- 996 Okunma
- 16 Yorum
- 0 Beğeni
Bang Bang
I was five and he was six
We rode on horses made of sticks
He wore black and I wore white
He would always win the fight Bang bang, he shot me down
Bang bang, I hit the ground
Bang bang, that awful sound
Bang bang, my baby shot me down.
Derken müziğin sesini iki perde daha açıyorum ve gayret gösteriyorum anlamaya ilk defa bir şarkının sözlerine saplayarak ruhumu. "Kill Bill" filminin içine sıkıştırılmış bir müzik; seyir ön planda olunca çok dikkat çekmiyor tabiki lakin öyle hünerli bir yere mıhlandığını ikinci seyredişte algılayınca tekrar dönüyorum kelimelerin kollarına ve beni yıllar evveline götürüyor mutlaka. Irkçılığı ve de fırsat eşitsizliğini günümüzde görünmeyen bir "Kast" sistemiyle yorganın altına sürükleyen uzun kış gecelerinin o sıcak, bakir kollarına gidiyorum şimdi. Ben kendimi hiç üşümez sanıyordum ailemin saadetle örülü bakışlarında halbuki sahte kimlik taşımaktan farksızmış, istiyor musun diye sorulmadan otoritenin bir parçası oluşumun, kestirme bir yol seçmekten öteye geçmediği aşikar kalıyor düşüncelerim müziğe kapılınca.
Dalıyorum içimizdeki körlüğe. Susarak ötekileştirdiğimiz, her şeyi kabul eden eski bir dost için... Göz yumduğumuz şey sadece kendi yalanlarımızdı, tahammül ettiğimiz ise diğerlerine bıraktığımız artıklardan ibaret. Şimdi utanmak vakti...
Aynı sırayı üçe böler otururduk yıllar önce. Gök kuşağı yaratmak kolaydı, tek bir söz buluştururdu ayaklarımızı. Aynı topun peşinden koşarken ne gözleri alınmış bir gece istila ederdi düşüncelerimizi ne de babalarımızın elindeki poşetler. Sen esmerdin güneşin oğlu olarak, bense çiğ beyaz bir balkon çocuğu. Uzun boyluydun benim yetişemediğim yerde yaklaştırırdın rafları ve hayatın irileştirdiği ellerinle uzatırdın arkadaşlığı. Beni en çok üzen şey, sınıfta daima sessiz kalışın ve gizlemen olurdu yırtıklarını ama bir kere göz göze gelip doyasıya gülümsedik mi gelip geçerdi sanki her şey. Tenefüs olunca kaybolur, kaçardın gözden ırak mesafelere. Aramıza giren en büyük uçurumdu kantin kuyrukları. Hiç anlamam sanırdın ya, ben her davranışını sahiplenirdim dostum. O kocaman yüreğine girmesin diye baltalar, bitirmeden elimdekileri gelmezdim yanına. Dökülmeyen bütün kelimelerin benimdi, bir gün mecbur kalacaktım yazmaya. Sen anlatamasan da...
Simit kokusu oldum olası büyülerdi beni ve fırından yeni çıkmış, el vurulmayan pide için tutulan mahalle kuyrukları. Bir saat beklerdik mutlu son için, ramazanlar o zaman başka güzel çalınırdı kulaklara. Ben orucu açarken ilk aldığım lokmadan gezdirirdim gözlerimi üzerinde. Bilirdim okul sonrası un kaplı ellerinin, kalemden feragat ederek yontulmamışlığını. Sen habersiz olsan bile her gece evimin baş misafiriydi susamlı ellerin. Ben yazmaya başladıkça sanki alırdın kalemi ellerimden.
Dedim ya biz küçüktük, hile ve ihtiras girmezdi aramıza. Bütün kuvvet oyunlarını sen kazanırdın. En hızlı koşan, en uzağa fırlatan... Kahramanıydın bütün erkeklerin ama bilemezdik hiç! Bükemediğimiz bileğini hayatın ters çevireceğini, fiziksel üstünlüğünü sömürmekten zekanı kullanmana müsaade edilmeyeceğini bilemezdik ki. Çocuktuk, bir matematik problemini çözmen seni akıl küpü ilan etmemiz için kafiydi. Sonrasında peki? «Sayılar birer bozuk para benim için» derdin, biz havuzu doldurup boşaltmakla meşgulken yerinde sayardı umutların. Farklıydı, o vakitler bugün olduğu gibi kolay ulaşılır değildi her şey. Tadını bilmediğin meyveleri sayman, hiç girmediğiniz deniz için kompozisyon yazman ve alamadığın spor ayakkabılarınla okula gelmen istenirdi. Sen pazardan aldığın lastik ayakkabıları gizlemenin derdindeyken nasıl gol atmanı beklerdik? Ama her akşam fırın çıkışında "Boza" diye sokakları inleten babanın peşi sıra mahallemizde yükselirken yüreğin, yüzlerce gol atardın minicik kalbime, kimseler duymazdı çığlıklarımı. Devam ettim yazmaya, sus diyen olmadıkça bırakamazdım bir başına karanlık sokakları.
Yıllar sonra... Biz balkon çocukları çabuk güzelleşiriz, geçen zaman lehimize işler ve bakımlı, yakışıklı ve masa başı işten doğma ufacık bir göbek... Arada bir bıraktığımız sakal veya bıyık hoş gelir bize bakan gözlere. Öyle çabuk alışırız ki satın almaya, hiç çekinmeden her şeye fiyat biçer yüreklerimiz. Üstelik artık pahalı oyuncaklarımız ve güzel bir de karımız vardır. Görmezden gelebildiğimiz o kadar çok şey beraberinde... Utanmayı çocuklukta bırakmışızdır, dürüstlüğe veda ettiğimiz ergenlikten biraz sonra ve mevcut hayatımızı sürdürebilmek gayesiyle ellerimizi kullanmadan kapatmaya başlarız gözlerimizi. İşte öyle bir anda tekrar ve defalarca konarsın düşlerime. Sen... Unutulmayı hak etmeyecek kadar kaderi dikenli adam. Kahve ertesi kurtarıcı ilan ettiğim bir bardak su kadar gerçeksin. Ya ben? Ne kolay öğrendim bak! Pazar yerinin önünden geçtiğimiz bir gün sırf kızımın canı çekti diye iki tane armut alır ve bir kilo parası uzatırım, "Üstü kalsın" havasını atarak. Yüzüne bakmaya alışık olmadığım için görmem seni ama sen hatırlarsın değişse bile kıyafetlerim. Hafifçe dokunursun omzuma, irkilmemi önemsiz kılarak ve "Afiyet olsun. Lüzum yok" dersin, ben yine de anlamam. Yazmayı bırakmışımdır çünkü. Kalem yerine kibir beslemek daha kolay gelmiştir, birini beslemek için düşünce üretirken diğeri besinini kendiliğinden alır, hiç yorulmazsın. Bende kolay olanı seçtiysem, uyduysam kalabalığa beni bağışla.
Şimdi... Baktığım her noktada aynasız bir kirlilik hakim. Kapatıyorum gözlerimi ama bu kez ellerimin yardımıyla, sıkmadan, ışık sızdırmayacak kadar kör bir karanlığa. Aklımın uzandığı, gücümün yettiği her yerdesin sen, çaresizim. Aynı doktor sana «Kaybettik" der geçer ama bana gelince bin bir tane özür diler. Sen... Patronun yılıştığı ve bir yevmiye fazla vermek vaadiyle sıkıştırdığı sekreterin kendiyle kaldığı zamanlarda gözlerindesin, berberin çırağına uzattığım bahşişe açılan hevesli ellerdesin, "İlk ben gördüm" diye bağırarak yerde parıldayan bozuk paraya doğru var gücüyle koşan çocukların ayaklarındasın, kızımın eskilerini giyerken bayram yapan başka bir kız çocuğunun hevesli gülüşündesin, tüpçü çocuğun leş kokan çoraplarında ve içi siyah dolmuş tırnaklarındasın. Sen... Başıma gelmediği için şükür ettiğim tüm zamanlarda sanki benim yerime yaşıyor gibisin.
Şimdi... Evet, müziğin sesini biraz daha açabilmeli şimdi. Belki ellerimi gözlerimin üzerinden çekemem hala ama işiterek devam edebilirim yazmaya. Yine aynı film ve zenci çocuğun gözleri önünde annesini öldüren sarışın kadın: "Bir gün intikam almak için beni öldürmeye gelirsen, seni bekliyor olacağım."
YORUMLAR
Bir yerde okumuştum,
"Göz sağırdır aslında ve yalnızca renkleri duyabilir. Ve görmeyen göz değil, insandır aslında."
Belki de şaire göre şiirin güzel bir mısrasıydı, ama bana göre dünyaya yepyeni bir pencere açıp bakmaktı.Tıpkı bu yazı da ki gibi.Bambaşka bir pencere sunmuşsunuz okuyucuya.Sağır gözler duysun diye.!
Kutlarım.
Umut Kaygısız
Ne kadar akıcı ve de etkileyici bir yazı!Kutlarım çok çok ,selamlarımla.
Umut Kaygısız
ya, ben her davranışını sahiplenirdim dostum. O kocaman yüreğine girmesin diye baltalar, bitirmeden elimdekileri gelmezdim yanına. Dökülmeyen bütün kelimelerin benimdi, bir gün mecbur kalacaktım yazmaya. Sen anlatamasan da...
................................
İç yakıcı harika bir yazı okudum sevgili Umut..Kutlarım seni.
Umut Kaygısız
["Yine aynı film ve zenci çocuğun gözleri önünde annesini öldüren sarışın kadın: "Bir gün intikam almak için beni öldürmeye gelirsen, seni bekliyor olacağım.]
Ah beyaz oğlan ah,
Öldürmek hemi... “İntikam illa öldürmekle olur” diye bir kural mı var sanki.
Fıkra buya; Amerika’da iki zenci lunaparkta dolaşırken, zencileri beyaza dönüştüren bir makine görürler ve denemeye karar verirler. Makinenin bir kişilik kullanımı on dolardır. Birinin onbir doları diğerininse heyhat, sadece dokuz doları vardır. Onbir doları olan, dokuz doları olan arkadaşına “önce ben gireyim, deneyeyim, eğer memnun kalırsam kalan bir dolarımı sana veririm. Sen de beyaz olursun” der ve makineye girer. Bir müddet sonra makineden sahiden de bembeyaz çıkar. Dışarıdaki arkadaşı bu işe çok sevinir, heyecan içinde “hadi 1 doları ver bende beyaz olayım” der. İçeriden çıkan artık beyazlamış olan arkadaşı cevap verir “hadi oradan pis zenci”
Şimdi o makineler bırak lunaparkı, her yerde, kıyamet gibi. Ne otuz kuponu, hepsi eşantiyon, jetonlar beleşmatik. Giren girene, çıkan çıkana.
İşte şimdi öldüm ben, rahat ol beyaz oğlan rahat.
Başlık okuyucuyu ürkütmüş gibi duruyor, yoksa reytingi daha yüksek olabilirdi ve bunu hak eden bir yazı idi. Tamam, tamam sizde haklısınız. Baştan aşağı hep “Leyla bir özge candır”, yok ki şöyle protest bir makam sanat müziği takılalım dediğinizi duyar gibiyim.
Tebrikler, selamlar, saygılar
Umut Kaygısız
Ayrıca birkaç eleştiri aldım konuya siz temas etmişken cevaplayayım. Evet, türkülerimizden biri üzerine yazı yazmak kolaydı. Başlıgı da ona uygun atar, daha çok okunur ve belki güne bile düşerdim. Ama gayeme ulaşamazdım o vakit. Sadece kendimize ait sandığımız sorunsalların farklı kültürlerde de aynı şekillerde yaşandığını anımsatmak da bir derece de olsa değerlidir fikrimce. Bugün bana"Ben emekli edebiyat öğretmeniyim" başlıgı altında sopa gösteren üstatların emekli olmadan önce bizlere yaşattıkları da hala hafızamızdadır.
Lafı çok uzattım, cevap hakkımı kullanmama vesile oldugunuz için teşekkürler. Ayrıca yorum ve ilginiz beni çok mutlu etti. Çok dolu bir anıma geldigi için söz kalabalıgı yaptım, bağışlayın beni. Çok hem de çok teşekürler size.
Çıplak gözle bakınca hayat; bazı insanların sırtında kürk, bazılarında yamalı mintan gibi duruyor. Kiminde zengin bir sofra kiminde kuru bir ekmek. Hayata bilmeden gözümüzü açtığımız yer evimiz oluveriyor. Bu kiminde köşk, kiminde apartman dairesi kiminde virane bir gecekondu. Eksikleri tamamlamaya çalışarak geçirilen ömür tamamlandığında vadesi de yetiyor insanın.
Kaleminiz her zamanki gibi olağanüstü. Tebriklerimi bırakıyorum sayfanıza. Selamlarımla.
Aysel AKSÜMER tarafından 8/8/2011 7:16:29 PM zamanında düzenlenmiştir.
Umut Kaygısız
Biz küçüktük.....Hile ve ihtiras girmezdi aramıza... Yazı acı bir tebessüm kondurdu yüzüme,hiç dönüp giden unutan olmadım ..Gerçek olan ben değildim,gercek yazdıklarınız çoğu zaman...Nerden bakılırsa bakılsın içi ezik insan,ister beyaz tenli balkon çocuğu olsun ister esmer güneşin oğlu...
suçlu kim?
Bilmiyorum....
Ama yazı mükemmel bir konuya parmak basmış...
Tebrikler...
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
Yazmayı bırakmışımdır çünkü. Kalem yerine kibir beslemek daha kolay gelmiştir, birini beslemek için düşünce üretirken diğeri besinini kendiliğinden alır, hiç yorulmazsın. Bende kolay olanı seçtiysem, uyduysam kalabalığa beni bağışla.
Bazı yerleri özellikle altı çizilesiydi...
Kutlarım; hürmetle daim...
Umut Kaygısız
Hayat her yerde aynı...Ne bir ileri ne iki geri.Yasırt üstü düşüp malup olmayı kabul edeceksin yada; kedi gibi dört ayak üstüne düşen şanslı kesim olacaksın...
Herkes iyi olmak,güzel yaşamak ister.İster de ellerinden o hayatı almasalar...(burada bir parantez açmamın sebebi ,aklıma yazınızla alakasız bir şeyin gelmiş olması.Yazmalıyım .) Nefes almak için fırsat verseler.Ama ...Aması olmasa ...
Arka fonda şarkı:Karşımdaki cümleler, film şeridi aktı geçti...
Tebrikler/Başarılar
Umut Kaygısız
Yazılarınız içinde beni bugüne kadar en çok etkileyen bu deneme oldu. Çok farklı geldi bana. Çok beğendim.
Sonra tekrar okuyacağım, kahve eşliğinde ve sessiz...Şarkısıyla birlikte...
Saygılar.
Ülviye Yaldızlıı
canım ben buldum dinliyorum.Sen aramak için yorulma:)
Umut Kaygısız
Aynur Engindeniz
Saygılar.
Umut Kaygısız
Aynur Engindeniz
Daha uzun zaman güzel paylaşımlara...
Kitaplı bir yazar olun, söz gitmenize ses çıkartmayacağım:)))
Nancy Sinatranın en sevdiğim şarkılarından biriydi.
Ben Beş yaşındayken o altı yaşındaydı
Biz tahta atlara bindik(tahtadan yapılan)
O siyah ben beyaz giydim
O her zaman mücadeleyi kazanırdı.....
Çok farklı bir yazı okudum . Şarkı ve duygular bütünleşmiş.
Tek kelimeyle harika bir anlatım. Tebrik ve sevgilerimi yolluyorum....
Umut Kaygısız
Umut Kaygısız
güzeldiiii!!!kutladım!!!dostun kalemini..yüreğiniii..................
en alttan en üste doğru içine hayat sıkıştırılmış öykü
bir müziğin ruh üzeribneki etkisini görmek mümkün
ve okuyan herkesin kendi hayatından bir bölüm bulabileceği bize özel bize benzeyen karaterleryle
biraz da kendimizi resmetmiş yazar.
Varoşlardan zirveye çıkarak kurduğu imparatorluğun yıkıldığını görenler bilir ki hak etmedikleri yerde zaten emaneten oturuyorladı. oralar hakkımız değildi kendi mahallemizde kendi halimizde daha insandık ve daha mutluyduk aslında ama bir an için hayale kapıldığımız var sayın...
hafta başı mesaisinin mahmurluğunu yok eden ve mutluluk veren biryazıydı.
teşekkür yazar
Umut Kaygısız
Bu öyküyü her okuyan bir kere yazının başındaki parçayı dinleyecek.
Hatta Kil Bilin tüm serisini seyretmeye kalkanlar bile olabilir.:)Bende düşünmüyorum değil yani.
Öylesi bir filmden böylesi yumuşak bir dokunuş nasıl çıkar .İşte Umut Kaygısız farkı
Benim de bir Ayşenim vardı.Ortaokul yılları annesi babası ayrı, çoğu akşam evin üçüncü kızı.Şimdi anlatmaya kalksam uzun öykü
acı öykü kimsesiz öykü.Canım yanar.
Türkü çok severim ben
nedense dostum dostum türküsü aklıma geldi.Aşık mahsuni şeriften.Müzik ve edebiyat böylesine evrensel işte.Her ikiside yaşamı yaşanısı kılıyor..
Tebriğimle Dost kalem
Umut Kaygısız
çöldeki kelebek
Sayfama bekliyorum birazdan..