- 1338 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Sosyete Uyuzu(2)
Hacımın iki kızı, bir de oğlu Yusuf vardı. Küçükken zekâ yönünde problemi olmayan Yusuf’u, Nayime Yenge her fırsatta kafasına vura vura zekâ problemi olur hale getirmişti. Algılaması çok zayıflamıştı. Tedavi için İstanbul’a gidip muayene olması gerekiyordu Bakırköy’de.
Süleyman’ın ablası Nevin Abla da diğer amcaoğlu Hüseyin’le evlenmiş, İstanbul’a gitmişti. Kalacak yer vardı. Hacım da yalnız gitmek istemiyordu. Süleyman da o yaz İstanbul’a gitmişti. Bana gitme teklif edince çok sevinmiştim.
O aralar senaryo yazıyordum. Film şirketlerine satmak için tam zamanıydı. Kabul ettim teklifini ve senaryolarımı alıp trene bindik. Lise ikinci sınıftaydım. Okullar tatildi. Komşuları dolaşıp, “ İstanbul’a gidiyorum bana harçlık verin.” demiştim. Bayağı da param olmuştu.
Trene binmiştik. Ama ben rahat duramazdım. Hacıya takılmalarım bitince yeni muziplikler aramalıydım. O zamanlar otobüs koltukları gibi olan vagonlar vardı. Kondüktör geldiğinde yönleri bir tarafa bakıyordu. Bilet kontrolü yapıp diğer vagona geçtiğinde bir hızla koltukların yönlerini değiştiriyor, hiçbir şey olmamış gibi oturuyordum. Kondüktör dönüşünde, vagonun bu halini görünce kafasını kaşıyıp geri dönüyor, üç beş adım sonra tekrar geliyordu. Yönünü kaybetmiş bir insanın şaşkınlığını görmek çok güzeldi.
Yol uzundu. Yaklaşık otuz otuz beş saat sürüyordu Erzurum İstanbul arası. Başka türlü çekilmezdi. Dilsiz taklidi yaparak kompartımanlardan para toplamıştım. Kompartımanların kapılarının önündeki ayakkabıların yerlerini değiştirmiştim. Aslında olmayan bir çocuğu kaybetmiş gibi trendeki bütün kompartımanlara girerek özelliklerini saydığım gibi bir çocuk görüp görmediklerini sormuştum… Benimle birlikte aramaya gelenler bile vardı. Çok komikti aslında var olmayan birini aramak.
Nihayet benim için çok neşeli bir yolculuktan sonra İstanbul’a gelmiştik.
Hüseyin bizi karşılamaya gelmişti. İstanbul’da yetişmiş, uyanık, neyin ne olduğunu biz saf Anadolu çocuklarından çok daha iyi bilen biriydi. Mesleği tornacılıktı. İşçi olarak çalıştığı yerde, çok çalıştıkları ve işlerini iyi yaptıkları için, dükkân sahibi bir teklifte bulunmuştu ortak olalım diye kardeşi Hasan’la ona. Onlarda kabul etmiş ortak olmuşlar, hem kâra hem mala ortak olduktan bir yıl sonra, mal sahibinin hissesini de almış patron olmuşlar. Dükkânı da genişletip üç kat haline getirmişler. İşleri çok iyi gidiyormuş. Eve gelinceye kadar bunları anlatmıştı.
Bahçeli, müstakil bir evde oturuyorlardı. Süleyman da geleceğimizi mektupla yazıp haber verdiğimiz için bizi bekliyordu.
Süleyman’ın ablası ve Hüseyin’in eşi Nevin Abla çay yapmıştı. Biz gittiğimizde hazırdı çaylar. Doya doya içtik. Uzun bir salonu vardı evin. Orada her birimiz bir kenara oturup yol yorgunluğumuzu çayla gidermeye çalıştık.
Hüseyin, sık sık elini sokup büyük bir zevkle göbeğini kaşıyordu. Alışkanlık deyip geçmiştim. Sonra bahçeye çıkmıştık. Ben Neşe Karaböcek’e hayranımdır. Bülbül sesli tek şarkıcıdır benim için. Yeni bir şarkısı çıkmış adı Aşk ve Gurur. Yıllar sonra mp3 halini arayıp buldum. Bu gün bile sık sık dinler o günlere giderim. Çok güzel bir şarkı tabi. Süleyman biz dışarıda sohbet ederken içeri girip devamlı aynı plağı çalıyormuş. Sohbet arasında benim fark etmemi bekliyormuş. Nevin Abla ile bahse girmişler. Bahsin ne olduğunu sonra öğrendim tabi. Tek muzip ben değilmişim.
Şarkıyı üçüncü çalışında fark edince, bir taraf bahsi kaybetmiş. Süleyman “Ceplerindekilerini bahçedeki masanın üzerine koy” dedi. Anlamadım ama koydum. Yerime oturdum. Bir ara Nevin Abla’nın elinde bir kovayla geldiğini gördüm ama Hacıma takılmakla meşgul olduğum için anlayamadığım maksadını su kafamdan aşağı dökülünce anladım. Şarkıyı eğer ikinciden sonra fark edersem, bir kova su kafamdan aşağı inecekmiş. Kurban benmişim. Su kafamdan aşağı indi. Neyse ki hava sıcaktı. Sucuk gibi derler ya aynen öyle olmuştum. Suyum süzülünceye kadar zaten kurumaya başlamıştım.