun derinlerinde duyabiliyor; soluk sokak lambaları, ıssız, soğuk, ancak kimsesizi sahiplenen kaldırımları bütün ayrıntılarıyla tahayyül edebiliyordum. Bir şiir bu kadar dirice, insana ve yaşama dokunabilir miydi? Bu derece etkilenişim nedendi? Temiz ve akıcı diliyle şiiri kendime yakın hissedişimin gerekçesi onun halk diline, halk yaşamına yatkınlığı mıydı? Bu örtüşür görüntü, benim özümü betimleyen kültürün izlerini mi taşıyordu ki; bu derece etkilenmiştim? Bu karmaşık duygular içinde ödevimi hazırlayarak öğretmenime verdim. Verdim ama ben de benden farklılaşarak, ya da; ben’ i oluşturan mayanın özüne inerek, başka bir BEN olmuştum sanki. Adını koyamadığım bir duygu derinliği ile daha bir farklı baktım edebiyata ve şiire. İlk kez o gün “ŞİİR” in o apayrı dünyasına, şairin sözcüklerle ifadesi zor derinliğine kulaç açtım.
Evet… İlk kez şiirin farklı bir söylem, bambaşka bir ifade tarzı, sözcüklerin estetik dansı olduğuna dair anlak kapım aralanmıştı Kaldırımlar’ la.
Kaldırımlar; yoksul dünyamda asıl varsıllığı görmeme, insanın yüceldiği noktaya dokunmama neden olmuştu.
Kaldırımlar’ la gerçeği görmüştüm, sokağı, insanı ve insanı kuşatan yoksunlukları…
Kaldırımlar’ da korkuları görmüştüm; kendinden kaçışları ya da nereye /ne kadar kaçınılabileceğini, sanrıları…
Kaldırımlar’ da çileyi, sarıp sarmalayan çilekeş anayı ve ötekini…
Başka bir dilin, başka bir dünyanın, başka yaşamların; insanın öteki yanını görmüştüm.
Kaldırımlar’ da; bitmeyen yalnızlıkları, bitmeyen yolculukları, asla yerine varmayacak selâmları, dilekleri görmüştüm.
Kaldırımlar’ da, üstümüzü örten yorganların her zaman sımsıcak YÜN’ den, yastıkların yumuşacık kuş tüyünden olmadığını…
Kaldırımlar’ da ben, BEN’ i görmüştüm; adı konulmayan ÂDEM’ i…
Ve o gün bugündür,
Unutmadım/unutamadım “Kaldırımlar” ı ve ona hayat vereni!
Büyük ustaya saygı ve rahmet dileklerimle…
Refika Doğan-Antalya 2011.
YORUMLAR
Her ne kadar okumayı seven bir gençlik olsa da dönemim (hayatın her safhasında olduğu gibi) kısıtlı olanaklar, o dönemde de yeni bir kitap veya buna benzer şeyler satın alma şansını tanımıyordu bize ne yazık ki.
Sene 1974 okuma tutkusunun tavan yaptığı noktalar ki hayatı boyunca gazeteden başka bir şey okuduğunu görmediğini babamın dahi arkadaşlarından özenti bir kaç kitap edindiği dönemler, ve sene 2011 istediğimiz şairin istediğimiz kitabını ücretsiz olarak elektronik yollarla okuma şansına sahip olduğumuz, şair ve yazar dediğimiz o efsunlu sınıfa ulaşmanın teknolojik bir terimle "bir tık" kadar kolay olduğu bir dönemde rahatlığın adeta bir yerlerine battığı bir gençlik....Kitap okuma ortalamasının, kütüphane ortalamasının, insanların günlük konuşma dilde kullandıkları kelime sayılarının bırakın Avrupa ülkeleriyle irticacı (gerici) diye adledilen İran'la dahi kıyaslandığında utançtan yerin yedi kat dibine girmesi gereken bir gençlik...
Necip Fazıl'ı çok seviyorum, ancak iyi ki o dönemlerin sanatçısı, iyi ki bu dönemleri görmedi...
Kahrolurdu uğrunda zindan damlarıyla matbabası arasında mekik dokuduğu ÇİLE'sini emanet ettiği gençliğinin bugünkü ahvalini görünce...
Sultan us Şuara'yı bizlere bir kez daha hatırlattığı için
Çok kıymetli ablam Refika Doğan'a teşekkürlerimi sunuyorum...
RefikaDoğan
Ne yazık ki haklısınız! Teşekkürler değerli yorumlarınıza.Dostlukla...
Merhaba Refika Hanım, hayat bir giz...Hepimizin kişiliğinde yer eden acı tatlı anılar var...Bir insanın en çok kendini bulduğu şey, kendini tanımlayan eserlerdir...Duyumsadığımız doneler genlerimizdeki çiplerle örtüştüğünde, zihin mutlulukla onaylar...Biz aslında her yerde ve her şeyde kendimizi ararız...Ne olduğumuz...nasıl düşündüğümüz önemli değildir...asıl olan içimizdeki "ben" in kopyasını bulmaktır...Aranılan adeta kendi prototipimizdir...Ancak genellikle iç dünyamızın kolonlandığı birisidir yeğlenen...Egolarımızdır...kaprislerimizdir...Yahutta erdemlerimizdir... sevgimiz...mutluluğumuz...ilkelerimizdir...inandıklarımızdır...Üstat N.Fazıl dünyanın çilelerini...insanların yıkılmışlıklarını yüreğinde yıllarca harmanlayarak yanıp pişen ve yok olan bir dehadır...Ben'den ziyade "biz"...hatta "siz", "onlar" duygusuyla yanıp tutuşan bir insan-ı kamildir...Benliğini eriterek ruh aleminde çile yolculukları yapan...nefis muhasebesi ile vera,takva,züht süzgecinden geçerek; "fena"da eriyen bir şahsiyettir...Eserleri, yanan bedeninden fışkıran nadide güllerdir...Bu eserlerin zahiri manalarını çözebilmiş değiliz...batını anlamda ise, sırlar aleminde bir hayli yolculuk yapmak gerek...Böylesi insanların çocuklar ve genöler tarafından zamanında rol model seçilmesi çok önemlidir...Çünki kişilik genellikle on on iki yaşına kadar tamamlanmaktadır...Sonrasında eğilmek...değişmek hayli zordur...Ağaç yaş iken eğilir misali...
Denemeleriniz de şiirleriniz kadar güzel...istisna...zaman sıkıntısından okuyamamaktayız...paylaştığım için mesudum...tebriklerimi ve saygılarımı gönderiyorum...Entellektüel-41
RefikaDoğan
Son derece etkileyici, özümle katıldığım değerli yorumlarınız karşısında bitimsiz teşekkürlerimi, saygı ve dostça selâmlarımı gönderiyorum, özümden özünüze.