- 949 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
HAMAL (5. Bölüm)
Ocak 2003, Gaziantep
Yeni bir yıla girilmiş, yeni umutlara yol alınmıştı... Gaziantep her zamankinden daha soğuktu, bu sene kar bereketliydi. Beşyüzevler’e çıkan yokuştan dolmuşlar ve otobüsler iki gündür çıkamıyordu. Sabahları iniş neyse de, akşama doğru eve doğru o yokuştan çıkmak ölüm gibiydi... En azından böyle hissediyordu ölüm acısını benliklerinde hiç yaşamamış bu üç arkadaş.
Ders bitimlerinde başka bir işleri yoksa Barış’ın staj yaptığı hastanenin kafetaryasında buluşur ve eve hep beraber giderlerdi. Kampüsün içinde bir çok kafetarya vardı ama hem en son Barış’ın dersi biterdi, hem de kampüsün en dışında hastane vardı; bu yüzden böyle kararlaştırmışlardı. O gün ilk Buğra gelmişti ’Gelincik’e. Önce etrafa bir göz gezdirmiş, tanıdık kimsenin olmadığını fark edince boş masalardan birine oturmuş ve yeni başladığı romanını okumaya kaldığı yerden devam etmişti. Bir süre sonra Barış girdi kafetaryanın kapısından, içeri bir göz gezdirdikten sonra çay ocağına yöneldi, iki çay alıp parasını kasada ödedikten sonra Buğra’nın oturduğu masaya doğru yürüdü ve hiç ses çıkarmadan masaya oturdu. Sandalyenin çıkardığı iç gıcırtadıcı sesle başını kaldıran arkadaşına ’selam kardeş’ dedi, Buğra tatlı bir gülümsemeyle karşılık vererek kitabına döndü. Çay bardaklarından birine tek, diğerine iki şeker atarak ikisini de karıştırdı ve tek şekerli bardağı karşı tarafa koyduktan sonra iki şekerli bardaktan küçük bir yudum aldı. Şimdi, Buğra’nın okumakta olduğu bölümün bitmesini bekleyecekti ama o bölüm Burak gelene dek bitmeyecek, Barış ara sıra diğer masalardan gelen seslere yönelecek, bazen yerinden kalkarak diğer masalara giderek bir şeyler konuşup geri gelecekti. Burak hangi cehennemdeydi, neden gelmiyordu?
Dakikalar geçmek bilmedi… İki yabancı o dakikalar boyunca tek bir kelime dahi etmeden oturdular, ikisinin de çayı bitmedi. Buğra, ara sıra yudumlarken çayını Barış’ın yüzüne baktı gizlice, yüzündeki maskeyi görüp kitabına daha çok gömüldü her defasında ve en sonunda vazgeçti çay yudumlarından. Derin bir kederdi bu, adı gibi biliyordu. Filiz’de olduğunu varsaydığı hiçbir şeyi bulamadığını, elinde sadece bir kuru güzelliği kaldığını (ne güzellikti ama!) fark ettiğinde, Filiz evlilik planlarından bahsetmişti Barış’a… Barış artık tıp fakültesinin dördüncü sınıfındaydı, bu yaz nişanlanacak, okul biter bitmez de evleneceklerdi. Hayata henüz atılmadığından öyle çok da şatafata gerek yoktu; Mersin’de ev kurmayacaklar, bir süre Barış’ın ailesi ile beraber kalacaklardı, atama nereye olursa orada mütevazi bir ev kuracaklardı. Filiz çalıştığı şirketteki işinden ayrılacak ve kocası nereye giderse peşinden gelecekti, imkan bulursa orada çalışmaya devam edecekti ama zorunlu hizmeti bitene kadar ev hanımı olmaya seve seve razı olacaktı. Filiz her şeye razıydı...
Barış gibi yakışıklı, adam gibi adam akıllı beyefendi bir adam ‘’tabi ki razı olacak’’ derdi Burak. Nerde kalmıştı? Bir an kitabı kapatarak konuşmayı düşündü, zaten okuduğundan bir şey anlamıyordu. Romanın bütün karakterleri yabancılaşmıştı sanki, hiç birini tanıyamıyordu. Hatta şu an yeryüzünde yapayalnızdı Buğra. Bir ailesi, hiçbir seveni yoktu sanki, ne kadar yalnız kalmıştı! Böylesi derin mevzularda iyi bir dinleyici ve uygulayıcı idi asla usta bir konuşmacı olamamıştı diğer iki ‘kardeş’inin aksine… Kitabı izlemeye devam etti, hiç sayfa çevirmiyordu artık ama o kadar yalnızlaşmıştı ki; Barış fark etmesin diye ara sıra sayfa çevirmek aklına bile gelmiyordu. Bir sesle irkilmediği sürece Barış’ın da bir şeyin farkında olduğu yoktu zaten. Hem bu konuyu defalarca konuşmuşlardı, Burak bütün zırhlarını kuşanmış savaşçı bir komutan gibi emir vermişti Barış’a: ‘’Mersin’e gidecek ve Filiz’e neler hissettiğini açıkça anlatacaksın bu defa.’’ Evet, bu emir aslında üç hafta önce de verilmişti ama Barış döndüğünde elinde bir tek düğün davetiyesi eksikti! Evlilik kararı alınıp geri dönülmüştü, Burak çılgına dönmüştü!
Barış tüm iyi niyetiyle bir insanı incitmekten kaçınıyor ama kendisi öyle çok inciniyordu ki; Burak bu kadar sert olmaya mecburdu. Gerçekten seviyorsa, onunla bütün ömrünü geçirmeyi düşünüyorsa sorun yoktu ama bir yuva bir yalan hele ki acıma duygusuyla kurulmazdı. Birkaç kere evlenip boşanmış gibi konuştu bu konuyu. Barış’ın Filiz’e olan aşkı koca bir yalandı; açık sarı düz ve uzun saçlara, pürüzsüz bir vücuda ve şarkı gibi konuşan bir sese aşıktı… O kusursuz vücuda hayat veren ruh ile geçinemiyordu, bunu fark etmişti en sonunda ama bir türlü ayrılamıyordu ondan. ‘’Belki bedeninden vazgeçmek zor geliyor’’ diye araya girmişti bizim dinleyici ama ‘’hayır salaklığından vazgeçemiyor’’ diyerek hem Buğra’yı hem de Barış’ı azarlamıştı aynı anda Burak. Burak… Nerde kalmıştı?
Yaklaşık bir saat sonra gelecekti Burak, hala kar yağdığından yokuşun açılma ihtimalinin düşük olduğuna kanaat getirerek yürümeye karar verecek ve yol boyunca bu konuyu konuşacaklardı. Barış Cuma günü Mersin’e gidecek, elinde hiçbir plan proje olmadan, arkasında döllenmiş bir vücut bırakmadan geri dönecekti, böyle karar verilmiş ve kabul ettirilmişti. ‘’Tamam abi’’ cevabını aldıktan sonra, her zamanki temkinli cümlesi gelecekti Burak’ın ‘’Eğer seviyor ve evlenmek istiyorsan sen bilirsin ama…’’
O ‘’ama’’dan sonra hiçbir şey söylemedi hiçbir zaman. ‘’ bence birbirinize uygun değilsiniz’’, ‘’o zaman belanı bulursun’’ gibi bir süre cümle ile doldurulabilirdi aslında.
Buğra alışık olunduğu üzere sessiz kalma hakkını kullanmış ama söz ona yöneldiğinde onayladığı şeyleri başıyla onaylamıştı. İtiraz edeceği hiçbir nokta olmadığında zaten konuşmazdı.
Burak her zamanki gibi on parmak daktilo yazısı gibi arka arkaya diyeceklerini sıralamış ve öldürücü darbeyi artık indirmişti: bu konu hakkında bir daha konuşmayacağız, ne yapıyorsan yap ama yaptığından pişman olup gelip bize dert yanıp akıl sorma!
Barış artık bu dertle arkadaşlarını iyice bunalttığını anlamış ama kendisinin ne kadar bunaldığını yine anlamamıştı, kimseyi üzmek istemezdi o kendinden başka… Bütün hüzünleri sırtına yükleseler ‘gık’ demezdi, öyle biriydi… Bir insan için fazla iyiydi, melek gibiydi.
Şeytan da bir melekti ve hafta sonu Mersin’de olacaktı.
Bir kadın ağlayacaktı. Biraz hovarda diye bozuk para gibi harcanacaktı. Ama gerçekten seven her kadın gibi kaderine razı olacak, o mükemmel insanı ömrü boyunca sevmeye devam edecek ama bir daha söylemeyecekti.
Hiçbir insan mükemmel değildi aslında!
Ufuk BAYRAKTAR
__________________________________________________________________________
Resim : Gaziantep Müzesi’nde sergilenen ’’Çingene Kız’’ mozaiki...
YORUMLAR
mükemmel insan yaratılmış tüm insanların düşlediğidir herhalde..iyi yazı.