- 980 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
Sen Benim En İyi Arkadaşımsın
Kilidi değiştirmemişti. Anahtar çevirdim ve kapı açıldı. Bir süre eşikte durup içeri baktım. Kapı antreye değil, bir koridora açılıyordu. Duvarlarda küçük çerçeveler asılıydı.
’Ressamları önemsiz de olsa orijinal resimleri seviyorum. Sevgililerin bile seri üretildiği bu dünyada sana özel nadir şeylerden biri.’
İçeri girdim. Koridor boyunca yürüdüm. Ev havalandırılmamıştı. Onun kokusu yerine ağır, bayatlamış bir ortamı soluyordum. Yine de pencereleri açmadım; bulduğum gibi bırakmak istedim.
Adımlarım beni kütüphaneye götürdü. Dört tarafı raflarla çevrili, tüm rafları ciltlerle dolu kütüphane: Salon olarak yapılmıştı ama camları kapatılarak içinde kitapların olduğu bir tapınağa çevrilmişti. Odadaki sehpaların ve çalışma masasının üzeri dizi dizi kitaplarla kaplıydı. Bu sefer misafirinki değil, onun koltuğuna oturdum.
’Sakın buna oturma! Bu benim. Başka bir yere oturursam dikkatim dağılır, bu yüzden senin de bir an önce gitmeni isterim.’
Ses çıkarmayacağını biliyordum. Hatta bu koltuğa oturmamı umursamayacağını da...
’’Ben bütün hayatımı bu koltuğun parasını ödemek, onu koyacak daireyi tutmak, o koltukta otururken mutlu olacağım ortamı yaratmak için harcadım. Şimdi sen gelip kıçını ona koyamazsın.’
Ne kadar uzaktı bu sözleri. Halbuki gözleri parlıyordu bunları söylerken. Elinde brendisi hem bir dost yakınlığıyla, hem de sokacak bir akrep havasıyla uyarmıştı. İster istemez ben de saygı göstermiştim; bugüne kadar...
Elim koltuğun yanıbaşındaki sehpanın üzerinde duran deftere gitti. Demek ki son seferinde kitap okumamış, günlüğüne bir şeyler karalamıştı.
’Biz insanlar, birbirimizden yollarımızı ne zaman ayırdık? İşe başvurduğumuz gün mü? Yoksa toprağa ilk tohumları atıp, kölelere ihtiyaç duyduğumuz zaman mı?’
Son yazdıkları bunlar mıydı? Tarih koymamıştı. Başımı çevirip kütüphaneye baktım. Şöminenin yanındaki iki raf bu günlüklerle doluydu. Konuşmak yerine yazmayı tercih eden birinin sözleri. Büyük olasılıkla bunlar da unutulacaktı. Ama hava yerine kağıda dökmeyi seçmesi az da olsa bir umut taşıyordu.
Peki kim okuyacaktı bunları? Rahip Haynes mi? Onun tek metni, at gözlüklerini takarak okuduğu İncil’iydi. Mezarlık görevlisi Rice mı? Yıllardır okumasına rağmen hala doğru düzgün Budweiser yazamayan biriydi. Son okuduklarının gazete başlıklarından öteye geçmediğine eminim. Geriye ben kalıyordum, cenazesinde bulunan kalabalıktan.
’Öldüğüm gün kimsenin bunu farketmeyeceğini ve cesedimin bir köşede çürüyeceğini biliyorum.’
Öyle olmadı. Cesedini çürümeden toprağa verdik. Rahip Haynes kısa bir pasaj okudu; dinlemedim. Bir an önce gitmesini istiyordum; o da fazla bekletmedi. Sonra seninle konuşmayı denedim, cevap vermedin. Gömüldüğün o mezarlık sana yabancıydı, daha önce oraya hiç gitmemiştin. Bu yüzden buraya geldim; yaşadığın, yaşadığını hissettiğin yere.
Buraya ’evim’ demezdin, çünkü değildi. Aileden kalma, Bushnut sokağındaki evde oturuyordun. Burası ise senin kalen, kaçamak yerindi.
’Annemin ruhunun olmadığı, onun beni gözetlemediği bir yer istiyordum. Burası da tam öyle bir yer.’
Kitaplarını, günlüklerini buraya taşımıştın. Salonu yetmemiş, diğer odaları da kütüphaneye çevirmiştin. Biliyorum ki burada yatak yoktu.
’Bir de yatarsam burası metresim olmaktan çıkar, karım olmaya dönüşür. Yo hayır, her gün buraya gelmenin zevkini tatmalıyım.’
Uzanıp rasgele bir günlük çektim. Herhangi bir sayfasını açtım. Bunda da tarih yoktu.
’’Ah Evangelina! Dudakları şarap renkli Evangelina...’
Evangelina’yı hatırlıyordum. Esmer tenli, siyah uzun saçlı bir kızdı. Dudakları hep soru sorarmışcasına büzülüydü. Bu satırlara ilham olması garipsenmemeliydi. Ondan sonra kaç kişi olmuştu? Bana hiç sayılardan bahsetmemişti. Cildin raftaki yerine bakılırsa ortalarda bir yerdeydi. Sonrakilerin adları diğer ciltlere dağılmıştı.
’’Kader tosladığın duvarın üzerinde yazan grafitidir; her şeyin sorumlusu oymuş gibi gözükür.’
Öyle değil miydi? Kafaya, kendi elinle sıkılan bir kurşuna kader denebilir miydi? Önündeki hayatı bir çırpıda kenara itip, her şeyi sonlandırmanın adı neydi?
Ya polisin Bushnut sokağındaki eve gelmesi? İsimsiz bir telefonun sonucu devriye arabaları, çevik kuvvetin bütün mahalleye sıralanması? Sessiz kalmayı becerememiş, kendilerini farkettirmişlerdi. Belki kader yaptıkları gürültüydü, tabancaya uzanacak kadar zaman tanımıştı.
Cenazede onlar da vardı. Sivil giyinmişlerdi, uzakta duruyorlardı. Sonrasında beni takip ettiler. Bir yere gitmeyince beni sorguya götürdüler. Gerçeği, seni tanıdığımı söyledim. Yaptığımız uzun sohbetlerden bahsettim. Nasıl beni hayatına sokmadığını, kendini sakladığını anlattım. İnandılar. İnanmış gözüktüler. Belki de bu yüzden peşimi bıraktılar. Yine de birkaç gün bu kaleye gelmedim.
Biliyorum ki buraya gelseler istedikleri herşeyi elde edecekler. Ciltleri didik edip Evangelina’ya ne olmuş, Sophia’nın nereye gömülmüş, Anna’nın kafası neredeymiş öğrenecekler. Bir okuyabilseler...
Cildi kapatıp raftaki yerine koydum. Kalktım. Burası o kokuyordu. Onunla konuşmak istiyordum ama öylesine ortama hakimdi ki ben ağzımı açamıyordum. Koridora çıktım. Diğer odalara, kitaplık raflarındaki resimlere hızlıca göz attım. her resmin çağrışımnıı engellemek için hızlıca bir sonrakine geçiyordum. Sonunda resimler ve odalar bitti.
Gerisinde kitaplık olmadığını bildiğim dipteki kapının tırmalandığını duydum. Diğerlerinden farklı, masif ahşaptan yapılmıştı. Kapının kolunu çevirdim, kilitliydi. Kulağımı ahşaba yasladım; iniltiyle karışık kelimeler işittim.
’Lütfen... Lütfen... Her şeyi yaparım. Beni buradan çıkarın. Açım. Günlerdir bir şey yemedim. Lütfen...’
Bir süre daha dinledim. Giderek kelimeler kayboldu, anlamsız sızlanmalara dönüştü.
Kapıdan uzaklaşıp kütüphaneye döndüm. Bir anı alıp almamayı düşündüm ama evimi aradıkları takdirde yakalanma riskini göze alamazdım. Ellerimi cebime sokup çıktım. Kapıyı kitledim. Anahtarı bir mazgala attım ve yürümeye devam ettim. Umut dolu bir sonbahar günüydü.
YORUMLAR
Bir şey dikkatimi çekti. Sakin kafayla tekrar okuyacağım...
Bu arada size "hoş geldiniz" demem lazım. Merak etmeye başlamıştım.
Saygılar.
İlhan Kemal
Aynur Engindeniz
İlhan Kemal
İlhan Kemal
İlhan Kemal
Epeydir bir öykünüzü okumamıştım; bu iyi geldi doğrusu. Sizinle birlikte o mahzene benzeyen evde gezindim, iniltileri duyunca ürperdim.
Anlatım, imla ve konu seçimi benden tam puan.
saygılar.
İlhan Kemal
Antresiz, doğrudan koridorla girilen evin dizaynını bir arkadaşımızın evinden ödünç aldım, gerçekten biraz ürkütücü bir havası var (Eminim ki sondaki odada birini beslemiyorlar - ya da aç bırakmıyorlar).
Güzel yorumunuz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Güzeldi, hem de çok ancak iki şeyi merak ettim:
1. Öykünün devamı gelecek mi?
2. Neden karakterler ve olayın geçtiği yer yabancı?
İlhan Kemal
Öykünün doğasına göre yer ve karakter seçimi yapıyorum. Seri katiller Amerika'da çok daha yaygın. Ayrıca oturulan mekanlarda komşular birbirlerini tanımayabildikleri için çok rahat bir şekilde orayı kaleniz, zulanız yapabiliyorsunuz. Bahçeli ev de çok daha fazla gözden ıraklık sağlıyor. Bu yüzden de öykü Amerika'da, Amerikalı karakterlerle geçiyor.
Saygılarımla.
Dr. Ufuk Bayraktar
İlhan Kemal
Polisiye roman gibi, çok severek okudum. Hele final mükemmel.
Uzun aradan sonra güzel bir öyküyle hoşgeldiniz. Kutluyorum, sevgilerimle...
İlhan Kemal
Bu aralar günlük hayatımın ritminin bozulduğu günler. Bu yüzden de her zamanki gibi Çarşamba ve Cuma sabahları öyküye oturamayabiliyorum. Bu aksaklıklar ay sonuna kadar devam edecek.
Ben de yorumlarınızı özlemişim. Sevgilerimle.
Öykü yazmayı ne kadar çok seviyorsam okumayı bir fazlası seviyorum. Hele sizin öyküler hem düşündürüyor hem de iyi bir öykü nasıl yazılır adım adım gösteriyor. Tebriklerimi bırakıyorum. Selamlarımla.