- 1412 Okunma
- 8 Yorum
- 0 Beğeni
HERKES BİLSİN! BEN BİR ÇİNGENEYİM!
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Gecenin karanlığında, kafasını yastığa koyup geçen günleri ile hesaplaşacakken elindeki taşı bir kez daha okşadı. Çalkantılı, kararsız, muzdarip ve huzursuzdu hep. Ne zaman canı sıkılsa geçmişinden kalan tek şeyi; o taşı eline alır, bir o yana bir bu yana döndürerek ruhunu rahatlatırdı.
Gece Lambasının aydınlattığı yüzündeki dalgalanmalarla, yemyeşil çayırlarda at peşinde koşturduğunu, yorulunca da babasının kollarına atlayıp ona, sımsıkı sarıldığını anımsadı. Dudaklarına yerleşen tebessümle annesinin tatlı nasihatleri çınladı kulağında.
“Annecim bak ne buldum.” diyerek avucunda sıkıca tuttuğu taşı gösterdi. Sonra heyecanla; “Anne! Çadırımızın arka tarafındaki bahçede, toprağa gömülü buldum.” dedi.
Annesi Bergüzar Hanım; “Milyonlarca taş var ama üçgen ve parlak taş bulmak zordur oğlum; Tıpkı dört yapraklı yoncayı bulmak gibi. Bu taş senin şansındır, büyülü taş ya da istek taşı derler adına, ne istersen olur. Bu taşı bulanlar, ileride ya ünlü bir âlim, bilgin, ya da çok zengin olurlar. Ne zaman bir şeye kavuşmak istersen, bu taşı al avucuna ve Tanrı’ya yalvar, o sana istediğini verecektir. Beni ve babanı özlersen yine bu taşı al avucuna; Onu üç kez, bir elinden diğer eline koy. Taş sağ elindeyken babanı, sol elindeyken benim, hep yanında olduğumuzu hisset.” dedi. Korel dikkatlice dinlemişti annesini. O cümleler sanki beynine kazınmıştı.
“Anne bu taşı Tanrı benim bulmam için bırakmış değil mi?” dedi.
“Belki de… Kim bilir? ” dedi Bergüzar Hanım dalgınca.
O günden itibaren taş, hep cebinde ya da elindeydi. Onun bir parçası gibi olmuştu. İçi aydınlanmıştı sanki. O taş sayesinde her istediğinin olacağına yürekten inanmıştı.
Her akşam yastıktan bozma, içi saman dolu yatağına uzandığında taşı avucuna alır ve dua ederdi. Dualarında hep zengin sofralar dilerdi. En çok ta oyuncağı olsun isterdi. Babasının yaptığı tahta atın üzerinde koşturmaktan bacakları yara olmuştu. O Gerçek bir at istiyordu, gerçeği olmasa da plastik oyuncak at istiyordu.
Ne zaman; “Baba oyuncak istiyorum.” dese, babası “Oğlum şimdi paramız yok, olunca alacağız.” derdi.
Günlerce bu tür hayaller kurdu, hep oyuncağı olsun istedi... Mevsimsiz kalınan bir yaşamda, baharı hatırlamak için hayallerini gün ışığına çıkardı. Hıdrellezde Tanrıdan talepleri olacaktı. Annesi, babası ve komşularıyla gittikleri hıdrellez şöleninde, baharın gelişini kutladılar birlikte. Nehirde yıkanarak kötülüklerden arınan akrabalarını seyrederken, elindeki taşı ovalayıp Tanrı’dan babasına iş ve araba, annesine içinde çeşmeden suyu akan ve mutfağı olan büyükçe bir ev, kendisi içinde bolca oyuncak istedi.
Komşularının evlilik çağındaki kızlarını bembeyaz gelinlikler giymiş dans ederken görünce, ablasının zengin bir kocası olsun istedi. Yemyeşil çayırlarda kızların kıvrak dansları ile coştu bir süre. Çiçek kokuları arasında, davul zurnanın ritmiyle kıvrak danslarını birleştiren akraba ve komşularıyla, kışın kasvetinden kurtulmanın mutluluğunu yaşadı. Ateşin etrafında annesi, babası, ablası, akrabaları ve komşuları bir halka oluşturdular. Yükselen alevler bile durduramadı onları, coşkuyla atladılar ateşin üzerinden ve dilekler dilediler. Yoksulluğun acı gülümsemesi, esmer tenin mutsuzluğa inat neşesi, hepsi o gece, dans etti... Ateşle dans ederken yaşadığı coşkuyu yeniden tüm bedeninde hissetti.
Hıdrellez sabahı, gün griden maviye dönerken umutlarının da rengi değişti. Yıl boyunca yaşanan sessizliğin pembesinden, hüznün siyah renklerinden arındılar. Yeni yıl için yeni dilekler tuttular.
Çadırın etrafına ektikleri, gül ağaçlarının kırmızısına, bir kâğıda yazdığı isteklerini astı. Ne kadar mutlu olmuştu o gün Korel. Gözlerinden boşalan yaşlar, yanaklarını ve boynunu ıslattı.
Yoksul günlerini hatırladı. Çöpten bulunmuş bir ekmek, 4 adet zeytin ve bolca suyun süslediği yer sofrasında, aç kaldığı günleri hatırladı. Ne zaman etrafa et kokusu yayılsa, kokuyu takip eder, bulduğu yerde çömelerek, zengin sofralarda şen şakrak eğlence ile yenen süslü yemekleri ve sofraları seyrederdi. Ve ne zaman orada olduğu birileri tarafından fark edilirdi, kolundan tutulduğu gibi uzağa fırlatılır, ardından “Pis Çingene! Defol buradan.” denirdi.
Yedi, sekiz yaşlarında yaşadığı bu hor görülmeler ve aşağılanmalar, içindeki intikam hissini beslemişti Korel’in. Gündüz herkesin tarlada, bağda bahçede çalıştığı zamanlarda zengin köylülerin hayvanlarını barındırdıkları ağıla sessizce süzülür, bir keçi ya da koyunu alarak ormanın içlerine giderdi. Önce çaldığı koyun, ya da keçinin karşısına oturur, bir süre onu seyreder, konuşur, bir iki dakika ağlar, içindeki merhamet duygusu ile çatışırdı. Sonra, kendisine yapılanlar aklına gelir ve yanında getirdiği babasının bıçağı ile hayvanın karnını delik deşik ederdi. Böylece onu hor görüp yemek vermeyenlerin de bu keçi ya da koyunu, onların yemelerine imkân vermez ve intikam aldığını düşünürdü. Birçok kez bu olayı tekrarladı.
Güneşin etrafı kavurduğu bir günde, yine planını uygulamaya koymak için sessizce çitin etrafından dolaşıp, hayvanların ağılına yöneldi. Birkaç ay önce doğmuş siyah benekli kuzuyu, kulağından tutup dışarı çıkarırken, üstüne düşen gölge ile irkildi. İriyarı pos bıyıklı, gözleri çakmak çakmak olmuş, ev sahibine yakalandı. Korkudan vücudu titremeye başladı. Yediği tokadın etkisi ile kendinden geçti, bayılmıştı. Gözünü açtığında annesi ve babası başucundaydı. Babası üzgün gözlerle baktı oğluna; “Neden yaptın oğlum, ne istedin günahsız hayvanlardan.” dedi. Annesi Bergüzar Hanım hıçkırarak ağlıyordu; “Ne olur oğlumu bırakın, o böyle şeyler yapacak çocuk değildi, neden yaptığını bilmiyoruz? Cezasını biz veririz.” dedi.
Birkaç saatlik konuşmadan sonra ev sahibinin ikna olmasıyla serbest kalmıştı kalmasına da, çok utanmıştı. Gözlerini nereye saklayacağını bilememişti. Elleri ile oynayıp, başını yerden kaldıramıyordu. Hatasının büyük olduğunu anlamıştı. Geriye dönüşsüz bir şeydi yaptığı.
Her ne kadar unutmak istese de, zengin köylülerin hayvanlarını nasıl öldürdüğünü hatırlayıp, kendinden ve yaptıklarından tiksinmişti. Nasıl kıymıştı hayvanlara ve nasıl bu kadar cani olabilmişti. Üstelik bu hatası çok sevdiği anne ve babasının, dalgın dalgın yürürken hızla gelen bir arabanın çarpması ile ölümüne neden olmuştu. Hayatta kız kardeşi ile yapayalnız kalmıştı.
Böylesi keder yüklü bir geçmişi olan hayatın acılığına, çok istediği ve sahip olduğu zenginliği bile şifa değildi artık. Bu sebeple kendini affedemiyordu, Tanrı nasıl affedecekti.
Annesi ve babasının ölümü ile sona eren mutlu ve yoksul hayatı, yine onların ölümü ile yeni, zengin ve mutsuz hayatının başlangıcı olmuştu. Annesi ve babasını ondan koparan zengin aile tarafından, kız kardeşi ile birlikte evlat edinilmişti. Uzunca bir süre yabancı olduğu bu hayata alışmaya çalışsa da, yoksulluğun yaşattığı zorlukların dışında, başka zorluklarla karşılaşmıştı. Yaşadığı her sıkıntıda, cebinden çıkardığı taşı avucuna alır, anne ve babası ile özlem giderirdi.
Bir süre sonra yeni ailesinin isteği ile gönderildiği Amerika’da, iyi bir eğitimden geçip avukat olmuştu. Yıllarca bulunduğu bu şehirde geçmişin acı izleriyle sürgün yaşamıştı. Ne yaşadığı zengin hayat, ne avukatlığı hiçbir şey mutlu etmiyordu onu. Yoksul ama mutlu hayatının özlemi içindeydi.
İçinde bulunduğu yaşamdaki mutsuzluğu, bir takım tarikatlar tarafından ilgi çekmişti. Kendiside bunlara kayıtsız değildi. Arkadaş çevresi vasıtasıyla tanıştığı büyücüler tarikatına girdi. Yavaş yavaş onu içine doğru çeken hayat, diğerlerinin dünyasından çok farklı bir hayattı. O hayatta erkekleşmiş kız arkadaşlarının kasvetli dünyası vardı. Çılgın eğlencelerde aklı ve kalbi yitirmek vardı. Arkadaşları onu bomboş bir hayatın ruhsuz figüranı olmaya zorluyordu.
Üçüncü hayatının başlangıcında yaptığı yanlışın farkına vardı Korel. Loş ışıklar altında, insani duygulardan uzak yaşananlar onun aklını başına getirmişti. “Ben ne yapıyorum? Kendi Ülkemde beni bekleyen kız kardeşim var. Onu bensiz bırakmaya hakkım yok. Onlarca yoksul insan var, onlara yardım etmeliyim. Gitmeliyim, hemen gitmeliyim.” diyerek kaçar gibi uzaklaştı oradan. Bir hafta içinde ülkesine geri döndü.
Ömrünce yaşamak istediği ve seçtiği bu hayat, onun yeniden dünyaya gelişi gibiydi. Annesi ve babası ile yaşadığı çadırın olduğu yeri satın alarak onların adına bir dernek kurdu. Kız kardeşini başına getirdi. Kendisi gibi fakirlik yaşayan insanlara elinde avucunda maddi olarak ne varsa harcadı. Okuyamayan yoksul gençlerin okumasını sağladı. Kısa sürede adını duyurdu şehirde. Herkes onu tebrik ediyordu. Başarısından dolayı kutluyordu. O şehirde yaşayan ırkdaşlarının ilk kez, teninin rengi sebebi ile horlanmadan yaşamalarını ve yabancılık duygusunu aşmalarını sağlamıştı. Her gece başını yastığa koyduğunda annesinin sevgiyle yanaklarından öptüğünü hissediyordu. “Aslan oğlum, seninle gurur duyuyorum.” diye fısıldıyordu kulağına. İnsanlığa güzel bir hikâye yazmıştı Korel.
Yaptıkları yeterli miydi? Hayır! Yetmezdi. Yeniden çalışmaya koyuldu. Derneklerin sayısını arttırmalı ve şehirlere yayarak, daha çok insana ulaşmalıydı.
Okumasını sağladığı genç bir mühendis ve dernek başkanının konuşmasını dinlerken gözyaşlarını tutamıyordu. Genç mühendis, ırkdaşlarını anlatmaya çalışıyordu diğer insanlara. “Biz insanız, sizler gibi. Özgürlüğün tutsağıyız. Eğlence bizim her için her şey olduğu gibi, işimiz de her şeyimizdir. Bizler sanatımızla sizlere yaşamınızda kolaylık bahşederken, şehirlerin unutulmuş köşelerine atıldık. Yoksulluk bitmeyen bir lanet gibi üstümüze çöktü. Çok acılar çektik. Haykırarak baktık gözlerinize; bazen yalvararak! Biz, sizlerden farklıyız! Özgür, hırçın, dayanıklı ve yaratıcıyız. Tarihin en barışçı insanlarıyız. Bu yüzden utanmamız gerekmiyor. Olduğum şeyle gurur duyuyorum. Herkes bilsin! Ben Bir Çingeneyim…
Elindeki minik taşı ovalarken çıktı dernek binasından. Şoförü; “Buyurun Başkanım.” diyerek kapısını açıyordu. Şehir, onun belediye başkanlığından memnundu. Yerine, oturup, sırtını koltuğa yaslayınca; “Çek bakalım oğlum, tenekeli mahalleye. Yapacak çok işimiz var çooook.” dedi. Artık gülümsüyordu.
Hülya TÜRK
YORUMLAR
HÜLYA TÜRK
Ne yazık ki ırkçılık, dünya kurulalı beri var olmuştur. İnsanlartenlerinin rengine, fiziksel görünümlerine, ülkelerinin konumlarına göre katagorize edilmişler ve hala da edilmekte. Ama kendine güvenenen, azmeden, insan ayrımcılığını sorun etmeden kendi yolunu çizip başarıyı yakalayabiliyor. Böyle örnekler çok ve sevindirici.
Tebrikler :)
HÜLYA TÜRK
HÜLYA TÜRK
Güne gelen öykünüzü beğenerek okudum. Tebriklerimi bırakıyorum sayfanıza. Sevgilerimle.