- 577 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Uzun Saçlı Adam -3-
Boğazın ışıkla suyun muhteşem vuslatından ibaret şiire teşne güzelliği İstanbul İstanbul doluyor İstanbulca geçen bir günün İstanbul’umsu huzurundan sarhoş Uzun saçlı adamın İstanbul’a müptela gözlerinden içeri, Ortaköy sahilinin çok İstanbul bir eylül akşamında. Usul usul yudumluyor çok sonbahar eylülün serinliği ile vücudu arasına giren orta şekerli kahvesini.
Gözlerini boğazdan güç bela ayırıp etrafı seyre daldırtıyor. Boğazdan koparılıp dalışa çıkarılan gözler ilk olarak bir çocuğa takılıyor. “Anneeee ben ineöğeekk istİİOOm diye İ ve O su çok vurgulu ama ağlama oranının yüksekliğinden ötürü , uğrunda feryat figan dövündüğü şey pek belli olmayan çok arabesk bir haykırış içinde, annesinin çok çaresiz tonlamalı “ne istiyorsun oğlum ya?” sorusuna defalarca o İO’su bol yanıtı veren İO’su çok vurgulu arabesk çocuk. Defalarca tekrarlanıyor bu beyhude soru-cevap merasimi. Sonra “Zeki Sus! Kafayı yedin heralde” diye ismi deşifre ediliyor İO’su çok vurgulu arabesk çocuğun bu anlaşılmaz feryattan çok sıkılmış, “r” lerine ve dişlerine kuvvet annesi tarafından. Zeki ineöğeekk istiyor. Annesi ineöğeekkin Zeki için anlamını ve önemini kavrayamıyor. Taraflar arası anlaşmazlık mütemadiyen sürüyor.
Daha sonra sahilde oturan beyaz elbiseli kızı görüyor uzun saçlı adam. Yüzündeki huzur yoksunu ifadeye takılıyor gözleri. Çok soyut bir esaret yaşıyor sanki ürkek yüreği. Yüz tane göz tarafından gece gündüz izlenir gibi. Sonra çok uzaklardan sanki kızı kurtarmak için gelmiş ılık bir rüzgar esiyor. Kızın yüreğindeki esaret de yüzündeki sıkıntı da birdenbire gidiveriyor.Çok Süpermen rüzgarın esrarını kızdan başka hatta o da dahil, kimse bilmiyor.
Uzun saçlı adam efsunlu rüzgarın sırrını düşünürken birden bire çıldırmışçasına koşan bir öküz ve peşinde onu yakalamak için çok nafile debelenen genç bir çoban fırlıyorlar ortaya. Çok büyük bir acı çekiyor sanki sivrisineklerin kafasını tavaf ettiği çok çıldırmış öküz. Öyle deli debeleniyor ki, bıraksalar boğazı koşarak geçecek diye düşünüyor, öküzün akşamın bu saatinde oraya nereden geldiğini bir türlü anlayamayan Ortaköy insanları. Öküz canhıraş bir şekilde debelenirken dişi bir kurt köpeği sahibinin elinden kaçarak öküzün yanına doğru büyük bir hızla koşmaya başlıyor. Herkes öküzün köpekten korkup işlerin daha da karışacağını düşünse de köpek öküzün yanına gelince birden bire sakinleşiyor ismi hakaret sıfatı olarak kullanılan öküz. İki hayvan bir süre koklaşıyorlar. Anlaşıyorlar. Hayvanlar koklaşa koklaşa deyimini görselleştiriyorlar.
Çok işteş koklaşma eylemi bitince, köpek öküze üç kez havlıyor ve geldiği istikametin tam tersine doğru koşmaya başlıyor. Bunun bir çağrı olduğunu hemen kavrayan öküz ona tren muamelesi yapmadan köpeğin peşine, sahipleri de evlenmelerine karşı çıkılan iki sevgili gibi beraber kaçmaya başlayan bu iki hayvanın peşine, İO’su çok vurgulu arabesk Küçük Zekinin, ineöğeekk kavramı yoksunu annesinin, Süpermen rüzgar tarafından esaretine son verilen beyaz elbiseli kızın ve tüm bu mitolojik hengamenin içinde kahvesi giderek soğuyan uzun saçlı adamın bakışları da ikisi kaçış ikisi yakalayış amacıyla deparlayan bu dörtlünün peşine takılıyor.
Dörtlü, gözden kaybolunca, bugün bir hayli değişik durumlarla muhatap olan gözlerini bu kez boğaz köprüsüne çeviriyor uzun saçlı adam. Doğduğu yıl yabancı bir firma tarafından yapımına başlanan, Cumhuriyet’in 50.yılında aynı firma tarafından bitirilip, açılışı yapıldıktan sonra İstanbul’un simgesi haline gelen, Asya-Avrupa vuslatının aracı köprüye. Açılış törenini babasının elinden tutarak izleyişini hayal meyal hatırlıyor. Töreni değil de daha çok zihnindeki suni hatırayı yaratan fotoğrafları hatırlıyor aslında. Babası geliyor gözlerinin önüne bu fotoğraf hatıra karmaşasında… Gözleri doluyor aniden, hem yaşlarla hem babasıyla.
Aklına gelenleri kovmak için tekrar köprüye dönüyor uzun saçlı ve küpeli adam hem gözsel hem zihinsel olarak. Aslında bu çok mana sahibi köprünün beton-tel vuslatı şeklinden hiç ama hiç hoşlanmadığını haykırıyor şekilden ve görsel hoşlanmadan sorumlu amir gözleri. Hiç İstanbul değil bu! diye reddediyor, şeklin ruhundaki İstanbul şeyler arasına giriş talebini. Bir şeyin İstanbul sıfatına nail olabilmesi için yemesi gereken “fırınekmek” sayısını düşünmek uzun saçlı adamın matematiğini bir hayli hırpalarken, İstanbul sıfatının içerdiği özelliklerin hayali bile ruhunda çok sanatsal bir hoşluk yaratıyor. Matematikle sanat bünyesine müştereken iştirak ediyor.
Bu müşterek iştirakın vücud bulmuş hali Mimar Sinan geliyor gözlerinin önüne, köprü mimarien can çekişirken bünyesinde. Yüzü asılıyor sanki Sinan’ın, dört bir yanını İstanbulca donattığı İstanbul’un köprüsünü görünce. Sinan görse ne derdi sorusunun cevabını ise 18 yaşındayken izlediği Ferhan Şensoy’un “İstanbul’u Satıyorum” oyununda 20.yy İstanbul’unu gören Mimar Sinan’ı canlandıran Münir Özkul’un ağzından çıkan replikler veriyor, bu sözlerin ok gibi saplandığı hatıralarında.
-Eyvah! Canım boğazın üstüne köprü diye ede ede bunu mu eda ettiniz?
-İstanbul’un iki yakasına dişlerini geçirmiş bir beton canavar!
-Tövbe Estağfurullah! Beton yığınının arasına tel germişler!
-Ben yapsaydım sanat eseri olurdu! Bu inşaat olmuş!
-Demem o ki hiç uymamış o köprünün ayakları güzelim Ortaköy Camii’ne
-Bizim mimarimize uyan bizim üslubumuzla İstanbul’a uyan bir köprü yapılabilirdi!
diye feryat ediyor Koca Sinan… Kimi sırdan uzak olmayan bu feryadı anlıyor. Kiminin ise gözüne o ışık kulağına o güç gelmiyor… Hama tesir etmeyince ettiği kelam, susmak gerek diyor pişkin vesselam.
Köprüden sonra gökyüzüne bakıyor uzun saçlı adam. Yeni doğmuş ay pırıl pırıl parlıyor karanlığa inat. Onu görüyor gülümsüyor. Gök yüzü oluyor, yüzü gök oluyor. Gökyüzüyle yüzgöz oluyor. Gökyüzünde yüzgöz oluyor. Gök yüzünde yüz göz oluyor. Hilalin güzelliğinde eriyor o sıfırlar. Yüz de göz de gök de bir oluyor.
Bir kahve daha söyleyip çektiği fotoğraflar dizüstü bilgisayarını masanın üstüne koyuyor. İsmi dizüstü olan bilgisayar masanın üstünü de yadırgamıyor. Oturduğu Mekanda kablosuz internet bağlantısının mevcut olduğunu söylüyor hem diz hem masanın üstüne konulabilen bilgisayar. Uzun saçlı adam mekanın internetliliğine de internetin kablosuzluğuna da bir hayli seviniyor. Orta şekerli kahvesini getiren garsona internet şifresini soruyor. Elindeki bir kağıda yazıyor garson şifreyi. Çok şifre 5711207m uzun saçlı adam tarafından giriliyor. Hızlı bir şekilde kuruluyor aynı anda bir çok müşteri tarafından kullanılmasından ötürü hızı pek yüksek olmayan çok kablosuz bağlantı.
Tarayıcıya tıklıyor uzun saçlı adam. En ufak bir sinyalde bile açılan ana şefkatli çok ana sayfa Google şak diye açılıyor. Fakat diğer sayfalar açılma mevzuunda aynı şaklığı göstermiyor. Adres çubuğuna adresini yazdığı sayfanın açılmasını, karısının evden çıkarken hazırlanmasını bekleyen bir koca gibi koca-man bir huzursuzlukla çok Godot’umsu beklerken açılmak için internet bağlantısı şartı koşmayan tarayıcı geçmişine tıklıyor uzun saçlı ve küpeli adam. Tarayıcı, geçmişinin tıklanmasından rahatsız olup olmadığıyla ilgili bir malumat vermiyor. Hem bu tarayıcının geçmişi değil zaten! O sadece uzun saçlı adamın ona kodladığı sayfaların kaydını tutan çok memur bir program! O kendi hayatını yaşamıyor sadece uzun saçlı adamın verdiği direktiflerle bir geçmişe sahip olabiliyor!
Çok memur tarayıcının kaydını tuttuğu geçmişteki yüzlerce farklı sayfa ismi arasında gözünü gezdiriyor gözün de geçmişin de gerçek sahibi uzun saçlı adam. O çeşitlilik arasında, birkaç gün önce internette haberini okuduktan sonra çok sanal ziyaret ettiği, İstanbul’a yeni kurulan yarı özel Avrasya Kültür Üniversitesi’nin web sitesi gözüne çarpıyor. Tekrar tıklıyor tasarımını oldukça beğendiğini hatırladığı web sitesini. Uzun sürüyor minyatür biçiminde tasarlanmış ve en ufak detayının bile ince ince işlenerek oluşturulduğu belli olan web sitesinin açılışı. Bu açılış merasimini orta şekerli kahvesini yudumlayarak, istanbulu gözleyip gözlerini İstanbullayarak geçiriyor uzun saçlı adam. Tam İstanbul’a kapılıp gitmek üzereyken gözleri, İstanbulsal sebeplerle açıldığını fark etmediği sitenin duyurular kısmındaki “Öğretim Üyesi” alım ilanına rastlıyor. Kalp atışları hızlanarak tıklıyor ilanı, o tıklayışla bir çok hayatın geri dönülmeksizin değişeceğinden bihaber. Açılıyor uzun saçlı küpeli ve de kalbi göğsünü delercesine atan adamı kalp krizine teşne hallere sokan ilan:
Üniversitemizin aşağıda belirtilen birimlerine 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ve ilgili yönetmelik uyarınca öğretim üyesi alınacaktır.
Fakültesi Bölüm Ünvanı
Edebiyat Türk Dili ve Edebiyatı Doçent
* * *
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.