- 1214 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Hoşçakal Hüzün
Mihrace’ nin günlüğünden anekdotlar)
//Suçlusun Mihrace!
Hüznü bu denli tavizkâr ağırlamayacaktın//..
Bahçemde ki gülleri riyâkar dokunuşlarınla incitirken, tılsımlarını çalarken her birinin ve bahçevan ustalığıyla budayıp koklarken sen, farkında olmadan tüketmişim tebessümlerimi.. Gözlerimin ferine yerleşen çiğ damlaları akıp gitmiş çoğalarak.. Bulutlar kaplamış göğü bir tutam umut bile kalmamışken, ateş olup düşmüş saçlarıma kızıl kırmızı karlar.. Bu hengamenin içinde gülmeyi özlemişim, imgelerin sarı odalarında kaybolmuş, yanık bir türkü yakmışım ardın sıra.. Artık dünümde kaldın, gelmiyor sesin.. İsminin harflerine çektiğim çizikten pişmanlık duymaz asil kalbim.. Paşa gönlünün dar, engebeli, dik yokuşlarında pusulası şaşmış, yön duygusunu yitirmiş Mihraceyim...
Sahte sen/in ekseninde, Kazanova eylemleriyle paralelmiş kimliksiz düşlerin.. Şehvetmiş tüm arayışların sebebi, aslolan niyet krizantemi ve orkideleri almakmış heybene, bir de biçare gülüşlüymüş üstelik, tüm bu olanların müsebbibi.. Âmâ olmuş gözlerimin kepenklerini kaldırmışım, ki neye yarar çok geçti artık.. Acıyorum onca yıl saf aşıklar gibi gerçeği çözümleyemeyip, her sevişme sonrası küllerimden sıcağına yeniden doğup, dirayetimi yok sayıp, gururumun çatlaklarından sızan acıyan yanlarıma tuz basıp, aslında gördüğüm ama görmezden geldiklerime! Aşk’ına eyvallah edişlerime…
//Hüznü özlemeyeceğim
Teslis parmaklarından damlayan imge
Saymadım kaç damla düşürdün?
Bak üçledin işte!
Baba – İsa – üçüncü?
Rûhül Kudüs’ü uçurdun göğe//
Bin asırdır tuttuğum, her birini adını sayıklarken harcadığım pahalı nefesimi bırakıyorum boşluğa.. Ve yine lambadan sızan melodisi tınısında gizli ışık sen.. Soluğumda sen, soğurduğum imgeli sesinde kaybolmuşum ben.. Nasıl da basınç yapıyorsun damarlarıma, atamıyorum bir türlü içimden.. Koca bir fiyaskonun hicran lekesi ellerimde ki.. İstiyorum, evren sensiz mutluluklar getirsin bana.. İnanıyorum, sıcacık dostlarım ellerinde yok edecekler ümitsizliklerimi, bilirim elleri hepp yakamda..
Öğütlerini kapının dışına çıkar çıkmaz, yaramaz çocuk misali unuttuğum anneciğimin dizlerinde uyuturum, parçalanmış kalbimi.. Onarır becerikli elleri, vefakar yüreği okşar başak saçlarımı.. İncecik sardığı dolmaları elleriyle yedirir, küçük kızına.. Şöyle alaca/lı bir çorba pişirir hemen, dumanı üstünde.. Sevgi şurubundan kadeh kadeh içirir de, tatlı sert bir de azarlar beni.. ’Sıyrıl hüznünden kalk hadi, koca bir hayat var önünde, baharlar yolda aç çiçek çiçek, mor menekşeler topla bahçemizden’.. Neden bu hüzün gözlerinde.. Neden…
//Olduğun yer!
Canımın içi acıyordu, canımın içi//..
......
Gülümsüyorum bugün ilk kez, hasta yatağımı da topladım.. Ölmedim bak, yaşıyorum.. Geçmişte kalan anıların ceplerimde birikmesi ne çok acı veriyor.. Her boşluğumda can evimden vurup sarayıma yerleşmeye çalışan hüzün.. Hiç umarsız kaygan zeminlerde ihanetle burun burun/aymışsın.. Uçurum kenarları bu kadar tatlımıydı söylesene? Bir tatlı kaşığımıydı sadece dudaklarına sürülen bal.. Onu da yakıcı öpüşüyle damağından sıyıran ve zehrini bırakan adam.. Değer miydi çıplak ayaklarına sürdüğün dilini kirletmeye.. Aldığın yara seni ne kadar yaşatırdı Mihrace?
......
......
//Eğer bu yara öldürmedi ve süründürmediyse, bahşolunmuş nefesim ve gülücüklerim vardır.. Şimdi tebessümlerimi doğaya dağıtmalıyım.. Saçmalıyım kalbime doğan ışığın nûrunu etrafımdakilere.. Bilmezdim sanki yaşamın bu kadar değerli ve güzel olduğunu, bu derde düşmeden! demişti üstad..//
Ağlasam sesimi duyar mısınız,
Mısralarımda;
Dokunabilir misiniz
Göz yaşlarıma, ellerinizle?
Bilmezdim şarkıların bu kadar güzel,
Kelimelerinse kifayetsiz olduğunu
Bu derde düşmeden önce.
Bir yer var, biliyorum;
Her şeyi söylemek mümkün;
Epeyce yaklaşmışım, duyuyorum;
Anlatamıyorum
(ORHAN VELİ KANIK)
Anlatmalıydım..
Odamın duvarları bıkmıştı hüznümden.. Penceremden kendimce sayıklıyorum birden.. Gökyüzü ne kadar da mavi, ya şu evlerin çatısında tüten o yemyeşil dumanlar.. Tütsülenen bir türkü gibi dalga dalga yayılan.. Ümit mi? Tanrım, arabamın rengi de göğün rengini barındırıyormuş.. Maviymiş meğer gözlerim gibi, baktığım her yer, her şey masmaviydi.. Ah! Ya şu kaldırım taşlarında ki sonbahara sürgün çıplak ağaçlara ne demeli.. Dal dal kurumuş üşümüşüğüyle gururlanıyordu.. Olması gereken buydu.. Zamanında yaşanırdı , O ağaçta baharla büyük aşk yaşıyordu.. Yapraklarını bile dökmüştü, O’nu yaşayabilmek uğruna.. Peki güneş neden bu kadar sıcak, olur mu kışın ortasında böyle şakımak? Saçlarımın rengini kıskandıran bir ihtişamı var..
Isındım bugün günlerdir ilk kez.. Nevbaharlar açıyor gönül sarayımda.. Yeni aşklarda olur mu dersin küçük kumru, pencereme konmuşsun ve ürkmüyorsun benden.. Hadi bakalım sen de benim gibi üzgün durma, hüzün gidiyor evimizden ..
Neşe’len…
Hoşçakal hüzün..
Çıkarken lûtfen kapıyı sıkıca çek arkandan....
Vee unutmadan!
Bir daha sakın geçme bu limandan
(…)
30.01.2011
Gaziantep