- 944 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CAN BORCU
CAN BORCU
Nuri Bey çok sıkıntılıydı. Yaşanan ekonomik krizi o da artık iliklerine kadar hissediyordu. Tıpkı bir kanser gibi içindeki umutları yavaş yavaş tükeniyordu. Kelimenin tam anlamıyla gözü gibi sevdiği şirketi batıyordu. Son hamle olarak aldığı ihale için elinde, avucunda ne varsa harcamıştı. Hatta evini, arabasını, iki tane arsasını ipotek ederek kredi çekmişti. İşler umduğu gibi gitmiyordu. Son telefon onu deli etmişti. Büronun tavanı üzerine çökecek gibiydi. Muhasebeciden aldığı alacak listesini açtı. Telefonla sağı solu aradı. Aradığı ve yüklü alacağı olan ilk üç kişi ödemeyi ortağına ve büyük oğluna yaptığını söyleyince bir kez daha yıkıldı. Bin bir mazeret uydurarak özür diledi adamlardan. Muhasebeciye durumu telefonla sordu. Aldığı cevap çok kötüydü. O da birkaç yeri aradığını maalesef ortağın ve çocuklarının tahsilat yaptıklarını ancak parayı şirket muhasebesine vermediklerini, sorduğunda ise kendilerinin şirketin sahibi olduklarını ona hesap vermeyeceklerini söylediklerini anlattı. Sanki boğuluyormuş gibi hissetti kendini. Hem ortağı hem de çocukları tarafından ihanete uğruyordu. Kişilik itibariyle kimsenin yüzüne kusurunu vuramazdı. Hep içine atardı.
Bir daha listeye baktı. Ama artık bir başkasını arayacak cesareti bulamadı kendinde… Aklına eşinin mücevherleri geldi. Onları kara günler için almamışlar mıydı? Teflona sarıldı. Durumu anlattı. Aldığı cevap yine olumsuzdu. Eşi mücevherlerini şirket için veremeyeceğini söylüyordu. Onlar benim hayat garantim diyordu. Hayat arkadaşım dediği eşi de onu anlamıyordu. Gözlerinden birkaç damla yaş süzüldü.
Ofisinde çıktı. Alt kata indi. Ortağı Serhat ve iki oğlu kahvaltı yapıyorlardı. Baktı hallerine hiç kimsenin umurunda değildi dünya… Hepsi gülüyor, eğleniyor, şakalaşıyordu. Onu merdivenlerden inerken gören aşçı hazır ola geçer gibi irkildi.
- Buyur patron. Ekmeklerinizi istediğinizi gibi hazırladım.
- Teşekkür ederim Salih usta. Ellerin dert görmesin. Canım hiç de istemiyor ama madem emek verdin bir dilim alayım…
- Allah razı olsun, seni başımızdan eksik etmesin abi..
- Sen de sağ ol...
Masaya yavaşça oturdu. Salih usta hemen çayını getirdi. Ama ondan başka kimse onu fark etmiyordu bile…
Bir dilimi zor yedi, çayı yudumladı. Hemen bir sigara yaktı. Elleri titriyordu. Bir şeyler söylemek istedi. Ancak yutkunamıyordu. Kelimeler adeta boğazına düğümlenmişti.
Ortağı Serhat ile bir ara göz göze geldi. Adam hemen gözlerini kaçırdı. Çocuklara takılmaya devam etti. Tekrar göz göze geldiklerinde artık bir şeyle söylemesi gerektiğini hissetti Serhat... Sanki başına gelecekleri biliyormuş gibiydi. Ne söylesem diye bir an düşündü. Yine kaçamak bir soru sordu.
- Nuri abi bu gün ben bayileri dolaşsam olur mu?
- Serhat hangi bayileri gezeceksin? Elimizdeki işin bu gün teslimi olmayacak mı?
Serhat’ın yüzü kıpkırmızı olmuştu. Şimdi ne diyecekti?
- Şey abi… Onu hallederim ben. Kızılay’a ineyim. Oradaki bayilerimizi bir ziyaret edeyim. Belki yeni bir iş çıkarırız.
- İyi güzel düşünmüşsün.
Bir an Serhat yırttık dedi içinden.
- Kahvaltıdan sonra ofisime gel de kimlere gideceğini kararlaştıralım Serhat.
- Peki abi…
Nuri Bey hala kendisiyle bir kelam etmeyen oğullarına baktı. Hala evli barklı kocaman adamlar birbirinin önünden kahvaltılık aşırmaya çalışıyorlardı. Bir anda gürledi.
- Bitmedi mi lan sizin kahvaltınız? Sizin işiniz gücünüz yok mu?
O an irkildiler. Hemen kalkıp atölyeye girdiler.
Nuri Bey de kalktı ofisine çıktı. Bir iki telefon görüşmesi yaptı. Büroda elinde sigara bir o duvara bir bu duvara yürüyordu.
Kapı açıldı. Serhat girdi içeri. Masanın önündeki koltuğa oturdu. Sehpadaki kumandayı aldı televizyonu açtı. Hemen borsa haberlerini veren bir kanalı açtı. Maksadı borsa ile oyalamaktı Nuri Beyi.
Tüm hareketlerini bir kamera gibi izliyordu Nuri Bey Serhat’ın… Koltuğunda geriye doğru yaslandı. Nerden başlayacağını bilemiyordu. Ama bu hesap bu gün kapanmalıydı artık.
- Serhat sen dün İstanbul’a gitmedin mi?
- Gittim abi.
- Peki yeni cihazları getirdin mi?
- Şey abi getiremedim. Hanım ve çocuklar İstanbul’daydı. Onları alıp döndüm. Firma bu gün kargo ile gönderecek malzemeyi.
- İyi de biz seninle ne konuştuk? Hani malzemeyi alıp teknisyenlere verecektin. Onlar da sabaha kadar montajı bitirip bu gün işi teslim etmeyecek miydik?
- Abi haklısın da bir günden ne olacak ki? Zaten az sonra malzemeler gelir. Bu gece montaj biter ve iş teslim edilir.
- İyi de adamla biz yaptığımız sözleşmeye göre bu gün işi teslim edersek paramızı peşin alacaktık. Zamanında bitirmediğimiz takdirde paramızı adam üçer aylık vadelerle 4 taksitte ödemeyecek miydi?
- Bir günden bir şey olmaz abi. Ben arar konuşurum.
- Senin aramana gerek kalmadı. Adam sabah beni aradı. Bana bir sürü laf saydı. Hiçbir şey istediği gibi olmamış. Cihazlar yerleşmemiş. Siz bu işi 10 günde bitiremezsiniz diye küplere bindi. Hani her şey tamamdı?
- Şey abi...
- Ne şeyi be! Teknisyenleri, ustaları aradım. Kaç gündür adamların istediği ve depoda olan malzemeleri bile götürmemişsin. Dün İstanbul’a gittin. İki gün önce de İzmir’deymişsin. Faturalarınız geldi. Kredi kartı ekstresinde sadece dün İzmir’de bir gazinoda 3 bin lira çekmişsin. Bana inşaattayım diyordun.
- Şey abi senin çocuklarla bir anlık karar verdik. Beraberdik.
- Sen bu gün kaç lira ödememiz gerektiğini biliyor musun?
- Muhasebeden söylediydiler...
- Eee, ne kadar dediler…
- Unuttum abi…
- Unuttuğun belli zaten…
- Peki karşıdaki alacaklılara ne vereceğiz?
- Sallarız. Ne yapalım, yok deriz.
- Sallar mıyız? Adamlar bizi sallayacaklar be. Seni alacaklılar aradı mı peki?
- Aradılar abi.
- Sen ne dedin peki?
- Şey dedim abi…
- Şey mi dedin?... Adama küfür etmişsin be...
- Dayanamadım abi. Bir an boş bulundum.
- Tabi sen alacaklısın ya. Sövebilirsin. Beni aradılar ama. Senin sözlerini bana iade ettiler. Ve çekleri bankaya vermişler. İcra geliyor icra…
- Gelirse gelsin…
- Nasıl yani gelirse gelsin? Bizim itibarımız ne olacak?
- Herkes borçlu abi…
- Herkes borçlu haklısın. Herkesin bir borcu var. Hiç kimseye borcu yoksa can borcu var herkesin Allah’a…
Serhat duymadı bile bu sözleri…
- Borsadan çok önemli bir tiyo aldım. Herkes batarken ben çıkacağım. O zaman bu borçları öderim, sen kafanı takma...
- Tabi tabi... Şu borsada batırdığın paraları cebinde tutsaydın zaten şirket bu gün batmazdı. Aşağıdaki serseriler de senin kafanda. Birisi galyanda altılı tutturacakmış, öbürü de sayısal da altılı kesinmiş. İyi işimiz kumara, borsaya kaldı. Şeytan devrettik direksiyonu, bakalım hangi duvara toslayacağız, hangi uçuruma düşeceğiz?
Nuri Bey artık kendisini kaybetmişti. Serhat konuşurken hiç Nuri Beye bakmıyordu. Gözü ha bire televizyondaki borsa rakamlarındaydı. Adam hiç oralı bile değildi. Koca tır filosunu bir günde haraç mezat elinde çıkardığında da aynı taraneleri dinlemişti. Borsadan, totodan geri alıyorlardı filoyu. Ama artık altındaki araba bile gidiyordu.
Sanki bu borç, bu şirket sadece Nuri Beyindi. Batan şirket, alacaklılar, ipotek konulan ev, araba, arsalar onundu. Serhat sadece kredilere kefil olarak imza atmıştı.
Nuri Beyin gözü güvenlik kameraların görüntülerine kaydı. Küçük oğlan atölyede göbek atıyordu. Diğer kamerada büyük oğlan çıkmış kapının önünde cep telefonuyla birisiyle konuşuyordu.
Serhat sırtını iyice masaya dönmüş televizyona kitlenmiş bir halde:
- Amma korkakmışsın be abi. Ticaret risk demektir. Az cesur ol. Cesaret ticaretin bineğidir unutma. Cesareti olmayan yayan yürür. Yayan giden yolda kalır.
Son sözler kurşun gibi beynine saplandı Nuri Beyin.
"Ben korkak değilim lan... Ben şerefli bir adamım" diye gürledi ve elini hızla beline attı. Peşinden tek bir patlama oldu. Odayı barut kokusu doldurmuştu. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Biranda koşuşmalar, haykırışlar, ağlayanlar, ayılanlar, bayılanlar izledi patlamayı…
Nuri Bey mal borcunu ödeyememişti ama Allah’a olan can borcunu Şeytana uymak suretiyle kendine bir sürü vebal borçlanarak, en kısa ve en kötü bir biçimde peşin ödemişti.
06.08.2011 14:20 Çorum