- 3164 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
SUYU ARAYAN BALIKLAR
Sevgili dostlar değerli kardeşlerim, bu günkü sohbetimiz de Efendi babamızın bir sohbetlerinde bizlere anlattığı iki balığın suyu araması hiyakesini paylaşmak istiyorum siz değerli kardeşlerimle. İki küçük balık suyun içinde olduklarından bî haber, koca deryada susuzluklarını giderecekleri bir su aramağa koyulmuşlar fakat bulamamışlar susuzluklarını giderecek suyu. Tam o sıra da karşılarına kendilerinden daha büyük ve yaşlı bir balıkla karşılaşmışlar ve bu büyük balığın yanına gidip çok susadıklarını ve içecek suyu nerede bulabileceklerini sormuşlar bu yaşlı balığa. Yaşlı balık, bu iki küçük balığa bakmış ve bana suyun olmadığı bir yer gösterin ben de size suyun yerini söyleyeyim demiş. Küçük balıklar bu yaşlı balığın dediğinden hiç bir şey anlamamış ve yanından ayrılıp tekrar içecek suyu aramaya koyulmuşlar.
Evet sevgili canlar hikâye böyle. Şimdi bizler bu hikâyeden ne anlayalım ve nasıl zevk edelm? Bakın değerli kardeşlerim bu hikâyedeki ,ki küçük balık şeriat ve tarikat erbablarını temsil eder. İhtiyar balık ise Hakîkât erbabı olan bir Kâmil-i Mürşidi temsil eder, balıkların arayıp da bulmağa çalıştıkları ve bulamadıkları su ise Hakk’ı yani Allah’ı temsil eder. Şeriat ve tarikat erbabı olan kişiler, her an da Allah ile baraber olduklarından habersiz, Allah’ı kendilerinin ve cümle yaradılanın dışında başka yerde ve zamanda bulacakları zannı ile Allah’ı arayıp dururlar. Ama Hakikât erbabı olan ihtiyar balık ise Allah’ın olmadığı yer olmadığını bildiği için çok rahattır,çünkü o Hakikât denizinde olduğunu yani nereye baksa Hakk’ı gördüğü için bu deryadan kana kana içer durur büyük bir zevk ile.
Sevgili İhvanlar,güzel kardeşlerim bu bir zevktir, bu hikâyeyi böyle zevk edebiliriz. Ama illâki zevkimiz sadece böyle olacak diyemeyiz. Dediğim gibi ilm-i Tevhid zevkîdir, kayıt koyamayız. Bu hikâyeye başka bir kaç zevk daha verebiliriz. Çünkü Tevhid sadece kelime-i tevhid, ilm-i tevhid’den oluşmuyor.Tevhidin bir boyutu da zevk-i tevhiddir. Bu hikâyeyi bir de şöyle zevk edelim. Bu sefer de, bu iki küçük balığa Hakikât ilmini arayan avam-ı nas, yaşlı balığa da, İlm-i Tevhidi okutan bir Kâmil-i Mürşid diyebiliriz. Bu iki balık yine Allah’a vasıl olabilmek için çalışıp çabalayan ama ilmin içinde olduğu halde ilimden habersiz insanlar da diyebiliriz. Ya da Nûrî Zikrullah’ın içindeler ama Nûrî Zikrullah’ı Tevhid ilminin dışında başka ilimlerde yani zahiri ilimlerde arıyorlar fakat kendilerinden, Tevhid ilminden habersiz oldukları için kendilerine isnad ettikleri bilcümle varlıkları olduğundan Nûrî Zikrullah-ı bulamıyorlar diye de zevk edebiliriz.
Bakın sevgili can kardeşlerim, halbuki biz insânlar her anımızda o suyun içindeyiz o su ile beraberiz ama kendimze biçtiğimiz bize ait olmayan varlıklar yüzünden her an da Allah ile beraber olduğumuzdan habersiz, yaradılanın dışında yaradılandan ayrı bir Allah arayıp duruyoruz. Bakın kerdeşlerim, yaradılanların dışında bir Allah aramak aynen çöl de su aramağa benzer. Çöl de su bulmak çok zaordur,hatta imkânsızdır çok zaman. Allâh yaradılanların dışında değildir asla olmadı ve olmayacaktır. Hatırlayın,hani sormuşlar Bayazid-i Bistami hazretlerine Allâh’ıın nerde diye. O da cevaben; Cübbemin altında Allâh’dan başkası yok cevabını vermiş mübarek. Ama onu anlamayan yontulmamış keresteler hemen ona fenalık etmeğe kalkışmışlardır. Bakınız bu fakir bir ilâhimizde şöyle diyoruz:
UZLETTEYİM
Arama beni ben de,
Ne beden de ne ten de,
Bir dyâr-ı âdem de,
Uzletteyim Uzlette.
Beni bulmak istersen,
Bana gelmek istersen,
Halvet olmak istersen,
Uzletteyim uzlette.
Ülfet denen belâyı,
Sattım yalan dünyayı,
Yol tutup halvetgâh-ı,
Uzletteyim uzlette.
Mutluluğu bulmağa,
Hakk’a vasıl olmağa,
Varmak için Mevlâ’ya,
Uzletteyim uzlette.
Üftadeyim "Salih"im,
Ümmet-i Muhammedi’im,
Dönülmeyen yerdeyim,
Uzletteyim uzlette.
Evet sevgili sultanlar işte böyle,bizler hep suyu suyun dışında aradık durduk. Eğer suyun içinde olduğumuzu bir kez farkedebilsek işte ol vakit suyu suyun dışında aramamıza gerek kalmaz, kana kana o su dan içer susuzluğumuzu giderirdik hem de ziyâdesiyle. Ne demek bu? Yani demin de dediğim gibi bizler, Yaradan Allâh’ımızı evvelâ kendi enfsümüzde sonra afakımızda meratipler dahilinde şuhud edebilirsek, Hakk’ı Kullarının dışında aramaz Zevk-i Tevhidimiz bâkî kalır her anımızda. Bakın canlar,hanım erenlerden biri olan Zeynep Arıcan Annemiz de bir ilahisinde içebileceğimiz pak ve temiz suyun nerede olduğunu bizlere bildiriyor ve şöyle diyor Zeynep Annemiz hazretleri.
MEVLÂ YOLU NEREDEDİR
Mevlâ yolu nerededir?
İçindedir içindedir.
Ne dağ da ne derededir,
İçindedir içindedir.
Ne derya da ne hava da,
Ne sahra da ne ova da,
Ne burada ne orada,
İçindedir içindedir.
Ne oruç da ne namaz da,
Ne dua da ne niyaz da,
Ne ateş de ne ayaz da,
İçindedir içindedir.
Yâr değildir ne sağ ne sol,
Kul’a ne kul ne sâhip ol.
Ey "Zeynep"aradığın yol,
İçindedir içindedir.
Değerli kardeşlerim, dedik ya biz kullar her an da Hakk’la beraber olduğumuz halde, üzerlerimizdeki varlık elbiselerini üzerlerimizden atamadığımız için Allâh’ı ya gök yüzünde askı da ya da kara toprak altında bıraktık hep bu yerlerde bildik. Peki neden böyle bildik,daha doğrusu atalarımız bizlere neden böyle bildirdiler? Çünkü onlar da kendilerinden evvel yaşamış olan atalarından böyle duydular. Bizler atalarımızı dininden, Hak dinine geçemediğimiz için ve de iyilik,sevap,cennet ve Allah rızası beklentilerinde olduğumuz için bu balıklar gibiyiz. Allâh’ı kendimizin dışında bir yerlerde zannettiğimizden zanlarımızı ilah edindik. İnsânoğlu her anında Allâh ile beraber oldukları halde hep Allâhsız dolaştılar dolaşıyorlar. Onların Allâhları nefisleridir de ondan. Oysa ki Allâh; zanlarımıza değil,dosdoğru olarak kendisinin kulu olmamızı bizden istiyor.
Sevgili canlar bir de şöyle düşünelim. Acaba bizler bırakın Allâh’ı tanımayı kendimizi tanıyormuyuz? Siz kardeşlerime sırası gelmişken bir kıssa anlatayım. Dördüncü halife, Allâh’ın Arslanı Hazreti Ali (k.v.) bir gün Peygamber Efendimize, "Ya Resûlallâh yalnız başıma oldukça neyle meşgul olayım ki ömrümü ziyân etmiş olmayayım" diye sordu. Hazreti Peygamberimiz de cevaben; "Kendini bilmekle meşgul ol, zira ne zaman kendini tanırsan, işte o zaman Allâh’ı bilmiş olursun ve Allâh’a erişirsin, böylece yükselişin tamamlanmış olur" buyurdular.
Kardeşlerim, insânoğlu aslında küçük bir âlemdir,büyük âlem de yani Hakk’da ne varsa, hepsi biz küçük âlem olan insânda vardır. Bu sebebden dolayıdır ki insânın kendini bilmesi en büyük emirdir ve sırât-ı müstâkîmdir, yani en doğru yol demektir. Sevgili ihvanlarım eğer kişi kendini bilmediği süece Cenab-ı Hakk’ı bilmesi de asla mümkün değildir. Bakınız can sultanlarım Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v.) bir kudsî hadisinde; "A’REF NEFSİKE YA İNSÂN LÎTARİFENÎ" yani Ey insân, nefsini bil, tâ ki beni bilesin buyurmuşlardır. Bir başka kudsî hadiste de; "MEN AREFE NEFSEHÛ FEKAT AREFE RABB’EHÛ" yani Nefsini bilen Rabb’ini bilir buyuruyor Peygamber Efendimiz. İşte bizler (İnsânlar) kendimizi tanımadığımız ve nefsimizi bilemediğimiz için Rabb’imiz Allâh’ı tanımıyor ve blmiyoruz. Sonra koca deryada suyu arayıp duruyoruz.
Sevgili canlar buradaki kendini tanımak ve nefsini bilmek ancak can vermekle yani ölmekle olur. Çünkü ölen, Rabb’ini görecek ve tanıyacak, nefsini yani nefesini bilecek. Ne demek bu? Yani nefes’in de Allâh’a ait olduğunu bilecek. Kişi öldüğü öldüğü zaman görecek ve anlayacak ki, bir zamanlar kendisine ait zannettikleri aslında kendinin değil, yaradan Rabb’ine aitmiş! Peki bunu nasıl ve hangi ölümle anlayacak? Bunu da ancak ve ancak,Hazreti Pefgamberimizin kudsi hadisinde buyurduğu ölümle ölerek anlayacak ve bilecektir.Ne diyor kudsî hadiste. "MUTU KABLE EN TEMUTU" yani Ölmeden evvel ölünüz. Dediğimiz gibi her kim ki kendine isnad ettiği fenai efalini,fenai sıfatını,fenai vücudunu bir Kâmil-i Mürşid huzurunda Hakk’a teslim ettiyse o aradığı suya kavuştu su da su oldu demektir. Sevgili gönül dostlarım, değerli dervişân. Sohbetimizi Peygamberimiz Hazreti Muhammed Mustafa Sallâllahü Aleyhi ve Alihi ve sellem Efendimizin bir hadîsi şerifi ile noktalayalım.
"KÂN-ALLÂHÛ VELEM YEKÜN MAAHÛ ŞEYÜN" yani; Allâh vardır, Allâh ile beraber hiç bir şey yoktur buyurmuşlardır. Yüce Allâh evvelâ cümle ihvanımızı ve cümle mü’min ve mü’mine kullarını kendini tanımayı, nefsini bilmeyi nasib-i müyesser eylesin inşallah Amin.Cümle can kardeşlerime Aşk-ı niyaz ederim. Allâh’a emanet ilminize mukayyet olmanızı dilerim.Huu...
Fakirullahmelâmî.
İstanbul.
13/02/2011/Pazar.
Kaynak: www.fakirullahmelami.com/?Syf=22&Mkl=116102
YORUMLAR
Profesyonelce yazılmış içeriği, (naçizane "de/da" eklerinden sözcüğe bitişik yazılması gerekirken ayrı yazılmış iki örnek ve sözcükten ayrı yazılması gerekirken bitişik yazılmış bir "mi" soru eki dikkat çekse de, bu yazılırken tuşların kullanımıdan ileri gelen iki küçücük hata dışıda) şekli olarak Türkçeye ve imla kurallaıa uygun bir yazı... OKUMUŞ OLMAKDAN DOLAYI MUTLUYUM. SAYGILAR.