- 857 Okunma
- 12 Yorum
- 0 Beğeni
Yarından Sonra Cumartesi
Baştan aşağıya kadar siyaha boyanmış yüzünü şapkasıyla gizleyerek, tahammülden yoksun bir geceye ayak uyduruyordu adam. Dalgakıranlarda yere düşürdüğü sözcüklere emirler yağdırırmış gibi yapınca az da olsa kendini güçlü hissedebilmişti. Siyahın ele geçirdiği denizin bile sesi soluğu çıkmıyordu. O da cümlelerini içine akıtıyordu dalga dalga. İsyansızlar ordusunda milyonlarca insanla aynı duyguyu paylaşıyordu adam: Mutsuzluk! Eskimiş bağcıklarının sallanmasından zerre kadar huzursuzluk duymayarak ilerledi. Merdivenlerin ucunda oturdu sonra. Suyun hafifçe betonu öpüşünü ve utana sıkıla açığa vurduğu çapkınlığı dinlettirdi kalbine. Sonra... Sevgili... Sigaranın karaladığı bir parmak aşınması olmaktan çıkıyordu dumana düşen cümleleri.
"Geceden yazıyorum sabahı görmeden. Seslenecekmiş gibi uzayıp giden saatler arifesinde. Sanki rüyaların tarifini ezberlemişçesine. Nasılsa biliyorum kocaman bakacaksın önce, kıpırdamadan dudakların serbest kalacak ama susacaksın nefesini saklayarak. Oysa ne çok isterdim azad etmeni... İyi geceler demeden önce sırayı karıştırmak geldi içimden bu gece. Günaydın... Şimdiden doğsun mutlu güneş üzerine." Sonra... Sevgili veya kocaman bir sevgisizlik...
-İyi misiniz bayım?
Adam irkilmemişti bile apansız kulağına yetişen imdat sesimle. Gözlerini devirdi cömertçe ve ağlamamak için kendini sıkıyor gibi yaparak yaklaştı nefesime. Tütün vardı ama öyle miğde bulandırıcı biçimde değil. Sanki ilk defa dudaklarına sürmüş gibi acemi ve silik, hafif tarçın kokuyordu.
- Bugün günlerden ne?
- Cuma
Uzaklara bitişiyordu gözleri. Korkumuz karşında kendimizi müdafaa etmek adına şiddetle savunduğumuz şey gerçekten korktuğumuz şeyse... Düşmanı yanlış yerde aramakta değil bu. Sadece içimizdeki düşmanla basit bir işbirliği.
- O halde bir gün kalmış iyi olmama.
Dayanamadı, eğdi başını ve benden izin istemeden başını göğsüme yasladı. O kadar sıcaktı ki saçları... Kötülük düşünmeden tuttum yanaklarından. Kirli sakallarını tırnaklarımla taradım. Sakinleşti. Çocuktan farksızdı, "Ne kadar iyisin" demesine imkan tanımadan yaklaştırdım gözlerimi.
- Kahve içelim mi?
"Şimdi kuşatma altında bir geceyi selamlamaya mecbur kalmış vaziyette öylesine susuz cümleler kuruyorum. Bir bakıma meydan okuma gibi hayata, cahil cesaretiyle tutunarak ve uc uca eklesem nefeslerimi yetişemeyecek kadar uzakta kalıyor ılıman iklimlere teslim olmuş ruhun...Öyle mi? Gizledim bakışlarımı, saklı kalsın. Sen çık dediğin zaman yanacakmış mum gibi..."
Yarın
Sevimsiz oğlunu misafirliğe göndermişti gökyüzü
tilki bekleyişine koyulup saklandı çalılarda,
dik omuzlarda yükselen gurur tebessümü
demir gürültüsüne karışmıştı.
Güneş bitmiyordu bu tarlalarda
yaz kusmaz patron süngüsü,
yine de fiyonk bağlar hayallerine liman işçisi
avutur harikalar diyarında suya doyurup yüzünü.
İyi pişirilmiş hor görmeler cevapsız arama gibidir
oysa özler tren garlarında vedalaşmayı,
martı sürüsünün kazaklarını söker sonra
üşüsünler!
Telefon kulübelerinde dinen hasretleri
ve dil kesen mektupları
öper terli dudakları, ruhu duymaz çarşı pazarların.
Dul bırakmıştır hafta sonlarını
korkak, kördüğüm ve cahil...
Bugün "Çık" günü mü yoksa bitiyor mu sürgünüm?
Derinlerde bir şarkıdır kahve, mırıldanır
cezveye gizlenmiş matemleri,
çıplak gezginin mayhoş bakışları.
Ve kahveler taşmış fincana kavuşmadan,
yeşil önlüğünde asılıdır hayat.
Dayanamam, güzel gözleri için çılgınca çeviririm kum saatini
ama olmaz, nafile. Ben kayıp bir sevda muavini
geçemem direksiyona
beklerse bir tek takım elbiselerim bekler beni askıda
sevemem kimseyi hayatını alt üst etmeden
mecbursun çalışmaya...
Ben de her hafta sonu gelmeye müşteri kılığında.
"Hoş geldiniz" başlarken bitmeye mahkum cümle
her cumartesi köpüklü bir kahve.
Tuhaf bir titreme vardı içimde. Soluğum kesildi, inanamadım kendime. Adımlarımın bir tanesi boşluğa akıyordu sanki. Yere basarken gözlerimi aşağıya sürdüğüm çok nadirdi. "Neler oluyor böyle! Saçmalama kızım. Akıllı ol" diye telkinlerde bulunmama rağmen ayıramıyordum gözlerimi üzerinden. Bana göre çok gençti, en az on yaş küçüktü ama konuşmaları, bakışları, çapkın tavırları... İşte yine aynı şey oluyordu, bir an bile içimden onu geçirsem kapılıp gidiyordum. Köşedeki masaya yerleşmişti ama bu kez yanında genç bir bayanla. Çok samimi görünmüyorlardı, şükrettim. Soğuk ve sırasız cümleler kurarak gözleri olmadan konuştuklarına emindim. Elimde cezve, bir yandan göz ucuyla kestane rengi saçlarını seyrediyordum. "Ne olur yapma!" Ben mi götürsem diye tereddüt etsem bile kalbimin o paha biçilmez on saniye için yerinden çıkacak gibi olduğuna emindim. Tekrar baktım uzaktan. Yanağını hafif sola yatırıp, o dayanamadığım gülüşünü sergiliyordu ufacık bir çukur açarak. "Olamaz. Gülüyorlar" Gerçekten bir veledi kıskandığıma inanmakta güçlük çekiyordum. Durmadım, içime soğuk havayı şırıngalayıp var gücümle suratsız olmaya gayret gösterdim. Ve seke seke yürüyecekken bile olabildiğince aldırışsız kalmak için bakışlarımı uzaklara doğru çevirdim.
-Buyrun efendim. Kahveleriniz. Afiyet olsun.
Ben kısa kesmeye çalışsam da o gözlerinin içiyle yakınlaşıyordu hayatıma.
-Merhaba Gülay. Nasılsın? Arkadaşımla hava almaya gelmiştik.
-İyiyim. Sen nasılsın? Ne iyi etmişsiniz.
-Otursana.
Kaşlarımı yukarı kaldırıp olabildiğim kadar doğal ve ilgisiz görünmek için içine hapsolduğum kadınla uzlaştım.
-Maalesef. Çok işim var. Kendine iyi bak.
-Sende. Keşke yardımım dokunsa. Kolay gelsin.
Arkamı dönüp hızlı adımlarla içeri giderken kulağımda son sözü yankılanmıştı:"Keşke yardımım dokunsa". Hesap ödeme esnasında orda olmamak ve tekrar gözlerinin içine bakmak zorunda kalmamak için gönüllü olarak bulaşıkhaneye gittim. "Ne kadar saçma bir cümle! Keşke yardımım dokunsa..." Hiç hoşlanmadığım bir bitiriş cümlesiydi ancak onun erkeksilikten uzak, ince sesiyle çalındığında nasıl da ruhumu okşamayı başarmıştı öyle. Farklı bir dünyaya açılıyordu kapıları, onunla başlayan sadakati alınmış cümlenin. "Hoş çocuk" diye bir ses beynime tırmanacak kadar bağırdı. "İşte yine başlıyoruz." Onu düşünmekten alıkoyulmadığım her saniye daha fazla ihanet ediyormuş gibiydim kendime. O yüzden susturdum, gözlerimin önünde biten kumral hayali, iri alt dudakları ve Bruce Wills gülümsemesini. "Lütfen, yalvarıyorum sana. Akıllı ol kızım"
Sonra
"Bugün laleler açsın kaçamak, habersiz bakışlarından güç alarak. Ama sarı değil,mor... Kopkoyu. Beyazın üstüne dokunup yaksın dudaklarını evvela. Sonra doğru bir söz gibi boyasın. Yanaklarında halka halka mutluluk izdüşümleri... Ve tüm gölgeler kıskansın minicik adımlarını. Hayata uzanırken... Sedasız bir yolculukta uyanır gibi."
Ama olmuyor, belki denedim yüzlerce defa. Yüzünü gözlerime yerleştirmeyi, bir çıkar yolu bulup geç gelen saadetimi içime sindirmeyi. Ama yok, bu sen değilsin kocaman yürekli adam. Her şeyi o kadar uygundu ki bana... Onun gibi genç, tecrübesiz ve hevesli değil. Olgun, düşünceli, nazik ve sadece güzel cümleler kuran. "Neden daha evvel çıkmadın ki karşıma?" Yıllar evvel olsaydı beğenirdim belki. Rahmetli kocamı çok mu sevmiştim sanki? Göz açıp kapayıncaya kadar inanmak kafiydi, kadınlığın "Eh işte" diyerek geçiştirdiklerine adamıştım yıllarımı. Ölmeseydi keşke ama yaşıyor ve aldatıyorken beni, çok mu iyiydi? Ama bir kez daha yok, yapamıyorum. Ne kadar doğru bir adam olursa olsun, kelimeleri baştan çıkarsa bile aradığım şey bir evin içine kapanıp birbirimizden soğuyana dek aşk şarkıları söylemek değil. Artık genç olmadığımız kesin. Bir süre sonra sadece evde tanıdık bir ses bulunsun diye katlanamam ona. Adam... Her kim olursa...Uzak dur!
"Şimdi küçücük bahçemi kaplayan kır çiçeklerini dinliyor yüreğim. Ufacık bir esintiyle yüreklenip yüzlerce kelime fısıldıyorlar kulaklarıma. Gece gizemli, her zaman olduğu gibi acımasız ve hoyrat elleri. Uzanmıyor sana, müsaade etmem. Sadece kokunu sakla. Biriktir yalansız kalana dek dudakların sonra dokun susar gibi yapıp çığlık çığlığa."
Nedir bu ısrar? Her sabah kapımda bir demet çiçekle uyanmak şımartmıyor yemin ederim ki. Baştan bile çıkmıyorum, o kadar kalın kaslarla çevrilmiş yüreğim. Nefesimi yolculuğa çıkartacak şey ne bir nesne, dünyanın en güzel ve şirini olsa bile, ne de birbirinden ifadeli söz ve bakışlar... Başka bir şey aradığım. Güneşli bir pazar günü alışveriş yapmak için tedbirsizce evden çıkmak ve aniden fırtınayla karışık yağmura tutulmak. Sonra iliklerine kadar ıslanmışken ilk içine akıttığın cümle gibi "Boş ver" diye soluklanmak. Ruhumu geriye götürmek değil bu, sadece hayalini kurduğum ve hiç sahip olamadığım kadar kendimle olmak. Bana beni kendime yaklaştıracak biri... Sadece ona açabilirim kalbimi.
Cumartesi
Parmaklarımın arasına giren parmaklarını birleştirdim gözlerimle. Tutkuyla bakıp, çekebildiği kadar kendine çekiyordu vücudumu. Sıcaktı, omuzlarına tutunan ellerim hiç ayrılmak istemiyordu gömleğinden. Parfümünün dudak uçlarıma kadar sirayet ettiğini hissettim, gençliğine rağmen karşı konulması ne kadar zor bir adamdı... Müzik ilk defa bu denli aşinalıktan uzak savuruyordu bedenlerimizi. Ayıp olmasın diye iştirak ettiğim bir düğünün ortasında tutup ellerimden dansa kaldıracağını nerden bilebilirdim ki? Ama hissediyordu kaçışlarımdan, tutarsız bakışlarımdan ve her temasında içimin cız edişi sonrası tuhaf uyarılışımdan. Zaaflarımı toy delikanlı diye hafife almama müsaade etmeyecek kadar büyük bir hünerle kullanıyordu her defasında kendi lehine doğru. Bir elini kalçamın çok az yukarısına sapladığı an "Bittim" dedim içimden. Bir yanım feryat figan, alışmamam için yalvarırken; diğer yanım ise sonuna kadar bu sıcaklığı taşımak istiyordu bedenimde. "Ah çocuk. Nerden çıktın karşıma? Sırası mıydı?" Tekrar yakalandım, kaçıramadım gözlerimi. Kafeslemişti beni, sesini kestiğimiz müziğin yerini alırken dudaklarımız.
"Yaz geldi. Bakışlarında kumsal sessizliği. Tenhalarda sıkışmış yüreğin, ruhun ılık rüzgarlara teslim. Deniz, yosun kokuyor bedenin buram buram. Dalgalara karışmış adeta. Saçlarında hala parmak izlerim, okunuyor gülümsemelerim gibi öncelikli değil. Yanaksız tüm öpüşmelerimiz... Ölümcül bir ızdırapla. Alışıyorum seninle başlayan yalnızlıklara. Sarılsın dudakların dudaklarıma. Durma, henüz nokta koymadık daha."
Kocamdan sonra ilk defa... Öyle çok zaman oldu ki. Yenik düşüyorum bilerek ve son zerresine dek isteyerek onu. Her "Olmaz, olmamalı" deyişimin sanki var farklı bir nedeni. Bir erkeğin dokunuşunu ezberimde saklamaya üşeneli yıllar olmuş, şimdi fark ediyorum bunu. Özlem miydi bu? Belki kocam bile bu kadar heyecan vermemişti bana. Birazdan müzik bitecek ama ya biz? İnkar etmekten yenik düşerken kalbimi verir miyim artık ona? Anlar mı beni? Yoksa sadece minik bir oyun, elde etme yarışı veya sevişince sonlanan bir roman mı olurum kollarında? Dayanamadığımı belli etmemek için kaçırdım gözlerimi, daha sıkı tuttu ellerimden karşılık olarak. Sanki eski halimden çok daha güzelim, aynada kendimi karşılamayı bile ihmal ederken üstelik. "Sen... Nerden çıktın deli çocuk?"
"Silik dokunuşlar bırakıyor buğulu cama ellerim. Bir var bir de yok. Göz alabildiğine lacivert ıslatıyor mumsuz lambalarını. Yanaklarında pembe halkalar, tuttuğun nefesin kadar gerçek ve başbaşa... Çırılçıplak noktasız sevişlerin... Mazeretsiz yorgun bu kez senin ellerin. Geceyi sıcacık tutabilecek kadar... Gece gözlerinde. Benim olmasa bile."
Sonra müzik bitti, hiç bitmeyecekmiş gibi güçlükle ayrıldı ellerimiz. Ve kalbimin daha hızlı arttığını hissettiğim için oturamadım daha fazla. Tebrik edip, birkaç dosta iyi akşamlar diledim ve kaçtım tekrar onun yüzünü görmeden. Görseydim gelmesi için yalvarırdım belki. Utanırdım sonra zayıf halimden. O dokundukça kaçacak yer bulmak yerine, gönüllü bir şekilde teslim olacağımdan emindim. O yüzden kaçtım yüzlerce adımı tek solukta alarak. Nereye? Bu gece anlatsam da dinlemez beni kendimden başka biri. Bu gece her şey o kadar fazla ki üzerimde. Soyunacağım bir sahilde. Nereye? Hiç konuşmayacağım bir yere sürdü ayaklarım. Dalgakıranlar...
Sadece on dakika sonra
- İyi misiniz bayım?
- Bugün günlerden ne?
- Cuma
- O halde bir gün kalmış iyi olmama.
- Kahve içelim mi?
- Bir şartla. Konuşmayacağım ama.
Gülümsedim, dudaklarım en cömert halini alarak yaklaşıyordu ona.
- Olur ama bir şartla. Affedeceksiniz beni.
Bu defa o da gülümsedi, en az benim kadar üstelik. İlk defa yüzünün mutluluk kokusunu çekiyordum nefesime. Kim bu adam böyle? Gece kadar kararlı ve esrarlı ama aynı zamanda kırmızı ışıkta kalan bakışlarım kadar sabit ve tutarsız.
- Olur ama bir şartla. Ben ısmarlayacağım kahveleri.
- Pekala. O halde söylüyorum doğrusunu. Bugün cumartesi
Kol saatimi gösterdim ama o bakmadı. Sadece tuttu kolumdan, sıkıca sarıldı.
"Gelmeseydin... Soğurdu kahveler dibine batırılmış hayalleriyle. Düşüncelerinden yoksun okurduk geleceği. Şekiller bulanık, dibe vurmuş, okunaksız. Kimse gelmezdi gelmeseydin. İçerisinde ... harfi bulunan biri çıkacak karşına üç vakte kadar. Boyu biraz uzun senden, kıvırcık saçlı. Sırt sırta verip konuşuyorsunuz. Gelmeseydin... Ne balık ne de kuş kalırdı mısralarda. Yüreğin kabarmazdı belki ama bende gelmezdim gelmeseydin... İyisi mi gelmişken hiç mi hiç gitmeyelim."
YORUMLAR
Umut Kaygısız
Yazı ne kadar zor olsa da yazan usta olunca kelimeler şiirselleşip sayfada dans ediyor adeta.
Tebrikler Umut Bey.
saygımla.
Umut Kaygısız
Tek kelimeyle muhteşemdi. Önce güzel yazınızı okuyorum sonra da bütün yorumları. Yazılarınız hakkında diğer arkadaşların da benim gibi düşündüğünü görüyorum. Çok güzel yazıyorsunuz. Emeğinizi kutlarım. Selamlarımla.
Umut Kaygısız
Teşekkürler.
Duyguların dile geldiği bir öykü, gerçek mi kurgu mu dıye düşündüm ve kurgu olamayacağına karar verdim.
Okurken ben de sanki öykünün içine girdim .Sevdiğim , hissettiğim öykülerin hep içinde sanırım kendimi.
Kutluyorum sizi, daha uzun bile olabilirdi, çabuk bitti.
Sevgi ile kalın...
Umut Kaygısız
Siz gerçekten değer yargıları olan ve okuduklarını yorumlamayı seven, seçkin birisiniz. Çok mutluyum sizi tanıdığım için. Ayrıca bu öykümde de yalnız bırakmadınız beni ya...çok hem de çok teşekkür ederim.
canandemirel
Film şeridi bir anda hızla ilerliyor ve ağır çekim yeniden başlıyor...
Cumartesi'nin gelişine edebi bir panorama penceresinden ilkel bir bakış...(İlkel: Kadınla erkeğin arasında ki bağ)
Ve şiirin satır aralarında kendini kaybetmişçesine dansı..
Daha ne olsun...
Yabancı bir eserin çevirisini okur gibi yeni ve güzeldi eser..
Hürmetle..
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
derin yazgıyı kilitleyip
benlikleri susturup
geçmişin işi ne, onu yollayıp
hayalkırıklıklarımzı da alçıladık mı
yolculuk hazırdır.
yalnızlaştıkça
denizlere sığmayan bir hal alır ya insan
bulamadığı cevapların gizemine saklanır yaşam
sonra korkular
sonra yine korkular
sonra yine
yalnızlıklar..
O yüzden
''İyisi mi gelmişken hiç mi hiç gitmeyelim."
Her okuyan kendi öyküsünü yazabilir bu esere..
Tebrik ederim Umut
Sevgi ve selamlarımla
Umut Kaygısız
İyi ki gelmişsin.
Varıp bir daha gitme emi.
Hoş geldin sefalar getirdin.Adamım...
Buğulu bir aşk masalı.
Hani şu içten içe kora salarya yürek.
Hani şu ölmek için umut ederya düşlerde
Hani...
Vardır işte öyle anlar.
Dur durak bilmeyen apansız düşüşler.
Ve dahi kapanmasına izin verilmeyen yaralar...
Ah Minel Aşk..
Güzeldi.Şahsen hissettim.Hatta cümleler gezindi parmak uçlarımda...
Tebrikler/başarılar
Dip not:Bir his var benden öte.Kırmızı kurdela nasıl da yaraşırdı bu öyküye...
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Şu noktada anlaşalım ki hiç kolay bir yazı değildi... Ruhun ve beyinin tüm algılarını açarak okunması gereken bir yazıydı. Ne var ki verdiği keyif; herşeye değerdi.
Teşekkür ediyorum. Saygılar, selamlar.