- 997 Okunma
- 11 Yorum
- 0 Beğeni
Yazımız Bir Yazılmış
Kayabaşındaki ağacın dibinde oturmuş bir yandan piknik için getirdiklerimizi, Ayşe ile sofra bezine yayarken , bir taraftan da uzun eşek oynayan oğlanları seyrediyoruz.Neredeyse birbirlerinin belini kıracaklar.İçlerinde en şişman olanları Arif.Onun nasıl atlayacağını, atlayınca diğer çocukların ne tepki vereceğini merak ediyoruz.
Piknik sepetinin içine girmiş, at sineğini elimle “kışt” diye kovalıyorum.Kendi cüssesinin on misli ses çıkaran bu sinek, turkuaz rengiyle göz alıcı; ama sinek sonuçta.Geldiği gibi gidiyor.Arif arenada güreşmeye hazırlanır gibi adımlarını geri geri sürtüyor.O kiloyla ok gibi fırlayıp en öne uçması mümkün değil .En fazla bir kişi geçebilir.İkinci kişi ayvayı yedi.Olanca hızıyla koşuyor, bir, iki, üçüncü kişinin üzerine abanıp tüm eşek tayfasını yerle bir ediyor…Çocukların her biri bir yana savruldu.Biri kanayan dizlerini tutarken, diğer bir başkası belini tuta tuta ağacın gölgesine gidiyor.Ağırlığa dayanamayıp düşenleri görünce patlatıyoruz hep bir ağızdan kahkahayı...Gözlerimizden akan yaşa engel olamıyor, ağrıyan karnımızı tutuyoruz.
Sekiz köşeli fötr şapkasıyla
- "Sizi gidi terbiye yoksunu arsız kızlaar" der gibi bakan muhtar emminin bakışıyla, ağzımızı elimizle kapatıp gülmeye devam ediyoruz.
Muhtar emminin yanında kendine dördüncü karı alma telaşındaki Sütçü Abuzer’in bahanesi hazır.
-“Karılar bana az geliyor.”
Oysa adam karıları mal niyetine kullanındığını herkes biliyor .Tarlada çalıştıracak, soyu genişleyecek.Babam, annemi kızdırmak için:
-“Bi dene de ben mi alsam acaba?” der. Annem de:
-“Her işin bitti ,bir de başka garı getircen, öyle mi? Sütçü Abuzer’in parası var.Parayı verip çalıyor düdüğü.Sen neyini çalacan a akıl fukarası herif?”
Birden bir çığlık koptu.Sesin geldiği yöne doğru, çocuklarla beraber koşturuyoruz.Gebe kadın Saliha doğuruyormuş.
-“Ebeyi çağırıp gelin“ diyorlar.Ayşe ile derenin ilersindeki evinde oturan Ebe Hatçe’yi çağırmaya gidiyoruz…Kiremitleri solmuş, “üf” desen bir solukluk canı kalmış evin kapısına, tekme tokat girişiyoruz. Tahta kapı, gıcırtılı tiz sesiyle açılıyor.Beyaz örtüsüyle Ebe Hatçe masmavi gözleriyle
-“Ne oldu?” der gibi bize bakıyor.
-“Saliha yenge doğuruyormuş seni çağırıyo anamlar”.
-Demek Saliha doğuruyor. Daha da vardı gününe; ama neyse…
Eve girip abdestini tazeleyeceğini söylüyor.Açık kapıdan içeriye bakıyoruz.Odada ağır bir koku var.Cam kenarındaki divanda biri yatıyor.”Çocuk mu acaba?” diyoruz.Yorganı yavaşça indiriyor bir çift el.Bir baş görünüyor; başındaki çemberi kaymış.Bembeyaz saçları dağılıp ara ara çıkmış…Siyah gözleri içine çökmüş, feri gitmiş.Yüzünde garip bir gülümseme...Birden acı bir çığlık atıyor.Divanın yanında uyuyan siyah kedinin tüyleri dikeliyor.Ani bir manevrayla divanın altına kaçıyor. Karafatmayla göz göze geliyor.Kadının sesinden ürktüğü kadar ürkmüyor karafatmayı görünce…
Ebe Hatçe hasta olan kadına su veriyor, evin tahta kapısını çekip yandaki çiviye, kapının üzerindeki ipi sarıyor…
Yaşına ve kilosuna göre bayağı çevik olan ebenin hareketleri karşısında şaşırıyoruz.Bir çırpıda dere kenarındaki taşlarla sek sek oynar gibi hiç kendini ıslatmadan karşıya geçti..Arkasından zor yetişiyoruz…
Saliha yengelerin evine geldik.Bizi içeriye almadılar.Tek katlı evin, perdesi ve camı açık penceresinden içeriye bakıyoruz…Saliha yenge durmadan bağırıyor.Sanki canını almaya çalışanlarla mücadele ediyor.Karnındaki şişlik hala duruyor.Ebe Hatçe kollarını sıvayarak odaya giriyor.Açtırıyor bacaklarını..
-“Daha açılmamış diyor. Yağ getirin bana.”
Ne açılmamış ? Yağı ne yapacak ? Anlamıyor birbirimizin yüzüne bakıyoruz Ayşe’yle.
-“Bağırma kız ıkın.” Diyor. “ıkın hele…” Ama dinlemiyor Saliha basıyor yaygarayı.Ebe kızıyor.
-”Boğacak kadın çocuğu”.
Bacaklarına adam akıllı tokatlıyor Saliha’nın.
”Nefes al ve sadece ıkın.Cahil misin gız? Cahil olsan gocaya gelmezdin.Bu çocuğu peydahlarken de böyle bağırıyor muydun? Böyle bağırırsan ne çocuk gelir ne de ben çocuğu alabilirim.” Salihanın gözünden yaş geliyor.
Hıçkırarak ağlarken ıkınıyor demir parmaklıklarına tutunduğu divanından…
Ağıldan ses geliyor . Koşup bakıyoruz.Bizim alnı kınalı koyun, doğum yapmaya hazırlanıyor.Acı acı “mee”liyor.Çırpınıyor.Diğer koyunlar gibi biz de durup seyrediyoruz.Beyazımsı torba içinde, bacaklarının arasından bir baş gözüküyor.
"De gidin bakalım siz.Ne arıyorsunuz çocuk aklınızla?” deyip ağılın kapısını yüzümüze kapıyor Süleyman’ın babası.
Meraklı gözlerle ahırın, silinmemezlikten kararmış, örümceklerin mekanı olmuş camından bakmaya çalışıyoruz. Süleyman’ın babası beyaz, sümüksü torbayı dışarıya doğru çekiyor.Kımıl kımıl, beyaz bir kuzucuk kayıveriyor elleri arasından yere.Üzerindeki, sümüksü örtüyü temizliyor bir bez parçasıyla.Hemencecik ayağa kalkmaya çalışıyor; ama o da ne ? Kuzunun bir bacağı yok.Biz şaşkınlıktan hayretler içindeyiz hep bir ağızdan.
-“Aaaa” diyoruz.Süleyman’ın babası şaşkın, duvardaki örümcekler şaşkın, ahırdaki diğer koyunlar şaşkın, minik kuzu, ayağa kalkamadığı için şaşkın...Bir tek, anne koyun şaşkın değil.Annesi yavru kuzunun yanına gidip öpüp kendi kokusunu alması için yavrusunun yüreğine nakşetmeye bağrına basmaya çalışıyor…
Saliha’nın sesi kesiliyor.”Maşallah” sesleri yükseliyor evden. Gülüşmeler yerine derin bir sessizliğe bırakıyor.
-”Çocuk eksik doğmuş.” Kundağa sararken elleri titriyor ebenin.Hiç ağlamayan bebek olur mu?
Ağlamıyor işte. Özrünü bildiği için ağlamıyor belki de…
Küçük kız ağlamıyor ama odadaki kadınlar ağıtlar yakıyor. Sanki beyaz kundağa değil de kefene sarıyorlar. Sarışın mavi gözlü kızı…
-“Anasına verin emzirsin “diyor ebe…Kadınlar almaya korkuyorlar bebeği.Neden böyle şeyler hep bunların başına gelir ki ? Anlam veremezler.Saliha meraktan çatlar. Çektiği acıların hepsi uçup gitmiştir. Meraklı gözlerle olanları izler.Çocuğunu kucağına almak için sabırsızlanır.Kundak içinde bir beyaz suret görünür.Kapalı bir göz.Hiç ağlamayan bir bebek.Alırken kucağına yanaştırıp kokusunu çeker içine Saliha.
Birden! Gördüğü şey karşısında hayrete düşer !
-Olamaz ! Allah’ım olamaz. ! Alın bu çocuğu benden ! Herkes ağlar Saliha ağıt yakar.Saliha’nın yüreği yanar.Ebe teskin edici ses tonuyla:
-“Bu Allah’ın işi kızım. Hâk işi .Kul işi değil . Onun için isyan etme. Günah’a girersin…Çıkar memeni emzir hadi çocuğunu”Tekrar kundağın içindeki çocuğunu alıyor. Memesini çıkarıyor ebe hatçe. “Emzir “diyor.”Canınla kanınla beslemedin mi dokuz ay ? Şimdi de ver memeni bakalım.Doyur bebeni. Onun ne suçu var. El kadar nasılda masum.Nasılda ana sevgisine muhtaç…”
Sütünü memesinden sağıyor Saliha. Süt bebeğin ağzına açtıkça ,yarık dudağından damakları gün gibi ortaya çıkıyor. Bebek dudaklarıyla ana memesini tam kapamadığından , süt dışarıya taşıyor .Emzirmek ve süt’ünü içirmek için can havliyle uğraşıyor .Saliha ağlıyor, bebek ara ara mavi gözleriyle gülüyor annesine.
Çocuklar tek bacaklı kuzunun etrafında toplanmışlar.
-"Adı ne olsun bunun?"
-"Tek bacaklı kuzu olsun.Baksana yürüyemiyor bile…"
Mavi gözlü kız içinde isim düşünüyor ana babası.Oysa köylüler çoktan isim verdi bile.
-”Yarık dudaklı kız”…
Zaman geçiyor.Yarık dudaklı kız ,erişen tek bacaklı kuzunun sütünden içiyor.Kendi gibi eksikliği her an yüzüne vurulan kuzuyla dertleşiyor.
Oyunlara alınmıyor.Okul da konuşulmuyor.Bir tek Kemal öğretmeni konuşuyor.
-”Çok başarılı bir öğrenci “olduğu için her zaman övgüyle söz ediyor ondan.
Yıllar geçiyor.Yarık dudaklı kız dudağını diktirmek için ameliyat masasına yatıyor.Aynaya baktığında eski görünümünden bir eser kalmadığını görüyor. Üniversiteyi kazanınca şehir’e taşınıyorlar .Arkasın da yalnız , tek bacaklı koyunun , bir de Kemal öğretmenini hayalini bırakıyor.
YORUMLAR
ne güzel bir öykü
binlerce insnaın ve binlerce köyün ortak kaderi
bu yaşananların
dahası bir köy yaşamının parçası olan böyle şeyleri şehirde göremiyoruz
dört duvar arasına hapsettiğimiz insanlığımz da bundan çok muzdarıp.
tek bacaklı kuzu
ve yarık dudaklı kız hiç yalnız değil
onların kader bellediği şeylere şeherde tesadüf bile demiyorlar
selamlar saygılar
Ülviye Yaldızlıı
Ama hiç yılmıyorlar ya.Ben en çok ondan dolayı gözlerim yaşarıyor...
Hele ki dışlanmaları...:(
Selam ve hürmetlerimle...
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı
etkileyiciydi..
harikasın sultanım, kuzuyu anlatışına bayıldım:)
var olsun güzel yüreğin:)
sevgim ve saygımla:)
Ülviye Yaldızlıı
Sonu güzel bağlanmış...Kendinden farklı olana ille de bir isim ve lakap takmak niye?Sağlıklı yaratılmak bizim hünerimizmiş gibi!
Değişik bir konu, tebrikler Sultanım, yazın her zaman olduğu gibi akıcı, okumak keyif veriyor.
Selam ve sevgilerimle.
Ülviye Yaldızlıı
Mevlam neyler,neylerse en güzelini eyler
Seni görmek ben için mutluluk...
Sevgim kalben -yüreğine...
Sultan... İzninle öykünün sonuna bir cümlede ben ekleyeyim...
Bu olaylar karadenizde cernobil olayından sonra oluyor.. Ve daha neler olacağı da meçhul...
Bunu böyle dedim diye sakın öykünün sonuna bir cümle ekleme...Okuyanlar bulsun neyin niye olduğunu...
Ben şaka olsun duye öyle dedim. Öylün 4/ 16 lık...
Ne kadar güzel anlatmışsın...İki canı bir kaderde birleştirmek ustalara özel...
Senin gibi...
Sevgilerimle can bacı...
Ülviye Yaldızlıı
Hürmetle abim...
Yarık dudaklı kız ve tek bacaklı kuzuyu güzel anlatımınla severek okudum. Final beni sevindirdi. Lakapla yaşamak kimbilir ne kadar zordur. Keşke kuzucuk da düzelebilseydi. Kutlarım canım. Sevgilerimle.
Ülviye Yaldızlıı
Lakap takmak en kötü şey ya bunu bilmeyenleri Allah ıslah eyleye..Sevgiyle...
Gerçekten mükemmel. Konu ilgi çekici ama anlatım bir o kadar... Hayırlı bir tanışma olmuş kaleminizle buluşmam. Artık takipçinizim...Sonlama da filmlerdeki bitişler gibi alıp götürücüydü. Tebrik ediyorum.
Ülviye Yaldızlıı
Bizde"şer" olmaz.Her işimiz "hayr"dır
Birbirimizin takipcisi olmak ayrı bir onur olacak...:)
Hürmetle...
Ülviye Yaldızlıı
Merhaba,farklı ve ilgi çekici bir çalışma...tebrik ediyorum efendim...Akıcı bir üslupla ele alınmış...Entellektüel-41
Ülviye Yaldızlıı
Ülviye Yaldızlıı
Bende seni seviyor mis kokulu göynünden öpüyorum...